Kendini bil…

‘’Kendini bil!’’
Delhi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde altın harflerle Yunanca yazılı olan bu sözün Latincesini The Matrix filmindeki Kahin’in mutfak duvarında da görürüz.

Bu söz son derece basit görünüyor olsa da neredeyse bütün filozofların kafa yordukları; benim de değişik zamanlarda üzerinde düşündüğüm bir sözdür. Kendini bilmek ne demektir? Bu ne iş yaptığın, hangi ülkede doğduğun, hangi aileden geldiğin, toplumdaki yerin, boyun, kilon, yaşın v.b. gibi şeyleri mi içerir? Yoksa daha çok kişinin varlıksal kaygıyla kendisine, yaşama karşı içsel bir bakış açısı geliştirmesini mi gerektirir? Belki de her ikisi, ya da Hegel’in dediği gibi her şey Mutlak Bilinç’in kendisini deneyimlemesi. Bu noktada kendi düşünce sistemime en yakın bulduğum düşünürün de Hegel olduğunu belirtmem gerekir.

İnsanın kendini bilme yolculuğunda Hegel, Mutlak bilinç ve öz bilinç kavramlarından söz eder. Ona göre Mutlak, koşulsuz olandır; yani, kendi başına var olan, varlığını herhangi başka bir şeyle açıklayamayacağımız, var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayandır. Onu aşkın hiçbir şey yoktur, tek bir töz gibi de algılanabilir. Bir bütün olarak evren zaten her şeyi içerdiği için onun dışında bir şey de mevcut değildir. Mutlak bilinci (tini) tasavvur ederken Hegel merkeze insanın öz bilincini alır. İnsan kendini bilen, kendisinin farkında olandır. İnsan (öz bilinç) doğanın yarattığı ama kendini yaratan doğayı kendine sınırlayıcı gören, ancak akıl sayesinde doğadan özgürleşebilen varlıktır. Dahası, doğayı özgürlüğün engeli değil, kaynağı olarak da görmesi gerekir. Yani, doğayı kapsayıp aşması gerekir.

Hegel’e göre, Mutlağın bile mutlak olabilmesi için kendisini bulması gerekir. Bu anlamda, önce ne olmadığını bulması gerekir. Bu süreci Hegel diyalektiği ile açıklayabiliriz. Diyalektik, bilindiği gibi tez, anti tez, sentez üçlüsünün birlikteliğinden oluşur. Hegel diyalektiğinde var olan her şey kendi olumsuzuyla beraber ve onun sayesinde oluşagelmiş, var oluşmaktadır. Her şey o mutlak tinin kapsamı içindedir; aklımızdan geçen düşünceler, kavramlar, duygular sözcükler, her şey… Kendi olumsuzuyla oluşan bu kusursuz tin Tanrının özelliklerini taşır gibidir. Hegel tini, başlangıcı ve sonu olmayan, bütün var olanların en sonunda ona kavuşacağı bir daireye benzetilebilir. En başından beri orada var olduğu düşünülendir. Biz tinden geldik tine döneceğiz.

Hegel’in, ‘Tinin Fenomenolojisi’ adlı eserini diyalektik kavram bağlamıyla ele alırsak, bunu bilincin deneyimini inceleyen bilim olarak algılayabiliriz. Bir şeyin bilimini yapmak ondaki kuralı, ölçüyü, aklı bulmak demektir. Hegel de bu deneyim sürecindeki aklı bulmaya çalışır. Onun düşüncesine göre zıtlıkların farklılıkların tözel bir denkliği yoktur. X tözüyle Y tözü arasındaki zıtlıklardan ya da X tözünün zaman içinde Y tözüne dönüşmesinden söz etmez. Her şey kendi zıddını içinde barındırarak aşkın bir şekilde oluşur. Ona göre oluş ve zaman önemlidir. Zaman içerisinde bir şeyin kendini gerçekleştirmesi, değişmesi için kendiliği ve kendinden farklı olana izin vermesi gereklidir. Organik bütünün içinde birbirinden farklılıkları değil ama bütün zıtlıkları barındıracak bir oluşun bulunması gereklidir.

Hegel felsefesinde verili hiçbir kavram yoktur çünkü kavram kendisini süreç içinde gerçekleştirir. Bu, Mutlak için de geçerlidir. Sabit hiçbir şey olmadığı gibi, kavramlar gibi Mutlak da yolun sonunda kendisi olacak şeydir. ‘Evolution’ sözcüğünün bir anlamı da katlı olanın açılımıdır. Darwin bu yüzden bu sözcüğü kullanmaktan çekinmiştir. Yani zaten oluşum orada var olmuştur ve bu süreç içerisinde yavaş yavaş kendisini ortaya çıkarır. Oysa evrim kuramı kavramında bir son tasarım yoktur. Canlılığın, yaşamın sürmesi için bir tasarımcıya ihtiyacı yoktur. Hegel için de zaman, mekan içerisinde; süreç içerisinde ortaya çıkmak isteyen bir amaç vardır. Çünkü onun Mutlak dediği şey var olanın açılımı sayılmaz, potansiyel olarak var olanın kendini deneyimlemesi, kendini gerçekleştirme gücünü ortaya koymasıdır. Yani bu süreçte kendi olmaya evrilmesidir ama bir plandan, tasarımdan söz edilemez. Dışarıdan bir müdahaleye gerek yoktur çünkü zaten bu güç onda mevcuttur. Mutlak, özün kendini gerçekleştirme sonucunda ortaya çıkacak olandır. Ortada bir varlık vardır ama dışarıdan bir müdahaleyle belirleniyor değildir. Bu kendi kendisini yöneten ve belirleyen bir süreçtir. Deneyimleyecek hiçbir şey kalmayınca bilinçte tam olduğu algısı oluşacaktır.

Hegel’in söz ettiği tin (bilinç), dinlerde açıklanan ‘ruh’ değildir. Maddi dünyada, yani bu dünyada kendisine yer edinen, burada anlam kazanan değişen, dönüşen bir şeydir. Yaşam bilinci, yaşamın tarihi olarak tindir. Yaşamın gerçekliğini, ama yalnızca insan deneyiminde gerçekleşebilen bir gerçekliği oluşturur. İnsani bilinçle bütünleştiğinde, tarih formunda ortaya çıkar. Dünya tarihi üzerinde özgürlük bilincinin geliştiği Mutlak kendisini aşama aşama gerçekleştirir. Onun hedefi daima kendisidir. Kendisini aşarak kendisini gerçekleştirecektir.

‘’Halkalar içre yaşarım ben
Nesneler üzre açılan birim birim.
Sonuncuyu, belki, baÅŸarmak gelmez elimden;
Fakat denemek isterim.’’ Rilke

Müge BULUÇ