Çağırdım

Önce Eskişehir geldi.

Sokakların süsü; yaşam kıpırtısı afişleri. Devinimli, soluk alıp veren, konuşan… Tertemiz devrimci duygularla müthiş bir dayanışma… Eskiye bir bakış attığımda hiçbiri silik anılar değildi. Koldan yüreğe, yürekten kola sıkılı yumruklarla havayı döve döve…. Çetin direniş yolunda, politik iklimin hizaya çekme dayatmasına güçlü itirazlarda…  Arkadaşlığın yoldaşlığa evrildiği yetmişli yıllar… Emeğin, terin arıtılmış yaşam kokusuydu. Yitirilmiş yaşamları yeniden doğuran her kavganın yenilmezi kadınlarla…

Büyülü bir heyecandı; Porsuk’un tanıklığında ortak ritmi şiire çeviren bir tango gibi. Yaşananın yaşanıp bitmediği… Yüreği sokakta atanların adım başı izleriyle geleceğe akan öyle hızlı bir koşuydu ki… Gölgesi koşana yetişmezdi. 

Ufkun ardında tutsaklığa sığmayan yeni dünya özleminin yürek atışlarıydı. Sevinçler, üzüntüler… Sıkıştırılmış koşullara yenik düşmeyen düşler… Kusurlarıyla, doğrularıyla korkularından kendini uzaklaştıranların öyküleriydi. 

Yalnızlığı yenmekti motto. Arayıştı, sınırsız bir güvendi. İyileşerek iyileştirmek, düşsel geleceğimizin dizelerini ayağa kaldıracak erken entropiydi.  

Yaşadığınız yerin izleri yüzünüzü oraya döndürür. 

Eskişehir.

Toplumsal bellekte umudu içkin kılan yer. 

Akışına katıldığım Porsuk’a takılırdı gözlerim. Çok konuşurduk onunla. Kent merkezini kuzeyinde Tepebaşı, güneyinde Odunpazarı olarak ikiye böler, haksızlık yapmazdı. Güneşte titreyen yapraklarıyla kayın, saçlı meşe, kızılçam eşliğinde Sakarya’ya uzanırdı. Sağlı sollu. Yılların kiriyle yol alsa da hayranlıkla izlenendi. Kötü kokulu sevgili. Oksimoron (1) nehir.

Kentin rahat vakitleri de vardı anın duygularını değiştiren. Kendine özgü (ğ)’siz bir keyif… Çi börek. Damak tadı köpüklü ayranıyla tamamlanan sağlık, lezzet… 

Kanatlandığımız o günlerde iyimser geleceğimizin yenilmez umudu…

Eskişehir.

Sessiz gürültü, haykırış…

Ve şimdi entropi… 

Bir ana sığan değişik günler… Uzun gecenin kavga ve sevda şiirini okuyordu Nihat Behram. Ruhi Su, alkışsız türkülerini Nazım’dan. (Türküde alkış istemezdi Ruhi Su.) Yılmaz Güney ‘Arkadaş’ ıyla gelmişti. Genco Erkal sahnede kocaman bir hayat. Sevmek iyiliktir. Büyüyen sevgi çemberiyle daha da özgürleşiyordu sokaklar. Tohum toprağa uzanırken yağmuru okşamak… Delice zeytini aşılamak gibiydi. Çatlayan dudakları ıslatmak, sızma yudumlarla.

Sıcak bir yaz sabahı gül kokularının sarhoşluğunda; önde kırmızı, ardında sarı, yeşil, mavi, yürüyüş kolu… Her rengin uyumla dans ettiği gök kuşağında siyah yoktu. Beyaz yutmuştu onu.

Belli bir zamana sıkıştırılmış yolculuklar yaşam sevincine dönüşürken…


(1) Oksimoron: Karşıt kavramları çağrıştıran sözcüklerin bir arada kullanılması.

Muzaffer YEGÜL
Latest posts by Muzaffer YEGÜL (see all)