Sevgili arkadaşlar dün söz verdiğim gibi bugün Deniz’le ilgili anılarıma devam ediyorum.
6. Filo İstanbul’a geldiğinde ben de İstanbul’da çalışıyordum. Fırsat buldukça da gösterilere katılıyor veya kenardan izliyordum. Deniz’i ilk kez Cağaloğlu’ndaki bir izinsiz gösteride görmüştüm. Henüz tanışmıyoruz. Bizim Ankara’daki gösterilerimizden çok farklı bir görünüş. Deniz sırık gibi uzun boyuyla en önde, tam bir orkestra şefi. Arkasına dönüp elleriyle herkese yere oturmasını işaret ediyor. Herkes çöktükten sonra kendisi de çöküyor. Birden slogan atarak fırlıyor ayağa; ardından tüm kitle. Doğrusu kıskanıyorum, müthiş militan bir görünüşü var çünkü gösterinin.
Beş-on metre ileriye toplum polisi “fruko”lar barikat kurmuş. Kimsenin onlara aldırış ettiği yok. Ara sıra frukoların ayaklarının altına molotof kokteyli atılıyor, onlar da paçalarından tutuşmamak için kaçışıyorlar.
Deniz’i ikinci görüşüm, yine İstanbul’daki bir gösteride oldu. Hâlâ tanışmıyoruz. 6. Filoya karşı kanuni, izin alınmış edepli(!) bir gösteri yapılıyor. Gösteri Yeri Beyazıt Meydanı. Üniversite kapısının tam önündeki alan. Konuşmalar yapılırken bir ara kapının ardından gürültüler geliyor. Yine Deniz en önde , arkada ekibi bir heyecan fırtınası gibi gösteri alanına giriyorlar. İçimize karışmadan göstericilerin etrafında slogan atarak bir tur atıyorlar. Sloganları basit ve anlaşılır:
“LAF YOK HAREKET! HAREKET DE BEREKET!”
Kimse bu gruba karışmıyor. Havaya birkaç el silah sıktıktan sonra geldikleri gibi gidiyorlar.
Biz Diyarbakır Cezaevinden çıktıktan sonra Deniz’de ODTÜ’ye geldi ve karargah kurduğumuz 201-202 nolu odalarda kalmaya başladı. Dağa çıkmak için hazırlık yapıyoruz. Deniz bu kadar işimizin arasında muhakkak bir mavra(Deniz şakalarına mavra geçmek derdi hep.) konusu bulur bizi güldürürdü. Daha sonra Mamak Cezaevinde yan yana hücrelerde kaldığımız günlerde, mahkemeler de bu mavralar sürdü. Mahkemeler deyince bir noktayı belirtmeliyim: Mahkemelerde hiç bir zaman yargılanan durumunda olmadık. Tersine özellikle Deniz konuşmalarında karşıdaki hakimleri yargılar gibi konuşurdu hep. Onun elini hakimlere uzatarak yaptığı savunmanın resimleri her yerde yayınlandı. Ben burada inanıyorum ki, Deniz’i çok iyi anlayabileceğiniz bir anımı aktarmak istiyorum.
ÖLÜME ÇEYREK KALA … YİNE DE MAVRA
Son günler…Dışardakiler; avukatlarımız, tanıdıklarımız, bizi seven insanlar, demokratlar, devrimciler Denizlerin idamını önlemek için tüm yolları denemiş. Yüzde bir bile umut yok.
Çoktandır üçünü bizden ayırdılar .Biz ön hücrelerdeyiz. Onlar arka hücrelerde. Şimdi anımsamadığım bir nedenle çıkan arbede sonrası, cezaevi idaresi Azeri ile bana “disiplin” cezası veriyor. Hücrelerimizin sadece geceleri kaqandığı ön hücerelerden alınıp, “disipline!” edilmek için arka hücrelere konuluyoruz.
Benim için ceza değil, ödüllendirmekti bu yaptıkları. Azeri ile aramıza birer hücre koyarak hücrelere kapatıyorlar. Havalandırmaya çıkmamız yasak. Umurumuzdaydı sanki! Deniz , Yusuf ve Yusuf da birkaç hücre ilerde. Hücreler demir parmaklıklı olduğu için konuşabiliyoruz. Konuşmamıza kimsenin karıştığı yok. Üstelik cep aynalarımızla koridoru da görebiliyoruz.
Onları da birer hücre ara ile kititlemişler. İntihara karşı bir tedbir olsa gerek. Hücrelerindeki lambalar da koridora alınmış. Her hücrenin önhünde de gece gündüz nöbet tutan bir er var.
Dede’nin elinde ” Gerilla Savaşı ve Marksizm” adlı bir kitap var. Pür dikkat kitap okuyor. Kimi zaman okumayı kesip yüksek sesle yorumlar yapıyor.
Yusuf’un hücresinin duvarında Pir Sultan Abdal’ın resmi var. Bu resim önceki hücresinde de vardı. Şimdi buraya getirip asmış. Resimde, koskoca bir idam ilmiğine kafası geçirilmiş, ak libaslar içinde korkusuzca idamını bekleyen Pir Sultan Abdal var.
” Biz gidiciyiz, bu kesin. Kendinizi sıkı tutkmalısınız!” diyor Yusuf.
” Belli ki mapusluk süreci uzun olacak sizin için. Biz gittikten sonra üstünüze çok geleceklerdir. Kendinize bir uğraş bulun, bol bol okuyun, hatta ikinci bir dil öğrenmeye çalışın. Yoksa zamanı tüketmeniz kolay olmayacaktır….”
Ne diyebilirdimki can dostum. Katline çeyrek kala arkadaşlarını düşünen senin gibi bir dosta ne diyebilirdim ki? Sessizce dinliyorum öğütlerini…
Deniz, biz hücrelere girer girmez mavraya başlıyor:
” Vaay garson Ayhan(Ben bu isimle yakalandığım için Deniz bana hep garson Ayhan diye takılırdı.) Ben sana savunmayı okuma demedim mi? Yine yedektesin işte, adamların kafası kızar sayıyı yükseltirlerse sıra sana da gelecek.”
Gülemiyorum. Burnumun direği sızlıyor.Katline çeyrek kala bile mavra yapan Deniz’e şaşırmıyorum. Ne ki, böyle bir durumda mavraya katılmak gelmiyor içimden. Son anda onlarla birlikte olmaktan gizli bir kıvanç duyuyorum. Ama bunu bile belli etmemem gerekir, diye düşünüyorum.
Disiplin cezasının ikinci günü. Deniz yüksek sesle ve tane tane konuşarak anlatıyor. Nöbetkçi er pür dikkat, bir süre sonra cebinden bir küçük defter çıkarıp not almaya çalışıyor.
” Dinle Yusuf…Bizim yaptığmız resmen enayilik. Hani bizi yöneten, emirleri veren, her şeyi planlayan başkanımız:’ korkmayın sizin kılınıza bile zarar gelmez, size kimse bir şey yapamaz,” diye garantı vermişti bize. Ne oldu, hani bize verilen sözler? Yahu işin şakası yok. Bu adamlar ciddi ciddi bizi asmaya hazırlanıyorlar.Bizim başkandan ise hâlâ ses seda yok. Başkan ne kadar büyük adam olursa olsun, bakarsın o müdahale edemeden herifler bizi sallandırmışlar…”
Nöbetçi asker duyduklarını yazmaya çalışıyor ama yetişmesi olası değil. Deniz ise uzattıkça uzatıyor:
” Valla ben bir gün daha beklerim arkadaş, yarına kadar bir ses çıkmazsa bizzat kendim komutana gidip bu herifi ihbar edeceğim.
Bizi sallandırsınlar, o ise keyif sürsün olacak iş mi bu?. Sana önemli bir şey daha açıklayacağım şimdi, sıkı dur Yusuf… Bu bizim başkana benim güvenim ne zaman sarsıldı biliyor musun? Beni bir gün tek başıma yanına çağırdı. ‘İktidar ele geçirilince seni Genel Kurmay Başkanı yapacağım, ” dedi. Sana ve Hüseyin’e ise hangi makamı vereceğinin hiç sözünü etmedi. Herf herhalde bizim aramızı açmaya çalışıyor.”
Büyük bir olasilıkla hazırlıklı bir mavra bu . Çünkü hiç ikirciklenmeden Yusuf da katılıyor Mavraya:
” Seninki iş değil Deniz. Bugüne kadar hiç boyun eğmedik. Son anda ucunda kellem de olsa adımın kalleşe, ihbarcıya çıkmasını istemem. İlla ihbar edeceksen benim adımı karıştırma.”
Resmen Tiyatro oynanıyor. Yusuf’u göremesem de gülmemek için kendini zor tuttuğunu ses tonundan anlıyorum.
Nöbet değişimi olmadığı halde, nöbetçi er sessizce dışarı çıkıyor.
” Tamam zokayı yuttular, durun bakalım şimdi ne olacak ,” diyor Deniz.
Biraz sonra bir assubay geliyor:
” Deniz, komutanım sana bir şey sormak istiyor. Asker sözü veriyorum, merak edilecek bir şey yok.”
” Bu saatte merak edilecek ne olabilir ki, açın kapıyı geleyim,” diyor.
On-Onbeş dakika geçiyor, ses seda yok. Meraktan çatlayacağız. Biraz sonra diğer koğuşlara selam verdiğini duyuyoruz. Hücresine kapatılınca anlatmaya başlıyor:
” İzzet ikramı görecektiniz. Çaylar, sigaralar, arkasından nefis bir kahve. General :’ Bu sırrı koparabilirsem, kesin general olurum,’ diye düşünüyordu sanırım. Ne diller döktü adamcağız. Bizi nasıl sevdiğini, bizim ne kadar yurtsever yiğit olduğumuzu anlattıktan sonra…’ Arkanızda büyük adamların olduğunu biliyoruz. Ama görüyorsunuz işte sizi ileri sürüp, kendilerini gizlediler. Kendinizi niye harcıyor sunuz?. Seni niye çağırdım biliyor musun? Üslerim sizi yönlendiren çok büyük adramlar olduğunu çok iyi biliyor. …Ama ellerinde kesin bir kanıt yok. Söyle şu kalleş başkanınız adını, asker sözü veriyorum, kesinlikle idamınızı engelliyeceğim…”
Deniz:” Bu uzun nutku dinledikten sonra , bizden herşeyi bekleyebilirsiniz ama kalleşlik asla, eğer biz idam edilirsek ve başkandan ses çıkmazsa, arkadaşlarımız elbet Aldıkaçtı’dan hesap soracaklardır.” dedim. Sonra da birden şoke olmuş gibi davranıp sözde düzeltmeye çalıştım.
” Bakın komutan Orhan Aldıkaçtı isme rastlantıyla ağzımdan kaçtı. Kendisi bizim başkanımız falan değildi. Sakın üslerinize Aldıkaçtı başkanlarıymış, demeyin sonra hain durumuna düşerim.”
Komutanı görecektiniz, büyük bir meydan savaşı kazınmış gibi sevinçliydi:
” Yok evladım kimseye söylemem. Yine de sizin idamını engellemek için elimden geleni yapacağım.”
Deniz sözünü bitirir bitirmez hepimiz kahkahayı basıyoruz.
Bu büyük ” sırrın” komutan tarafından ciddiye alınıp alınmadığını, üstlerine iletti ise fırça yiyip yemediğini bilmiyorum.
Not: Orhan Aldıkaçtı o dönem Deniz’in sık sık kapıştığı İstanbul Hukuk fakültesi Dekanıydı.
Deniz’e ilişkin çok şey yazıldı. Ama benim tanıdığım Deniz buydu işte. Katline çeyrek kala mavra yapabilecek kadar hayata bağlı, son anda karşı tarafı “ti”ye alabildiği için sevinçli, rakiplerine bir gol daha atabildiği için alabildiğine neşeli…Hep elinde silah olan Deniz anlatıldı. Ama dopdolu yaşamasını bilen bir Deniz’di benim yoldaşım olan Deniz.
- Yapılan her şey planlı programlıdır - 5 Haziran 2020
- Nurhak Sana Güneş Doğmaz - 30 Mayıs 2020
- Yusuf Aslan - 8 Mayıs 2020