Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” adlı hikayesi, Tolstoy’un temellerini attığı Tolstoyanizm olarak anılan anarşist Hristiyanlığın el kitabı gibidir. Bu hikâyede, Tolstoy’un dini ve dünyevi görüşlerini görmemiz mümkündür.
Simon; yoksul, iyi kalpli ve dürüst bir ayakkabıcıdır. En ucuz ve en az zarif olan kürkü, koyun derisinden yapılan kürkü almak için sekiz rubleye ihtiyacı olan Simon, cebindeki üç rublesiyle kapı kapı dolaşarak borçlarını toplamak için yola düşer. Tüm borçları toplayarak beş ruble elde etmeyi hayal eden Simon, yalnızca yirmi kapik almayı başarır. Üç rublesiyle keçe bir çizme alan Simon, yirmi kapikle votka içmeye gider. Borçlarını ödemeyenlere söylenerek ve içmiş olmasına kızacak karısına karşı vicdan azabı çekerken, kendi kendini iyi bir karar aldığına dair ikna etmeye çalışarak yürür. Bu esnada, mezarlığın arkasında çırılçıplak duran bir adam görür. Önce, adamdan kendine zarar gelebileceğini düşünüp, bencilce yürümeye devam eden Simon, sonrasında pişman olup geri döner. Adamın suratına bakınca yumuşar ve kaybedecek hiç birşeyi olmadığını düşünüp, bencilliğini kenara bırakıp adamı kendi evine götürür.
Eve vardıklarında, Matriyona, Simon’un karısı, tıpkı eşi gibi adama önce bencilce yaklaşır. Daha sonra, Simon karısına Tanrı korkusunu hatırlatınca, adamın suratına bakan Matriyona yumuşar ve evdeki son ekmeği yemeleri için getirir. Adam masanın ucundan onları seyreden Matriyona’ya bakıp gülümser. O gece Matriyona Simon’a bir soru sorar: “Biz hep verdiğimiz halde, neden karşılık alamıyoruz?” Bu sorunun cevabını bulamayan Simon, ertesi günün sabahı aslında bunun cevabını adama verir: “Evet, dostum; boğaz ekmek ister, beden giyecek.” Karşılık alamamalarının sebebi aslında temel ihtiyaçlarının ne olduğunu bilmemeleridir, yani hikâyenin temel sorusunun cevabını…
Aynı gün, yabancının isminin Mihael olduğunu öğrenen Simon, onu yanına kalfa olarak alır. Bir yılın sonunda Mihael’in ustalığı ünlenir ve çevredeki herkes onlardan ayakkabı almaya başlar. Birgün, zengin ve yapılı bir adam onlardan ayakkabı almaya gelir. Burada Tolstoy, bu iri adamla hikayenin ana karakterlerinin dış görünüşlerini karşılaştırır ve şöyle yazmıştır: “Simon sıska, Mihael narin, Matriyona’nın kemikleri sayılıyordu.” Bu cümleden de anlayabileceğimiz gibi, Simon’un ve Matriyona’nın hala fakir olduğu ve bununla birlikte Mihael’in zayıflığının çirkin bir görünüş olmadığını, insanda sevgi ve merhamet duygularını uyandırabilecek bir fiziksel görünüşte olduğu vurgulanmıştır.
Bu iri adam, çok pahalı bir deri getirmiştir yanında ve bu deriyle en az bir yıl boyunca bozulmayacak bir çizme dikmelerini ister. Ölçülü yaşamayan bu adama ve adamın arkasındaki boşluğa bakan Mihael, geldiğinden beri ikinci kez gülümser. Adam gittikten sonra Matriyona:
“Böylelerine Azrail bile dokunamaz.” der. Bu sözün anlamı aslında Mihael’in ilk geldiği akşam, Matriyona’nın Simon’a sorduğu sorunun anlamıyla aynıdır. Matriyona, hala temel ihtiyaçlarını bilmez.
Mihael iri adamın istediği gibi bir uzun çizme yapmamış, yerine bir çift terlik yapmıştır. Simon, Mihael’i azarladığı sırada, adamın uşağı gelir, beyinin öldüğünü ve eşinin uzun çizmeler yerine, naaşı için hafif terlikler dikilmesini istediğini söyler. Tıpkı Mihael’in diktiği gibi…
Varlıklı adamın gelişinden beş yıl sonra, bir kadın iki kız çocuğuyla birlikte çıkagelir. Çocuklar için yazlık ayakkabılar yaptırmak isteyen kadının yanındaki çocuklara Mihael tanırcasına bakar. İkiz kızlardan bir tanesinin dizini annesi öldüğü zaman ezmiş ve bacağının sakat kalmasına sebep olmuştur. Çocukların babası, çocuklar doğmadan iki gün önce ölür, anneleriyse onları evde bir başına doğurduktan sonra ölür. İkiz kızlarla birlikte gelen kadın ise bu talihsiz ailenin komşusudur. Köydeki tek emziren anne olduğu için çocukları evine alır. Kadın, çocukların hikayesini anlatırken şöyle bir cümle kurar: “Tanrı, yaşı ikiyi bulmayan yavrumu yanına alıp, bu çocukları büyütmemi buyurdu.” Bu cümlede, kitabın bütününde de var olan kadercilik düşüncesini görebiliriz. Kadın hikayesini bitirdiğinde, Matriyona bir cümle kurar: “İnsan ailesiz yaşayabilir ama Tanrısız asla!” Böylece Matriyona’nın temel ihtiyacının ne olduğunu anladığını görürüz. Bununla birlikte, Mihael’in durduğu köşeye bir aydınlanma gelir ve evdeki diğer bireyler bu altı yıl içinde üçüncü kez Mihael’in gülümsediğini görürler. Kadın gittikten sonra Mihael, Simon’a ve karısına veda eder. Bunun üzerine Simon, Mihael’e neden yüzünün ışıklandığını ve neden yalnızca üç kere gülümsediğini sorar. Ve Mihael anlatmaya başlar: İkiz çocukların annelerinin canını alması için Tanrı onu gönderdiğinde, kadının yalvarışlarını dinleyip kadının canını almak yerine çocukları emzirebilsin diye kadının kucağına verip, Tanrı’nın sözünden çıktığını anlatır. Sonrasında da Tanrı’nın önce kadının canını almaya geri gitmesini söyleyip sonra da dünyaya bir insan olarak inmesini ve üç gerçeği öğrenmesini buyurduğunu anlatır. Bu üç gerçeği öğrendikten sonra göklere tekrar dönmesini söylediğini ve bu üç gerçeğin şunlar olduğunu anlatır: İnsanın içinde ne olduğu, insana verilen ve verilmeyenin ne olduğu son olarak da insanın ne ile yaşadığı. İlk görevi olan kadının canını aldığında ise kadının cansız bedeninin yere düşünce bebeklerden birinin dizini ezdiğini ve sonrasında yere nasıl indiğini anlatır. Burada da yine kaderciliği görebiliriz. Mihael bebekleri kadının kucağına verip de Tanrı’nın sözünden çıkmasaydı, kızlardan birinin bacağı sakatlanmayacaktı. Simon’u ilk gördüğünde korkunç bir yüz gördüğünü, geri döndüğünde ise Tanrı’nın ilahi ışığını gördüğünü söyler. Eve gittiklerinde, Matriyona’nın üstünde ölümün kokusunun olduğunu söyler, ancak Matriyona ona merhamet gösterdiğinde ise hayatın ona bağışlandığını ve Tanrı’yı kadında hissettiğini söyler. O an gülümsemesinin sebebini ise, ilk gerçeği yani insanın içinde sevgi olduğunu anladığını söyler. İkinci kez güldüğünde ise, iki sebeple güldüğünü açıklar: adamın arkasında duran eski dostu Azrail’i gördüğü için ve adamın ihtiyaçlarını bilmediğini fark ettiği için. İnsana verilmeyen şey, kendi gereksinimlerinin bilgisidir der Mihael.
Daha sonrasında ikizleri yanına alıp büyüten kadında Tanrı’nın bağışlayıcılığını hissettiğini söyleyen Mihael üçüncü gerçeğin cevabını ise bu çocuklar ve kadın sayesinde öğrendiğini söyler. İnsanların diğerlerine verdikleri sevgiyle yaşadıklarını söyler.
Son olarak da Tanrı’nın kullarının birlik içinde yaşamalarını istediği için temel gereksinimlerini sevgi kıldığını ve Tanrı’ya yaklaşmak için yapılması gereken tek şeyin sevgi olduğunu söyleyip göğe yükselir.
Aslında hikayenin başından beri yaşanan her olayda Tanrı’nın buyurduğu üç gerçeği görebiliriz: İnsanın içindeki sevgiyi, insanların asıl ihtiyaçlarını bilmediklerini ve insanın severek yaşayabileceğini… Simon’un Mihael’e yardım ettiğinde de; Matriyona’nın Tanrı’yı hatırlayıp adama sevgi gösterdiğinde hayatının bağışlanmasında da; varlıklı adamın ölçüsüzlüğünde ve Matriyona’nın kurduğu cümlede de; ikizlerin temel ihtiyacı anneleri değil de yalnızca sevgi olmasında da, üç gerçeğin üçünü de görebiliriz. Temel ihtiyacımızın sandığımız gibi varlık olmadığını görüp, asıl mutluluğun ölçülülükle ve sevgiyle geldiğini anlamamızı ister Tolstoy. Onun için asıl mutluluk Tanrı’ya yaklaşmaktır. Aynı zamanda insanlara olan sevgiyi Panteizm gibi tarif eden Tolstoy, her iyiliğin içinde Tanrı’dan bir parça görüldüğünü vurgular. Bu hikâyede, Tolstoy kaderciliği de savunurken, her kötü şeyin sonundan iyi bir şeyin olabileceğini, Tanrı’nın her zaman en doğru ve en iyi seçeneği insanlara sunacağını vurgulamıştır. Tolstoy, her dini görüşten birer parça alarak Tolstoyanizm’in temellerini atmış ve tek bir temel düşünce ortaya atmıştır: Ölçülü, severek ve Tanrı’ya güvenerek yaşayan Tanrı’ya yaklaşır, bencil olansa Tanrı’dan uzaklaşarak korkunçlaşır.
- Sevgiden nereye kadar kaçabilirsiniz? - 29 Nisan 2019
- Manuşak Ana - 22 Mart 2019