Yüzüncü yılını dolduran Cumhuriyet, “Türkiye’nin Yeni Yüzyılı” şiarıyla yola devam ederken, bu yollara döşenen taşlar, yoksul halkın ayaklarını kanattı her daim.
Eski Türkiye’de, “Tanırım iyi çocuklardır” söylemi özetliyordu süreci. Generallerin apoletlerinde dönüyordu hayat, o yıllarda… Demokrasimiz bir asit kuyusunun çevresinde ilerlemeye çalışırken, ne çok tökezledi. Nitekim, asitli kuyularda eriyordu evrensel insan hakları değerlerimiz. Gerçi bu değerler, 12 Eylül Amerikancı askeri darbenin kudretli generali Evren Paşa tarafından “asmayalım da besleyelim mi” söylemi ile kurulan idam sehpalarına asılmıştı. Kudretli darbeci paşamız pek eşitlikçiydi, öyle ya, ne solcular ne de sağcılar gönül koymasınlardı. O vakit şöyle demişti darbeci General Kenan Evren, “bir soldan bir sağdan asalım”. Böylece demokrasimiz eşitlik ilkesini yürürlüğe koyuyordu.
İdam sehpalarında ve işkencehanede yolu solcularla kesişen sağcılar, bu durum karşısında afallarken, hapishane yıllarında içinde yer aldıkları siyasi yapıları sorgulamaya başlamışlardı. Eee netekim onlar, bolşevik hayranı “moskof gomünistler” değillerdi, Alparslan Türkeş’in bozkurtlarıydılar. Lakin idam ipi böyledir, bir kez tarih sahnesine çıktı mı, herkesin boğazına dolanır. İşte bu yüzdendir, siyasetin suları ne kadar dalgalı olursa olsun, dünya görüşünüz ne olursa olsun, adaletin bir gün kendinize de lazım olacağını unutmamanız gerek.
90’lı yıllarda idam ipinin sarmalından kurtulmaya çalışan demokrasimiz, bankerler çağına yol almıştı. Turgut Özal’ın “benim memurum işini bilir” sözü özetliyordu süreci. O yıllarda Ruhi Su ve Emekçi’nin söylediği sol şarkıların ya da Ozan Arif’in ülkücü şarkılarının yerini, sol ve sağ ideolojilerden arınmış şarkılar alıyordu. Rayına oturmuş dönüyordu dünya… “Dünyayı sen mi kurtaracaksın/ Acılara sen mi ilaç olacaksın/ Yok fayda başka vah vah demekten/ Boşuna düşünme ne gelir elinden / Oyna da oyna kafana göre oyna/ Oyna da oyna yakışır sana”
Malum o yıllarda Rusya’da, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği), Gorbaçov tarafından yenilgisini ilan ederken, liberalizm altın çağına doğru yol alıyordu. Yine o yıllarda, Fukuyama tarihin sonunu ilan ediyordu. Bütün “izm” ler sahne arkasına gömülürken, dünya sahnesine en görkemli giysisi ile “liberal demokrasi” çıkıyordu. Bu gösteri çağının Türkiye’ye “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” olarak yanısıdığı versiyonuna tanıklık ettik. Sonrasında halkımız çocuğunu, futbolcu ya da pop şarkıcısı olması için teşvik edecekti. Eee siyasetle uğraşanlar, ülkeyi ve dünyayı değiştirmeye çalışanlar ya idam sehpalarında can vermişti ya da hapishanelerde. Bu yüzden rayına oturmuş dönüyordu dünya, parmağının ucunda… “Sana ne günü gün etmek varken, sana ne bitmeyen kara gecelerden” diyerek memleket ve dünya meselelerine kafa yormamak gerekti.
Bu süreçte popçu ya da futbolcu olamayanlar, “dişlerinden tırnaklarından” arttırarak biriktirdikleri paraları, altınları çağdaş tefeci bankerlere kaptırdılar. Şehirler, bankerlerin dolandırdığı halk kuyruklarıyla dolup taşarken, dönemin hükümeti olup bitenleri izlemekle yetiniyordu. Gazetelerde manşetler kara puntolarla her gün yeni bir bankeri deşifre ederken, yoksul halkın bedduaları inletiyordu gökkubbeyi… Hatırlarsınız, o vakitler, “Jet Fadıl”ın rüzgar gibi estiği yıllardı. Derken, milletvekili bile oldu. O dönemin bankerleri, tefecileri sonra ya iş insanı oldular ya da siyasetçi. Hakikaten “düttürü dünya” bu dünya…
Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik ve vardık Türkiye’nin yeni yüzyılına. Yeni yüzyılımızda “Çocukların sorununu çözün” söylemi özetliyor süreci. Bu kez, ülkenin en şöhretli futbolcuları tefecilerin eline düştü. Yeni yüzyılın tefecileri elbette daha çağdaş bir kılığa bürünmüştü. Ee 21. yüzyıl teknoloji çağı. Lakin yapay zekayı bile şaşkınlığa uğratacak cinsten tüm bu olup bitenler. Artık tefecilik prestijli bankalar üzerinden pek yasal bir şekilde yapılıyor. Zaten çağımızda küçük soygunculara yer yok. Öyle başına kadın çorabı geçirip, elde kırık bir silahla banka soymaya kalkışacak olursanız bankada sizi bekleyen daha büyük ve hem de yetkili bir soyguncuyla karşılaşma ihtimaliniz yüksek. Muhtemeldir ki, böyle bir durumda banka müdürü, bu küçük soygunculara içinden güler. Belki de katıla katıla güler.
Yirmi yıllık siyasal islam hükümetinde, “ılımlı islamın yeşilinin” onlarca renk tonunda savrulurken memleket, toplumun islamcılaştırılmasına karşı, laikliği savunan halk ( en azından yüzde ellisi) yoruldu bu yollarda. Siyasal islam hükümetinde, nefret ikliminin rüzgarları hiç dinmedi. Siyasal islamın, laiklikle, cumhuriyetle ve demokrasi ile kavgası hiç bitmedi. Generaller vesayetine son vererek, “ileri demokrasi” yolunda yürüyen siyasal islam hükümeti kendi vesayetini kurdu. Vira bismillah! “İleri demokrasimiz”, ilerleyemeden geriye savruldu. Yine de hamdolsun dedi halkımız “Reis nasılsa bir hal çaresini bulur.”
Bu yirmi yıllık siyasal islam iktidarında çalkantılar, fırtınalar hiç dinmedi. Yirmi yıl dile kolay. Siyasal kutuplaşmanın keskin çizgilerle ayrıştığı memlekette, doların yükselişini kimse engelleyemedi. Yeni Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, dar gelirli bir memurun ailesinin geçimi için, esnaf kapılarını aşındırması gibi düştü yaban el kapılarını çalmaya… Ekonomi bakanı, el kapılarında para ararken, meğer ne hazineler varmış memlekette. Öyle bir bolluk ki, saçına dolar sarıp, kahvesine altın tozu atan bir hanımefendi giriverdi hayatımıza. Derken, Türkiye’nin yeni zenginlerinin biraz görgüsüz olduğu sonucuna varıldı. Görgüsüzlük üzerine konuşulduğu kadar konuşulmadı bu değirmenin suyunun nereden geldiği…
Bu değirmenin suyunda, bir kara para lafı dolanırken, kara para aklama yöntemleri üzerine de bolca bilgi ediniyoruz kitlesel olarak. Biz “vay arkadaş, neler varmış, vayy be” deyip çenemizi yorarken, zenginin parası odalarca dolup taşmış. Biz züğürtler zaten pek bir hevesliyiz, zenginin parasını konuşarak kendimizi yormaya.
Siyasal islamın altın nesli, abdestli ve altınlı- dolarlı fenomenler olarak çıktı karşımıza. Eee onlar Tanrı’nın yüce kulları, bakınız Yüce Rab öteki dünyayı, ahireti beklemeden bu dünyada cenneti sunmuş önlerine.
Halkımız, imam efendilerin TikTok mecralarında vaazlarını dinlerken, “Kul hüvellâhü ahad Allahüssamed”, cennet ırmağından akan şarabı hayal ederken, tomurcuk memeli hurilerle kavuşma gününü beklerken, elhamdülillah “Atı alan Üsküdar”ı çoktan geçmiş.
“Kul hüvellâhü ahad Allahüssamed, Lem yelid ve lem yûlet” diye geçerken günler, hoop yeni bir skandal düştü önümüze. Ülkenin pek prestijli teknik direktörü ve ünlü futbolcular, bir dolandırıcılık ağına takılmış. Gazete köşe yazılarında ve manşetlerde çalkalanıyor bu gündem : “Kamuoyunda ‘Fatih Terim Fonu’ olarak bilinen dolandırıcılık suçundan elde edilen gelirin nasıl aklandığı ortaya çıktı. Mali Suçlar Araştırma Kurulu’nun (MASAK) hazırladığı rapora göre , Ali, Aslı ve Atilla Yörük çok sayıda şüpheli işlemle , milyonlarca lirayı ve doları hesaplar arasında transfer etti.”
MASAK, araştıra dursun, lakin sistemde kara para gürül gürül şelaleler gibi akmaya devam ediyor. Olan Arda ile Emre’nin paralarına oldu. “Çocuklar”, Cumhurbaşkanı’na bile gitmişler. Yetmemiş, “yüce” devletimizin derinliklerinde bir çözüm aramışlar ama bir kez kaptırmışlar parayı. Reis, tefecilere bir ayar verip, “Çocukların sorununu çözün” demiş, amma ve lakin Reis bile baş edememiş tefecilerle.
Işteee böylee! Türkiye’nin yeni yüzyılının ilk aylarında skandallar demeti düştü önümüze.
Kara para/ak para/ yoksula nah para diye tarif edebileceğimiz bu sistemde rayına oturmuş dönüyor dünya. Özetle, yeni yüzyılımızın düttürü dünyasındayız.
- Şam Düşerken - 9 Aralık 2024
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024