Son Nefesime Kadar, Siz Hep Nefes Alasınız Diye

Mahkumun en iyi yaptığı şey beklemektir. Yemek bekler, avukatın gelmesini bekler, spor saatini bekler, görüş gününü bekler, telefon etmeyi bekler, iddianamenin çıkmasını bekler, duruşma gününü bekler, kararın çıkmasını bekler, infazın dolmasını bekler, özgür olmayı bekler.

Seneler geçer tüm iletişim yöntemleri değişir, gelişir ama mahkum en çok da mektup bekler. Kimseye darılmazsın mektup yazmadı diye de mahkum işte beklemekten başka işi ne ki?

Ama bizim işimiz beklemek değil; çalışmak, yazmak, yazmak, bir daha yazmak, daha çok yazmak lazım. Elimdeki adi tükenmez kalemi avucuma alıp haber çıkarmaya çalıştığım İBB iddianamesini karalamaya başladım. Demir kapının mazgalı açıldı: “Yemeek.” Kalem elimde kalktım ayağa, “Abi istemiyorum yemek sağ olasın”, “Meyve al, bak elma var”, “Yok abi sağ olasın”, “Al al”, “İyi alayım.” Elmaları alıp 5 litrelik su şişesinden yaptığım meyveliğe koydum, çürüyen elmaları alıp çöpe attım. Oldum olası anlam veremem meyve tüketmeye. Ya da henüz anlayacak yaşa gelmedim, bilmiyorum işte, neyse ne…

Asabiyim bugün. Gerçi çoğu zaman böyleyim galiba. İki haftadır sağ kulağım da tıkalı, seke seke tuvaletin önüne geldim belki tıkanıklık açılır diye. Yok nerde, açılır mı? İstersin, uğraşırsın açılmaz o tıkanıklık. Ne zaman vazgeçersin, unutursun “pıt” sesi duyulur, tıkanıklık açılır, arabanın camını açtığında duyulan o hava sesi dolar kulağına. O yüzden koyverdim, ister açıl ister açılma. Zaten şu duvarların arasında duyulacak pek de bir şey yok. Bir sigara yaktım, git gide kararan kehribarı parmaklarıma dolayıp tuvaletin demir kapısına kilitlendim. Neyse ki tuğla gibi iddianame vardı elimde, işe yaramaz tekrarlardan ibaret yüzlerce sayfayı kapıya yerleştirdim. Zaten bu iddianame anca bu işe yarardı.

Sigaranın külünün önce kazağıma sonra yere düştüğünü gördüm. Yeni temizlik yapmıştım, bir de bugün asabiyim, üstelik televizyonda A Haber açıktı, öyle bakmayın kim ne derse desin öfkemi diri tutmam lazım. Lafı dolandırıyorum aslında tüm asabiyetim, huysuzluğum günlerdir hikaye yazmadığımın aklıma gelmesinden. “Olsun haber yazdın bu süreçte” dedim kendi kendime. “Haber, hikaye yazarken bir şey daha lazım, bir şeyler daha yapmak gerek diye yiyordun kendini, şimdi hikayeyi bıraktın sadece haber kaldı” diye yanıt verdim kendi kendime. “Haklısın”, “Haklıyım tabii oğlum”, “Tamam da boş durmadım en azından”, “Lan zaten boş durmayacaksın ha bir de boş dursaydın haber de yazmasaydın hatta kitap da okumayıp yiyip içip yatsaydın. Ağzını burnunu kırarım senin, bir şeyler daha yapmamız lazım. Otur şimdi masana.” Derin bir nefes aldım sigaramdan, izmaritine kadar çektim. Mazgal açıldı: “Mektup.”

Söylemedim size ama bugün cuma, mektup dağıtım günü, gizli gizli, için için mektup bekliyordum. Eski koğuşumdan Speedy’den, Toso Dayı’dan, Eser’den gelen mektupları kıs kıs gülerek okudum, keyfim yerindeydi. İzmir’den bir yurttaşın gönderdiği mektubu sona saklamıştım. Mektubu iki parmağımla açıp masaya yumuldum. Dakikalarca asıl anlatacağımı düşündüğüm üzüntü, keder, umut, sevinç, öfke yumağı duyguyla sarsıla sarsıla okudum mektubu. “Sana yazmamın sebebi babam. 2.5 yıldır kanserle mücadele ediyor, tedavinin ağırlığı nedeniyle hastanede kalıyor. Ona haber okuyorum, seni okuyorum. Hikayeleri ne zaman okusam gözleri doluyor. Kanser çok ilerledi, tedavi olanakları da tükendi” diyordu mektupta Ezgi Hanım: “Bu ağır ruh hali içinde merak edip soruşturduğu az sayıda şeyden biri sensin. 75 yaşında seni hiç tanımayan, kanser hastası bir adamın belki de son günlerinde merak ettiği birisin.”

Mektubu katladım, kalbim beynimde atmaya başladı, sigara yaktım, nefesten çok duman aldım. “Nasıl adamsın lan sen, 10 gündür tek bir hikaye yazmadın”, “Allah belamı versin.”

Dişlerimi kırarcasına sıkarak boş bir kağıt çıkardım, elime kalemi aldım, bir daha hiç bırakmayacağımı kalın kafama sokarak.

Son nefesime kadar, siz hep nefes alasınız diye.

Furkan Karabay
Latest posts by Furkan Karabay (see all)