“Akıl tutulması” diye bir kavram ortaya atmıştı Horkheimer. Bizim Andımız tartışmalarına ne kadar uyar emin değilim. O “aklın” Batı dünyasındaki izini sürerken, nasılda araçsallaşıverdiğini, hakemlik vasfını kaybettiğini, manipülasyona açık hale geldiğini vb. açıklamayı hedefliyordu. Bu vesileyle bir pragmatizm ve pozitivizm eleştirisi de yapıyordu; her duruma uyum sağlayabilen öznel aklın, kavramların dilenilen şekilde kullanılıp istenilen amaca hizmet etmesini kolaylaştırdığını falan söylüyordu.
Bir Pazar yazısında siyaset felsefesi tartışmalarına gire(bile)cek değilim. Lakin geçtiğimiz haftalardan bu yana süregiden Andımız tartışmalarının şirazesinden çıkışının aklıma bu kavramı getirdiğini de söylemeden geçmeyeyim. Öyle ya, Andımız’ın yeniden ilk ve orta eğitim kurumlarında okunmaya başlanmasına dair mahkeme kararına karşı şiddetle çıkanların neden karşı çıktıklarının; siyah önlüklerini giyen menopoz teyzelerle andropoz amcaların neden iştiyakla Andımız’ı okumaya koyulduklarının izahı başka nasıl yapılır ki? Aklın devreden çıkması, araçsallaşması, ideolojik manipülasyonun bir aracı haline getirilmesi anlamında bir akıl tutulmasından bahsetmek yanlış mı olur.
“Atatürk’ün Fikir Fedaisi”
Yener Oruç, Andımız’ın yazarı Reşit Galip (tam adıyla Mustafa Reşit Baydur) ile ilgili kitabında onu böyle tanımıyor. Reşit Galip’ten ne kadar bir fikir adamı, ne kadar bir fedai çıkar tartışmalı. Ancak şimdilerde her Allah’ın günü televizyonlarda arz-ı endam eden “uzman” ve “yorum”cularla kıyaslandığında, Galip’e Allem-i cihan unvanı verilse de boşa gitmez. Hiç değilse, metne eklediğim görsele bakınca, zengin mi zengin bir kitaplığı olduğu aşikâr.
Reşit Galip genelde Andımız’ın yazarı olarak bilinir; bir de Köşk’teki yemekte Mustafa Kemal’e posta koyuşu, sevimli bir anekdot olarak anlatılagelir: Zamanında Mustafa Kemal’in de hocalığını yapmış olan Esat Sagay’ın Milli Eğitim Bakanı olmasına şiddetle karşı çıkan ve Mustafa Kemal ile bu konuda polemiğe giren Reşit Galip, tartışma esnasında “Değil seni okutmak, senin Allah’ını okutsa yine bu adam Maarif Vekili olamaz.” Deyince sofradan kibarca kovulmak istenir. O da “Bu sofra milletin sofrasıdır!” diye kalkmayı reddedince de Mustafa Kemal sofrayı terk eder.
Reşit Galip’in yukarıda anlatılandan çok daha fazlası olduğunu belirtmek gerekiyor. Belki onun için Atatürk’ün fedaisi demek biraz tartışmalı olsa da –bence- kendisini rejimin fedaisi olarak anmak hiç de yanlış olmaz. Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara’da Sağlık Bakanlığı Hıfz-ı Sıhha Dairesi Başkanlığı da yapan Doktor Reşit Galip, 1925 ara seçimlerinde mebus olur. Deli Halit Paşa’nın Meclis’te -resmî tarihin kayıtlarına “elim bir kaza” olarak giren- vurulması sonrasında Meclis’teki ilk müdahaleyi de Reşit Galip yapar. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde çalışır. Halkevleri’nin kuruluşunda ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşları aşamasında da emeği geçer. 1933’te Darülfünun’un üzerinden silindir gibi geçen Üniversite Reformu da onun Milli Eğitim Bakanlığı zamanında gerçekleşir. Andımız da işte bu sıralarda yazılır. İlk yazıldığında “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun” şeklindedir. 1972 yılında metin üzerinde bazı değişiklikler yapılır. Yeni metinde “budunum” kelimesi yerine “milletim” kelimesi getirilmiştir. Metne “Ey bu günümüzü sağlayan, ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türk’üm diyene” ilavesi de yapılır. Benim ilkokulda ezberlediğim metin de bu metindi. 1997’de metin üzerinde yeniden tadil edilir. Bu sefer “yasam” kelimesi yerine “ilkem” kelimesi getirilir (…ilkem küçüklerimi korumak…) eski (1972 versiyonundaki) metindeki “Ey bu günümüzü sağlayan, ulu Atatürk” ifadesi de “Ey Büyük Atatürk!” şeklinde kısaltılır. Andımızın son hali, artık çocuklarımı okula götürdüğüm zamanlarda okunan hali şu şekildeydi: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Cumhuriyet Amentüsü & Irkçı Metin
Belki de Andımız, Türkiye’de, okuduğu yıllar içinde tartışıldığından çok daha fazla, kaldırıldığı 2013 yılında ve Danıştay 8. Dairesi’nin 2013’teki bu kararı durduğu 2018 yılında tartışıldı. Toplum bu konuda da ortadan ikiye ayrıldı: Andımız’ı Cumhuriyet’in kutsal metni olarak kabul edenler ve onu kaldırmayı rejimle yürüttükleri hesaplaşmanın bir zaferi olarak kodlayanlar. Andımız, erken Cumhuriyet’e dair her şeyden nefret eden iktidar ile erken Cumhuriyet’i bir seküler asr-ı saadet dönemi olarak kodlayan kesimler arasındaki tartışmanın malzemesi haline getirildi. İşte yazıya Akıl Tutulması ile başlamak istememin sebebi de buydu. Aslında hiç kimsenin Andımız ile ilgilendiği yok. Tüm tartışma Andımız’ın bir erken Cumhuriyet uygulaması olması ve yazarının da rejimin en radikal isimlerinden biri olarak anabileceğimiz Reşit Galip’e ait olması.
Andımız’ı bir Cumhuriyet Amentüsü olarak savunanlar için de, bir nefret objesi, ırkçı bir metin olarak kodlayıp “Bizim marşımız İstiklal Marşıdır!” diyenler için de durum değişmiyor. Andımız ırkçı metin ise “Kahraman ırkıma bir gül” diyen ve medeniyeti tek dişi kalmış bir canavara benzeten İstiklal Marşı’nı nereye koymak gerekecek, o da ayrı bir tartışma.
Tartışma dediysek, kimsenin tartışası da yok zaten, birbirimizi suçlamak ve yaftalamak için sürekli yeni malzemelere ihtiyaç duyuyoruz o kadar. Andımız da ilaç gibi yetişti hani!
Küçüklerinizi koruyup, büyüklerinizi sayacağınız, yurdunuzu milletinizi özünüzden çok seveceğiniz