Deprem Felaketi Kader Değildir

6 Şubattan bu yana devam eden ana ve artçı depremlerin etkisi 10 ili ve açıklandığı gibi 13,5 milyonluk bir nüfusu etkisi altına almıştır. Merkez üssü Maraş ve 7,7 ve 7,6 büyüklüklerinde gerçekleşen bu depremlerin neden bu kadar yıkıcı olduğunun açıklanması başka bir yazı konusu olabilir. Ancak, depremlerin şiddeti ne olursa olsun, ne kadar geniş bir sahayı kapsarsa kapsasın, deprem gerçekleştikten sonra yapılması gerekenleri örgütlemekte tek sorumlu güç devlettir. Deprem vergisinde, depreme dayanıklı binaların inşa edilmesi için krediye, ihalelere, kontrollere varana kadar bütün sorunların hesabını vermesi gereken de devlettir.

Depremin 2. gününde itibaren moloz yığınına dönmüş “depreme dayanıklı” yeni binalardan, başkaca yıkıntılardan “bir mucize daha” diye adeta görevlendirilmiş canlı TV haberlerinden anladığımız, devletin yıkık altında kalmış ve kurtarılmayı bekleyen on binlerce insandan umudunu kestiğidir. 1999 depremiyle karşılaştırıldığında bu depremde daha çok can kaybı olacağı açıktır.

Deprem doğanın önü alınamayacak, ama aynı zamanda gözardı edilemeyecek bir gerçekliğidir. Deprem kuşağında yaşıyor olmamızı tekrar etmenin de bir anlamı yoktur. Burjuvazinin depreme karşı mücadelesinin merkezinde “deprem öldürür”, “Taktir-i İlahidir”, buna karşı gelinmez, durmaktadır. Ama öldüren, deprem değil kapitalizmdir, sermayenin kar ve daha fazla kar hırsıdır. Öldüren, sermayeyi teşvik eden devlettir. Bu deprem de göstermiştir ki, devletin depreme karşı aldığı koruyucu önlemler, yetersizliğinin ötesinde binlerce insanın ölümü, yaralanması, binlerce konutun, kamu binalarının yıkılması için birer tuzak olmuştur.

17 Ağustos 1999 depreminden 6 Şubat 2023 depremine kadar geçen 24 sene içinde devletin aldığı depreme karşı koruyucu tedbirlerin ya göstermelik olduğu veya “tedbir” adı altında sermayenin desteklenmesi olduğu veya da deprem gerçekleşirse “Taktir-i İlahi”ye sığınırız politikası olduğu açığa çıkmıştır.

Tam da seçim sath-ı maili’ne girilmişken “devlet ricali”nin, seçimi göz önünde tutarak planlı bir biçimde deprem alanına dağılması ve sahte göz yaşları dökmesi depremin sorunlarıyla karşı karşıya olan insanlarda bir umut ışığı olmuyor.

Fazla uzun sürmez, moloz yığını altında kalmış, öldürülmüş binlerce insanın defnedilmesi tamamlanmadan önce yıkılan kentlerin, kasabaların, köylerin, yolların yeniden inşa edilmesi için sahte ihalelerle yine aynı sermaye grupları; depremde yıkılan, çatlayan, kullanılmaz hale gelen konutları, yolları, köprüleri, havaalanlarını yapan sermaye çetesi ödüllendirilecektir.

Diktatör 7 Şubat günü itibariyle deprem bölgesinde 3 ay süreli OHAL ilan etti. Açık ki, bu sahada, 10 il sınırları içinde yaşayan 13,5 milyon insan üzerinde seçim çalışması yapacaktır veya alanı rakiplerine kapatacaktır. Bu felaketi seçim fırsatına çevirmekte tereddüt etmeyeceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Deprem birkaç hafta sonra gerçekleşmiş olsaydı, bunu yine OHAL ile seçimi ertelemek için kullanırdı. Ama şimdi en azından “Taktir-i İlahi”yi kendine bahşedilen “mağduriyet”e dönüştürerek, 13,5 milyon insanın kendi iktidarı tarafından mağdur edilmesini, Soma katliamında olduğu gibi “fıtrat”a bağlayacaktır. Bu beceriye sahip birisi olarak, OHAL ilan ettiği deprem bölgesinde oy avcılığına çıkmakta bir beis görmeyecek ve “Taktir-i İlahi”nin “mağdur” ettiği “mağdur” olarak, kendisinin mağdur ettiği insanlardan oy isteyecektir. Oy istemeyi de tesadüfi gelişmelere bırakmayacak, hiçbir siyasi rakibini yanaştırmayacağı bölgede ihtiyaçların giderilmesi bakımından “kuş sütü”nü dahi eksik etmemeye, hiç kimseyi açıkta ve aç bırakmamaya, herkesin tok olmasına ve güvenli konaklamasına çalışacaktır. Daha şimdiden naktiği destek ve konut yapımı sözüyle açılış yapmıştır. Ancak desteğin devamını oy sandığına bağlayacaktır. Seçim sath-ı maili’ne giriliyor olduğu bu süreçte kalıcı olarak yapabileceği bir şey de zaten yok. O halde her şey oy alana kadardır.

Birkaç yazıda bu depremi 1999 depremiyle karşılaştırmalı olarak ele almak ve burjuvazinin ısrarla neyi öğrenmek, kabullenmek istemediğini 1999 depremiyle bağlam içine yazılmış makaleleri de yayımlayarak göstermeye çalışacağım.
*
Deprem Felaketi Kader Değildir

En gelişmiş modern teknoloji de depremi önceden her yönüyle haber veremiyor. Deprem konusunda ön uyarının üstesinden henüz gelemedi teknoloji. Ama bu, depremin bir kader olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye; bir bütün olarak Anadolu coğrafyası böyle bir hareketliliğin yoğun olduğu bir bölgedir. Dolayısıyla salt bu gerçek; deprem bölgesinde bulunmak olası gelişmelere karşı tedbirli olunmasını zorunlu kılar. Depremin olmasını engellemek imkansız, ama onun vereceği zararı asgariye indirmek olanaklı. Yüz binlerce insanın ölümüyle, milyonlarca insanın evsiz kalmasıyla sonuçlanmış depremler olmuş ve ne yazık ki, bundan gerekli dersler çıkartılmamıştır. Ancak, ABD ve Japonya aldıkları birtakım tedbirlerle depremle yaşama zorunluluğunun gereklerini yerine getirmişlerdir. Burjuvazi onu da, halkı düşündüğü için değil, ekonomik çıkarları için yapıyor.

Bugün teknolojinin gelişme seviyesi, hangi şiddette olursa olsun depremin yol açabileceği zararı asgariye indirebilecek durumdadır. Türkiye, deprem bölgesinde olmasına rağmen hiçbir tedbir almamıştır. Her deprem sonrasında bölge afet bölgesi ilan ediliyor, başsağlığı ve geçmiş olsun deniliyor ve devletin yaraları en kısa zamanda saracağı vurgulanıyor. Bu, sahtekarlıktan ve halkın yaşamıyla ve geleceğiyle alay etmekten başka bir anlam taşımıyor. Bu sefer de aynı tekerleme sürekli dile getirildi.

Ama bu deprem, daha öncekilere, şiddeti ve etki alanı bakımından hiç benzemiyor. Ülke nüfusunun neredeyse yarısını ve ekonominin (sanayi) önemli bir kısmını etkiledi. Yaşam ve üretimi felce uğrattı. Bölge büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldı. Bu yıkımın, felaketin sorumlusu deprem değildir. Kandilli Rasathanesi Müdürü’nün dediği gibi, insanları deprem öldürmüyor. Bunca ölümün, bunca yaralının, yıkılan ailelerin, dağılan yuvaların, milyarlarca dolara varan maddi kaybın yegane sorumlusu bu düzendir, burjuvazidir. Ülkenin fiziki yapısına uymayan binalardan, yollardan, köprülerden sorumlu olan, burjuvazidir. Burjuvazi kar, daha fazla kar uğruna cinayet işledi. Bu cinayet depremin sonuçlarıdır. Depremin sonuçları, halkın canıyla, malıyla, geleceğiyle oynayan alçakların, hırsızların, bu düzenin sahiplerinin eseridir. 8-10 katlı binalar kum yığınına dönmüş. Büyük ve tehlikeli sanayi kuruluşlarıyla şehirler, kasabalar, köyler iç içe geçmiş. Bütün bunlar deprem tehlikesinin yüksek olduğu biline biline yapılmış/yapılıyor.

Her deprem sonrasında burjuva gazetelerde müteahhitler kast edilerek, “hırsızlar”, “katiller” denir. Birçok müteahhidin suçlu olduğu saptanmış, ama bir tanesi dahi cezalandırılmamıştır. Çünkü düzen onların düzeni, onlar bu deprem sonrası da halkı aldatacaklar. Depreme dayanıksız konutlar, yollar, köprüler yapmaya devam edecekler. Bu depremde evleri yıkılan, can ve mal kaybına uğrayanlar içinde dar gelirlilerin oranı yüzde doksanları aşıyor. Ama Koç’ların ve Sabancı’ların (büyük burjuvaların) köşkleri depreme karşı dayanıklı inşa edilmiştir.

Doğa hareketliliğini durdurmak veya da önlemek mümkün değil, ama depreme karşı önlemler almak, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi mümkündür. Toplu iskan yerlerinin (Okul, hastane, fabrikalar vb.) yolların ve köprülerin depreme karşı dayanıklı, depremlerden çok az zarar görebilecek şekilde yapılması tamamen mümkündür. Binalar, yollar ve köprüler depreme karşı dayanıklı yapıldığı taktirde, deprem felaketleri kader olmaktan çıkar. Her depremde binlerce işçi, emekçi canını ve malını kaybetmez. Bu önlemlerin alınmasını engelleyen tek faktör; kar, kar ve yine kardır. Burjuvazi/kapitalist bütün binaları, yolları ve köprüleri bu zihniyetle inşa ettiği için deprem ve başka felaketler emekçiler için büyük yıkımlar getirmiştir. 17 Ağustos 1999 günü meydana gelen depremde yaşamını kaybeden binlerce emekçinin katili deprem değil, kapitalist sömürü düzeniydi, (şimdiki 6 Şubat 2023 depreminde de onbinlerce emekçinin katili aynıdır). Bu tablonun tek sorumlusu; deprem tehlikesine karşı önlem almayarak, can ve mal kaybının yükselmesine neden olan egemen sınıflar ve onların burjuva/kapitilist devletidir. Onlar hep birlikte televizyon ekranlarında yalnızca bugün timsah gözyaşları dökmektedirler. Çünkü onlar, her felakette olduğu gibi bu felaketten de küçük sıyrıklarla (tırnaklarına taş değmeden) çıkmışlardır.