Mart 2020’de yüz yüze eğitime ara verilip çevrimiçi eğitime geçildiğinden bu yana üniversiteler kapalı. Evet, o gün bu gündür dersler devam ediyor, bir şekilde üniversiteler kapalı değil açık ama “üniversite” dediğiniz şey sadece “ders”ten hem de ekran karşısında seyredilerek tedris edilen bir dersten, derslerden ibaret değil ki! Üniversite bir sosyal ünite; sizin de içinde yer aldığınız, sizin de bir renk kattığınız sosyal ilişkileri, dünyanın ve ülkenin farklı coğrafyalarından kalkıp kampüse gelmiş insanlarla kurduğunuz yepyeni ilişkileri, sosyal ve siyasal etkinlikleri, kulüpleri, konferansları, dersleri, sınavları, kavga gürültüleri ve elbette gırgır, şamata, eğlenceyi ama illaki dostluğu ve aşkı da içinde taşıyan bir sosyal ünite. Bu saydıklarımın ne kadarı sizin okuduğunuz kurumda var ve sadece “var” değil capcanlıysa o kadar iyi bir “üniversite”de okuyorsunuz ne kadarı yok ve/ya cılızsa sadece üniversite adı verilen bir binada okuyorsunuz demektir. Mart 2020’den bu yana bir “üniversite hayatı” dediğimiz şey bir ekrana ders anlatıp, bir ekrandan ders dinlemekten ibaret olduğuna göre kendimizi kandırmayalım, üniversiteler iki seneye yakındır ”kapalı”dır.
Üniversiteler açılacağı için ben de çok mutluyum; içim kıpır kıpır: Ekranda burnumu seyretmek zorunda kalmadan, öğrencilerimin gözlerinin içine baka baka, sınıfımda gezine dolana ders anlatmak; tahtaya bir şeyler karalamak, kahvemi yudumlamak, öğrencilerimle sohbet etmek, gelene geçene merhaba demek, dostlarla takılmak… Bunlar benim de özlediğim şeyler ama gerçekten emin miyiz bu yıl eğitim ve öğretime yüz yüze devam edebileceğimize; daha doğrusu üniversite idarecileri, daha daha da doğrusu siyasi iktidar, emin mi? Hiç sanmıyorum. Bir inat uğruna üniversitelerin açıldığını ve bu konuda kapsamlı bir planın ve programın bir SWOT analizinin olmadığını düşünüyorum. Kasım’a kalmaz yepyeni kararlar verilir gibi. Şeamet tellallığı derdinde değilim; “Yanıldım!” demeyi çok isterim ama görünen köy de kılavuz istemezmiş. Aklıma gelen sorunları sıralayayım:
1- Öğrencilerin ciddi barınma sorunları var: Ev kiraları çok ama çok yüksek; üstelik zaten evde kalan bir arkadaşınızın, tanıdığınızın yanına üçüncü, dördüncü olarak girmek gibi; mezun olup gitmekte olan arkadaşlarınızın eşyalarını, mobilyalarını alarak maliyetlerinizi düşürmek gibi avantajlarınız da yok. Çünkü Mart 2020’den sonra yavaş yavaş tüm öğrenciler evlerini boşalttılar. Dolayısıyla artık bir öğrencinin “eve çıkması” daha önceki dönemlere göre çok daha masraflı, külfetli. O tarihten bu tarihe yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz de hesap edilirse “bir öğrenci evine çıkmanın” bugün çok daha zor olduğu aşikâr.
KYK yurtlarının kapasitesi oldukça sınırlı, özel yurtlar ise evlerden bile pahalı. Tabloda[1] yer alan rakamların adı “yıllık” olsa da ücretler 10 takside bölünerek tahsil ediliyor. Bu da Ankara için en ucuz ücretin 800 liradan başlayıp 4bin 800 liraya kadar çıktığını gösteriyor. Zonguldak, Bursa, Kocaeli, Samsun gibi illerde rakamlar aylık 1000 liraya kadar yükselmiş durumda.
2- Üniversite amfi ve sınıfları pandemi koşullarında eğitim yapmaya uygun mu? Yökatlas’da belirtilen kontenjanlara kabaca göz atalım: Ankara Hukuk Fakültesi birinci sınıfının bu yılki kontenjanı 550 kişi, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi bu yıl 300 yeni öğrenciye kapılarını açıyor. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme Bölümü birinci sınıfının kontenjanı 287 kişi, Uludağ Üniversitesi Siyaset Bilimi 103 kişi; son bir örnek daha Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü birinci sınıfında bu yıl 123 kişi okuyacak ve bunların hepsi sınıflarında pandemi önlemlerine uygun koşullarda eğitim alacaklar öyle mi? Ne diyordu (rahmetli!!) Ferhan Şensoy Şahları da Vurular’da “Anlat anlat heyecanlı oluyor!”
3- Öğrencilerinin ve üniversite çalışanlarının aşılanma oranları yeterli mi bu da başka bir sorun. Aşağıdaki tabloyu Euronews’ten[2] aldım. Sağlık Bakanlığı[3] ilk doz aşılama oranının %84,74, ikinci doz aşılama oranının %64,51 olduğunu söylese de, Euronews’in Our World in Data verilerinden alarak paylaştığı 6 Eylül tarihli rakamlar aşağıdaki tabloda görüldüğü gibidir. Türkiye’nin bu tablodaki yeri, aşılama konusunda dünya ortalamasının biraz altında kaldığımızı gösteriyor; toplumun yarıdan çok az fazlası (%58,3) aşılanmış durumda.
Üniversiteler açılmalı; mutlaka açılmalı. Ancak sorunlar “görmezden” gelindiklerinde ortadan kalkmıyorlar. Yetkililerin “açtık, oldu, bitti!”nin ötesinde toplumla paylaştıkları bir yol haritaları, yazının başında da belirttiğim gibi, üniversitelerde yüz yüze eğitimin devam ettirilmesi yönünde eldeki imkanların, yetersizliklerin, fırsat ve zorlukların aklıselim ile kağıda döküldüğü -kısacası bir SWOT analizinin yapıldığı- bir strateji belgesi var mıdır; ben bundan vazgeçtim, böyle bir çalışmanın gerekli olduğunu, böyle bir planın yapılmadan ve üniversite paydaşları da bu planlamaya katılmadan verilecek kararların sonuçlarının üniversiteleri kapatarak online eğitime mahkum etmekten çok daha vahim olabileceğini idrak eden birileri var mıdır?