Türkiye’nin siyasetinde sular durulmaz, gündem sabahtan akşama kadar o suların kollarında savrulur. Bu savrulma anlarında gerçek gündemden uzaklaşırsınız usulca. Gece yarısı çıkan kararnamelerle, sabahları zam yağmuru altında uyandığınızda fark edersiniz gerçeği, o gerçeğin orta yerinde yoksullaştığınızı. Yine de vazgeçmezsiniz düşünme sistematiğinizden. Çünkü bu düşünme sistematiği, iktidarın algı çalışmalarının güdümü altındadır. Bundan dolayı, farkındalığınız bilinç seviyesine ulaşmaz-ulaşamaz genelde. Egemen sınıflar, tarih boyunca böyle sürdürmüştür sömürü düzeninin döngüsünü.
Memleket, son yıllarda yoksulluğun hırkasının ağırlığı altında ezilirken, gençler geleceğin belirsizliğinin sancısında, türlü yolların fenalığının kapılarına yönelmiştir. O kapıların ardında mafyalaşmadan cemaatleşmeye giden yollar, gençleri ya uyuşturucunun ya da dinci gericiliğin kollarına sürüklüyor. Uzun mevzu bu elbet.
Birkaç günde bu hale gelmedi memleket. Yirmi üç yıldır süren ılımlı İslam rejiminde, laiklik bir kutunun içine hapsedilmiş, devletin omurgası dinin, cemaatlerin hamurunda yeniden şekillendirilmeye çalışılırken, topluma ılımlı İslam projesinin gömleği zorla giydirilmek isteniyordu. Mücahit olarak yola çıkıp, iktidar yollarında müteahhitleşen siyasal İslamcılar, gücün zehrinde çürürken, su çoktan çürümüştü. Çürüyen suyun ortasında kulaç atarak kıyıya varmak isteyen gençler, kıyıyı göremiyordu. Koca bir toplum, iktidarın baskıları altında yitiriyordu sesini. Koca bir toplum, kör kuyuda unutulan Yusuf’un sabrıyla bekliyordu, aydınlığa çıkacağı günleri.
Hani, Ahmet Telli « Su Çürüdü » şiirinde diyor ya : « Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkta örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi… Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar… Adımdan gayrısını bilmiyorum. »
Yoksulluğun hırkasını giyen memleketin insanları, açlık ve sefalet ile esaret altına alınıyor. Açlık ve yoksulluk, toplumu yozlaşmanın kollarına sürüklerken, Saray’ın şatafatlı yaşamında türlü entrikalar dönüyor, halkı güdümüne alacak politikalar devreye konuluyor ve din, manipülasyon aracı olarak kullanılırken, yoksulluğun esareti altındaki topluma şükretmeleri öğütleniyor.
Bu kör kuyudan çıkmayı bekleyen toplum, adından gayrısını bilmiyordu. Toplumlar ne zaman esaret altına alınır bilir misiniz? Hafızasını yitirdiği zaman. Bundan dolayı egemen güçler, halkların hafızası ile oynar. Hafızasızlaştırmaya çalışır.
Adından gayrısını bilmeyen halk, sadece direniyordu. Yaşam savaşı veriyordu. Fırtınada köklerine tutunan bir ağaç gibi, dalları savrulsa da, yaprakları dallarından düşse de, tutunuyordu köklerine. Anadolu’nun köklerinde yatan erdemlere… Anadolu ki, erdem ve irfan yuvasıdır. Baba İshak’lardan bugünlere, celali bir isyan taşır bağrında… Pir Sultan Abdal’dır, Yunus Emre’dir, Şemsi Tebrizi’dir, Hacı Bektaşi Veli’dir Anadolu. Bolu Bey’ine kafa tutan Köroğlu’dur, Demirci Efe’dir, Atçalı Kel Mehmet Efe’dir! Yaşar Kemal’dir, Ahmet Arif’tir, Kemal Tahir’dir, Sabahattin Ali’dir, Nazım Hikmet’tir Anadolu ! Büyük bir kültürel zenginliği taşır bağrında. Bundandır, Saray’ın psikolojik savaşının, Yozgat’lı bir çiftçinin iki cümlesinde yerle yeksan oluşu.
19 Mart darbesi ile bahtsız ülkemizin muhalefetinin siyasetçileri esaret altına alınmaya başlandı. Anadolu’nun mazlum insanı, kör kuyuda ki Yusuf gibi sabırla beklerken, kuyunun etrafında beliren en ufak bir ışığa yönünü dönerek, yaşama tutunmaya çalışıyordu. Artık, hiç kimse güven altında değildi. Memleket doğusundan batısına kadar, koca bir hapishaneye dönüşüyordu. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Ekrem İmamoğlu ve onlarca muhalif siyasetçi… Belediye Başkanları, gazeteciler ve gençler… Ülkenin hapishaneleri dolup taşarken; demokrasi, hukuk, siyaset ise yerin yedi kat altına gömülmek isteniyor.
Kör bir kuyuda Yusuf gibi sabırla bekleyen halk, Saraçhane’de beliren aydınlığa koştu adeta. Beyazıt’ta polis barikatlarını yıka yıka Saraçhane’ye ulaşan gençler, geleceğin belirsizliğinden kurtulup, kendi kaderlerini belirlemeyi tercih ettiler, direnmeye karar vermişlerdi. 19 Mart darbesinden bu yana kitleler, kararlılıkla ve dirençle bu darbeye karşı tavır alıyorlar. Aylar geçmesine rağmen, halk hareketi direngenliğini ve kitleselliğini koruyor.
Bir yanda halk hareketi kendi yolunda ilerlerken, diğer yanda bir karikatür yüzünden kıyamet koparıldı. Geçtiğimiz günlerde LeMan dergisinde yayınlanan savaş karşıtı bir karikatürde “Muhammed” ve “Musa” adlı iki karakterden dolayı, “Hz. Muhammed tasviri” denilerek devlet erkanınca, LeMan dergisi hedef tahtasına oturtuldu. Adalet Bakanı anında soruşturma başlatırken, İçişleri Bakanı “gereği yapıldı” diye gözaltı görüntülerini sosyal medyadan paylaştı. O esnada, LeMan dergisinin önünde toplanan dinci gruplar, “Kahrolsun Laiklik, Yaşasın Şeriat. Ya onlar ölecek ya biz!” diyerek İstanbul’un göbeğinde katliam çağrısı yapıyordu. Tam da Sivas Katliamı’nın yıldönümü günlerinde adeta katliam provası yaptılar. Linç için toplanan kitlenin profili, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’ni yakan kitlenin profiline benziyordu. ‘93 yılında, Madımak Oteli’nin içinde 33 can, devlet gözetimi altında, dinci-islamcı gericilerin “yakın” emriyle katledildiler. Sivas Katliamı münferit bir olay değildi. Katliamın sorumluları ise cezalandırılmadığı gibi tam tersine ödüllendirildi. Bu katliam toplumun hafızasına kazınırken, hiçbir zaman toplumsal yüzleşme yaşanmadı.
Siyasal İslamcılar, bir karikatür için kıyametler koparırken, dini değerlere hassasiyet söylemlerinde bulunurken, “Her Cuma bir ayet sallıyorum. Bakara Makara. Bu Bakara iyi makara” diyen Egemen Bağış’a niye aynı hassasiyeti göstermediler? Tarikat yurtlarında çocuklar taciz edilirken niye aynı hassasiyeti göstermediler? Siyasal islamın karakteristik yapısı ikiyüzlüdür özünde.
Ben, bu yazıyı yazarken yine gündemler hızlıca akıyor ve değişiyor. Sabah vakti, Adana, Adıyaman, Antalya Belediye Başkanları yeni bir operasyon dalgasında gözaltına alınırken, akşama doğru gazeteci Timur Soykan gözaltına alındı. Gazeteci Timur Soykan ve CHP’li Belediye Başkanları’nın tutulduğu İstanbul Vatan Emniyeti’nin önü destek için toplanan direngen ve coşkulu bir kitle ile dolu. Amasya mitingi ise inanılmaz kitleseldi. Adanalılar ise bu sabah gözaltına alınan Belediye Başkanı Zeydan Karalar’a destek için meydanlarda. Adıyaman, Adana, Antalya meydanlarda… Halk siyasi iradesine sahip çıkmak için meydanlarda, ayakta… 19 Mart darbesine karşı direnen bu halk hareketi, onur ve haysiyet mücadelesi veriyor aynı zamanda… Demokrasi ve özgürlük mücadelesi sokaklarda, yurttaşlar tarafından örülüyor.
AKP ve Saray iktidarı zulüm ve baskıyı arttırdıkça, kitleler değişim istemini daha kararlılıkla dile getiriyor. Değişimin vakti gelmiş ise buna kimse engel olamaz.
İşte böyledir hali memleket siyasetinin… Açlığa ve yoksulluğa mahkum edilerek, iradesi elinden alınmak istenen halk, siyasi iradesine sahip çıkarken, kendi yurttaşlık bilincini de oluşturuyor. Bu bilinç demokratik ve laik bir Türkiye’nin inşasına doğru yol alacaktır elbet.
- Memleket-i Siyaset - 6 Temmuz 2025
- Eril Kültürün Şırıngası - 29 Haziran 2025
- Şeytan Üçteninde Gençler - 31 Mayıs 2025