Bir kere dünyaya geldik, bir kere yaşayacağız ve bir kere öleceğiz. Bunların asla tekrarının olmadığını biliyorduk elbette, ama biz hep ölmeyecekmiş gibi yaşamıyor muyduk? Sabah uyanıp televizyon kanallarını seyrederken, sosyal medya hesaplarımızı kontrol ettiğimizde gördüklerimize inanmak istemedik, kabus gibiydi. Kuşkusuz hepimiz sevdiklerimize, arkadaşlarımıza, tanıdıklarımıza ulaşmaya çalıştık. Evler yıkılır, kentler yeniden kurulur yeter ki insanlar yaşasın istedik.
Türkiye’de yaşanan depremle sadece depremin yaşandığı iller değil hepimiz deprem mağduruyuz aslında. Evet evimiz yıkılmadı, göçük altında kalmadı ailemiz, canımız onlar kadar yanmadı ama neredeyse 24 saat ekran başında o enkaz yığınlarını, insanların iniltileri, yardım çağrılarını, çaresizliklerini izlemek ve bir şey yapamamak ruhsal olarak bizi harap etti. Ama biz bunları çabuk unuturuz. Biz unuturuz da enkaz altından kurtulanlar ölene kadar unutmaz.
Biz inkârı seven bir ülkeyiz. Dünya yıkılsa inkâra devam ederiz. 6-2-2023 tarihinde zihinlerimizden asla silinmeyecek bir büyük felaket yaşandı. Kimine göre “Doğal afet” kimine göre “ takdiri ilahi” kimine göre de “çarpık kentleşme, kayırmacılık, hırsızlık, yolsuzluk” sonucu maalesef asla tedavi edilmeyecek yaralar açtı ruhumuzda. Kentler enkaz yığınına döndü. Bir değil on binlerce can bir kaç saniyede göçük altında kaldı. Acımız tarifsiz. Ben acıyı tarif edemiyorum, sözcükleri toparlayamıyorum bu sebeple gençlerden söz etmek istiyorum.
Z kuşağı, 68-78 kuşağı olan ebeveynlerine bakıp politikadan, örgütlü yaşamdan soğumuş olabilir mi acaba? Ya da sahneden asla inmek istemeyen politikayı varolma sebebi sayan yaşlı politikacıları gördükçe politikadan tiksinmiş olabilirler mi?
Sizi bilmem ama beni kendilerine hayran bıraktılar. Deprem bölgesindeki tutumları Nobel ödülüne layıktı bence, çünkü Türkiye’nin değişik illerinden biraraya geldiler ve ülkemizde yaşanan olaylara ne kadar duyarlı olduklarını gösterdiler.
Z kuşağı nasıl da utandırdı eleştirenleri. Güya ekip çalışmasına gelemezlermiş, bencillermiş, internet başından kalkmazlarmış, a- sosyal, a- politiklermiş… miş miş miş… Öyle bir geldiler ki hemen sosyal medya aracılığıyla örgütlenip yardım malzemeleriyle kar- kış- yollar kapalı demediler, felaket bölgesine ulaştılar. Kimisi Maraş’a, Elbistan’a, kimisi Adıyaman’a, kimisi Antakya’ya, kimisi Diyarbakır’a kimisi Urfa’ya, Malatya’ya ulaştılar.
Yardım malzemelerini, pişirdikleri yemekleri depremzedelere ulaştırırken o kadar nazik, o kadar saygılıydılar ki onların her birini kucaklamak iyi ki varsınız demek istedim. Buz gibi havada hiç sızlanmadan, politik polemiklere girmeden depremzedelerle empati kurdular, taşın altına ellerini sokmaktan gocunmadılar, bunun adı öz veri değil de nedir?
Z kuşağı demek; cesaret, boyun eğmeden doğru bildiğini yapmak demek. Z kuşağı demek özgürlük demek. Bilirsiniz özgürlük aşığı insanların da başaramayacakları iş yoktur. Z kuşağı gençleri çok çabuk sıkılırlarmış. Bu da hoşuma gitti sıkılsınlar tabii ya sıkılmak demek; heyecan arayışı demek, yeni dünyalara yolculuk demek, doğduğun sokağı terk etme cesaretini göstermek, kısacası Behrengi’nin Küçük Karabalık öyküsüne tutunup okyanuslara açılmak demek.
Z kuşağı isyankârmış, onlar isyan etmesin de kim etsin? Eğitim paralı, yurtlar paralı, hadi üniversiteyi bitirdiler işsizlik kapıda. Elde yok avuçta yok, babadan para istemeye utanırlar. Sokağa dahi çıkamıyor gençler. Çünkü devlet gençlere yatırım yapmıyor. Oysa yıllarca beton yığınlarına ve savaşa yapılan yatırımın gençlerimize, bilimsel çalışmalara yapılması gerekmez miydi?
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023