Namus Cinayetleri

En bayağı ve en aşağılık insanların aynı zamanda namus simgesi olarak kalabilmeleri, ancak bizim ülkemizde olanaklıdır! 

Dostoyevski 

Dostoyevski’nin bu doğru ve anlamlı sözü aslında salt kendi ülkesi için değil, sıınıfların ortaya çıktığı antik çağdan bu yana geçerlidir ve günümüz kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu toplumlarda güncelliğini korumaktadır. Bir sözünde de “para olmayınca, şeref ve namusun ne faydası var? Her şeyin başı para!” demişti. Parası olan ve toplumun elit kadrosunu oluşturan sıınıfların meslek haline getirdikleri namussuzluk görmezden gelinmekte ancak elitlerin dışında kalan alt sınıf mensupları için namus kavramı gündemde kalmaya devam etmektedir.  

Namus Kavramı 

Namus, farklı ülkelerin farklı kültürlerinde farklı anlamlar taşıyan bir kavramdırOrtadoğu’da, Asya ülkelerinde, Güney Amerika kültürlerinde farklı kavramlar ifade ediyorsa da ortak bir noktada bu kavram kesişiyor. Bu ülkelerde namus kavramı, bireyin gerek kendisinin ve gerekse başkalarının gözündeki değer”i anlamındadır. Namus kültürlerinde prestij ve güven zor kazanılır ama kolay kaybedilir.  

Namus kavramı Arapçadan, Türkçeye geçmiş bir kelimedir. Kökeni Yunancada kurucu ilke” olan “Nomos” kavramına dayanır. Eski Yunan şehir devletlerinde soyluların çıkarlarını koruyan ve kökeni tanrılara dayanan “thesmoi”, sözlü yasaları ifade eder. “Nomoi”, insan yapımı yazılı yasaları ifade etmek üzere kullanılmıştır. [1] 

Namus, birçok ülkede iyi ahlaklılık, doğruluk, dürüstlük ve olumlu davranışlar olarak ele alınan, bazı kültürlerde cinsel ahlakla ilişkilendirilen bir kavramdır. Doğu Akdeniz Havzası toplumlarında namus kavramı, bireyin sadece kendisi için değil, aynı zamanda toplum içinde ailesinin konumu ve şerefi ile de ilgilidir. Kadınlar genel anlamda erkeğe bağlıdır ve ailenin namusu, kadının davranışlarıyla ölçülür. Ataerkil yapının egemen olduğu toplumlarda kadınların eylem ve pratikleri, sosyal kurallara ters düşerse tüm ailenin namusunun zarar göreceği ve lekeleneceği anlayışı hâkimdir. Bu kavram gerek erkek için ve gerekse kadın için iyi ahlaklılık, onurlu olmak, dürüstlük ve doğruluk kavramlarıyla bir bütünlük sağlar.  

Namus kavramının daha çok geleneksel toplumlarda gözlemleyebildiğimiz kadarıyla toplumsal dinamikleri üzerinde kısaca duracağız. Ayrıca Türkiye gibi geleneksel toplumla, modern toplum arasında bocalayan Akdeniz Havzası toplumlarının namus kavramına bakışı, şeref, haysiyet, prestij kavramlarından neyi anladıkları konusunda kısa bilgilendirme yapmaya çalışacağız. 

Toplumsal bir değer olarak “namus kavramının tanımlamasında geldiği son aşama, erkek için “onur”, kadın için “utanç” kavramları ile bütünsellik taşır. Erkeğin kadın üzerindeki mülkiyeti evlenmeden önce, babası, amcası ve erkek kardeşleri arasında paylaşılırdı, evlendikten sonra bu mülkiyet doğrudan doğruya kocaya ve kocasının ailesine geçer. Kadın evlenmeden önce keşfedilmeyen bedeni muhafaza altına alınan ve sınırlandırılan himen, yani halk arasındaki tanımıyla “kızlık zarı” ile ölçülmektedir. Herhangi bir durumda evlenen kadın gerdek gecesinde bakire değilse, evlendiği erkek tarafından kadının ailesine teslim edilirÇünkü kadının ailesinin namusu lekelenmiş olur. Bu durum kadının ölümü ile sonuçlanan bir “namus cinayeti” ile sonlanır. Gelenek, görenek ve ahlaki normlara göre bu tür cinayetler suç değildir. Ancak yasalar tarafından suç olarak kabul edilir. 

Namus denince ilk akla gelen aidiyettir. Yani kadını bir mal, bir meta olarak görmek ve kadın üzerindeki tasarruf hakkının erkeğin kendisinde olmasıdır. 

Namus kavramı algı olarak toplumlargöre değişmektedir. Örneğin, bir kadının gülme biçimi, erkek ile arkadaşlık biçimi, sigara içmesi, eve geç gelmesi, telefonda uzun süre konuşması türü pratikleri bile erkeğin namusunu belirleyebiliyor. Dolayısıyla namus salt bekâret, cinsel saflık değildir. Aynı zamanda namus, gülmemek, gezmemek, sevmemek, televizyonlarda bazı programları izlememek, arkadaşlarının evine gitmemektir. Namus aynı zamanda erkeğe, ev halkına itaat etmektir, boyun eğmektir.  

Namus kültüründe erkeğin güçlü ve baskın olması, kadının da biat etmesi, itaatkâr olması, toplumsal cinsiyet kurallarının kendisine biçtiği rolü iyi oynaması gerekir. Kadının cinsiyet konusunda namus ve iffetini koruması, eşi dışında başka kişilerle yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek pratiklerden kaçınması gerekir. Namus konusunda kadının saygınlığını koruması, insan ilişkilerinde ailenin ismini kötüye çıkacak davranışlardan kaçınması, itibarını ve iffetini tehdit eden her türlü küçük düşürücü, aşağılayıcı davranışlardan uzak durması, kocasının ve ev halkının nazarında cinsellik içeren hareketlerden kaçınması, ailesini lekeleyecek davranışlara tevessül etmemesi, toplumun biçtiği rollerin bazılarıdır. Bu roller Akdeniz Havzası toplumlarında ağırlıklı, hem Arap coğrafyasında, hem de Asya’da geçerlidir. Arap atasözü der ki “bir erkeğin namusu, kadının apış arasıdır.” Bu tür pratiklerde erkeklerin namusu kendilerinden değil, ailelerindeki kadın cinsiyetinden kaynaklanmaktadır. Türk atasözünde de “adamı rezil eden de, vezir eden de kadındır, ifadesi geçmektedir. Kadınla ilgili pratiklerin kontrol altında tutulması, namusun korunması görevi evli olduğu erkeğe verilmiştir. Namus kültürlerinde cinsiyet rolleri, erkeğin namus konusunda hassasiyetini gerektirmektedir. Dolayısıyla kadının kendisine düşen rolü iyi oynamamasının faturası erkeğin namus ve şerefinden sorulur. Türkiye gibi toplumlarda fatura, kadının bedeni üzerinden en ağır biçimde kesilir. Burjuvazi için, kapitalist üretim ilişkilerinin ve zihniyetten doğan eylemlerin, toplumsal cinsiyet ayırımının, ataerkil yapının tahakkümünün devamı adına kadının namus kavramıyla itibarsızlaştırılması, emek sömürüsünün engelsiz yürütülmesi ve sisteme entegrasyonu için gereklidir. 

Kadının tahakküm altına alınması için ataerkil bir toplum ve devlet düzenine her zaman ihtiyaç duyulur. Çünkü namus kavramıyla kadın bedeni üzerinden erkeğin kontrolü sağlanmakta ve bu tahakküm hem toplum tarafından hem de devlet aracılığıyla meşrulaştırılmaktadır. Ataerkil yapıyı devlet kurumları desteklemiyorsa, kadın üzerindeki tahakküm kısmen olsun sınırlanabilir. Toplumsal yapı içinde yer alan eğitim sistemi, din ve Diyanet türü ortak algı formları üzerinden kadına yönelik şiddet ve tahakkümün kurulduğu biliniyor. Ancak Türkiye ve benzeri namus cinayetlerinin fazla görüldüğü ve cehaletin kol gezdiği ülkelerde töre cinayetlerinin de mevcut burjuva devlet düzeninin sürdürülmesinde ne tür algı yarattığını görebiliyoruz.  

Feodal dönemden sömürgecilik dönemine; günümüz tekelci kapitalist dönemine kadar geçen süreçte ekonomik, politik, sosyal ve kültürel gelişme aşamalarında kadın bedeni üzerinden cinsel denetim girişimlerini namus olgusuyla birlikte toplumsal yapı ile devletin rolünü açıklamıştık. Ataerkil yapıya geçişle başlayan kadın bedeninin cinsel denetimi, erkek egemen yaşam tarzının temel direği olmuştur. Kadınların toplum içinde davranışlarını belirleyen namus olgusu, kadınların kamusal ve dolasıyla siyasal alandan dışlanmala [2] sonucuna yol açmıştır.  

Ülkemizde namus kavramının çok az farklılık göstermesine rağmen, Araplarda, komşu ülkelerde ve Latin Amerika’daki gibi onur, iffet ve utanma duygusuyla eş anlamlı kullanıldığını görüyoruz. İffet ve namus, kadınların cinsel saflık, utanç ve kızların bakirelik formlarının yanı sıra kadının ve ailesinin saygınlığı, ahlaki konumu ve övüncü kapsar. 

Kavram itibariyle namus, kültürel ve sosyal kurallardan çıkmıştır. Namus ile ilgili en önemli sosyal kurallar olan cinsellikte erkekler, aile bireylerinin onurunu ve saygınlığını korumak ve devam ettirmek için her zaman toplum kurallarına uygun davranışlar sergilemek zorundadır. Namusun korunmasında sadece erkeğin çabası yeterli değildir. Aynı zamanda kadının, aile bireylerinin de bu kurallara uygun davranmaları istenir. Kadın, toplumun belirlediği namus ile ilgili davranışların dışına çıkarsa hem kendisinin, hem eşinin ve hem de aile bireylerinin saygınlığının, iffet ve şerefini pazara çıkarmış olur. Namusu lekelenir, dolayısıyla aynı havayı teneffüs ettiği semti terk etmek zorunda kalabilir. Böyle durumların erkekliğin gereği namusunun yeniden yapılandırılması için namusunu zedeleyen kişinin cezalandırılması gerekir. Bu da kadının ölüm fermanıdır. Bunu yapan erkek, toplumda namuslu sayılır. Çünkü Türkiye’de aile yapısı, muhafazakârlığın kalesidir, direnme odağıdır.  

Namus ile bağlantılı en önemli form bakirelik ve cinsel saflıktır. Genç kızlar, evleninceye kadar bekâretini korumak zorundadır. Bekâretin önemi “kız” ve “kadın” ayırımında görülebilir. Kadınlar evleninceye kadar kız olarak isimlendirilir, evlendikten sonra adı “kadın” olur. Başbakanlığı sırasında AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 04.06.2011 tarihinde Konya mitinginde Hopa’daki olayları protesto ettiği sırada polis müdahalesiyle kalçası kırılan Halkevleri Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş için “o kadın, kız mıdır, kadın mıdır?” diye nitelemesi, toplumsal yapının içinde bulunduğu utancın bir parçası olduğunu göstermiştir.  

Gelenek ve görenekler, töreler, din, ahlak kuralları, toplumsal değer yargıları erkek ve kadının davranışlarını belirleyen en önemli normlardır. Geleneksel kültürün hâkim olduğu coğrafyalarda törelere göre davranmak bir zorunluluktur. Bazı davranış formları yasalarda suç sayılmazsa da aynı davranışların törelere göre suç sayıldığı ve cezalandırıldığı sık görülen bir olgudur. Örneğin, aile büyüğünün söz ve emirlerini hiçe saymak, karşı gelmek, kızın isteği dışında başkasıyla evlendirilmesine yönelik isyanı, evden kaçma türü davranışlar, suç sayılmaz, törelere göre cezalandırılması gereken davranışlardır. Örneğin kan davası türü kültürel yapıda adam öldürmek yasalara göre suçtur, törelere göre suç değildir. Dolayısıyla törelerin suç saymadığı davranışlara yönelmenin bölgelere göre hoşgörü ile karşılandığı biliniyor. 

Töre, bir toplumun yazılı olmayan Anayasasıdır .”Bir toplumda yazılı olmayan, gelenekleşmiş kanun ve kurallardır. Özellikle halk dilinde hukuk veya mahkeme anlamlarında da kullanılır”. Töre ve töre cinayetleri ayrı bir makale konusu olarak incelenebilir. 

Namus Cinayetleri 

Aldatmak, zina, evlenmeyi ret ve boşanmaya çalışmak ya da tecavüze uğramak tipi pratikler nedeniyle kadınlara ve genç kızlara yöneltilen “töre ve namus” gerekçesiyle yapılan saldırıların % 90’ı cinayetle sonuçlanmaktadır. Bu uygulama en çok Doğu Akdeniz Havzası toplumlarında görülür. Bu havzanın içinde ne yazık ki Türkiye ilk sıradadır. 

Namusa yönelik cinayetler, salt günümüzde görülen bir olgu değildir. Kökenine bakıldığı zaman, tarih öncesine kadar dayanır. İnsanlığın yerleşik yaşam biçimine geçtiği tarım topluluklarından itibaren görülen bir olgudur. Toplumların eril nitelik taşımasının en önemli nedenlerinden bir de insanın, insana ve doğaya tahakküm etme isteğidir. [3]  İnsanın insana tahakkümü, erkeğin kadına, çocuğa tahakkümü ile başlamıştır. Ardından gelen güçlünün zayıfa tahakkümü ile devam eden bu önüne geçilemeyen içgüdüler, istek ve açgözlülük, giderek ataerkil düzene evrilmiştir. Ardından da toplum ve devlet kavramlarının ortaya çıkması ile sürmüştür.   

Tarih öncesinde Mezopotamya’da Sümerlerde, Babillerde, Antikçağ’da Yunanlardan günümüze kadar ataerkil iktidarın varoluş mücadelesi birinden diğerine adeta kodlanmıştır. Bilinen en eski kanun koyucu M.Ö 2350’li yıllarda yaşadığı kabul edilen Lagaş Kralı Urukagina’nın “Reformlar Talimatnamesi” ile kadının birden fazla erkekle evlenmesi uygulamasını kaldırmasından, Hammurabi, Hitit ve Orta Asur kanunlarında bekâret bozma, zina ve zina iftirası, tecavüz gibi çeşitli eylemlere ölüm cezası öngörülmesi konunun tarihi derinliğini göstermektedir. Milattan önce binlerce yıl geriye giden erkek yanlı düzenlemeler, günümüze kadar Avrupa ve Türk ceza hukukunda değişik dozlarda yer almıştır. [4] Çünkü ataerkil sembolik iktidar, ölçüsü ve görünümü değişmekle birlikte [5]  modern kapitalist toplumlarda da hüküm sürmektedir.  

Sınıflı toplumlara geçiş ile birlikte özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkması ile eş zamanlı eril tahakkümü ile birlikte kabileler arası savaşta güçlünün ön plana çıkılması, tarımsal üretim araçlarının gelişmesi, fazla ürün alınması ve kendi nesline miras yolu ile bırakma arzusu kadınların doğurganlık özelliği nedeniyle, doğacak çocukların kendi soyundan geldiğine ilişkin emin olma istekleri, kadın bedenlerinin cinsel denetimine yol açmıştır. Namus kavramı da kadın bedeninin cinsel denetiminin doğurduğu erkek çocuk olgusu ön plana çıkmıştır. Belki de ilk namus cinayetleri çocukların kendi soyundan geldiklerine ilişkin şüphedir. Kadınlık formundan bahsederken “bakirelik” koşulu ön plandadır. Ataerkil yapıda namus ve bekâretin ilişkilendirilmesinin bir nedeni de yukarıda bahsedildiği gibi “soyun” saflığıdır. Akdeniz Havzası toplumlarında namus ve bekâretin önemsenmesinin en belirgin nedeni soyun saflığı, yani doğan çocuğun evli olduğu erkekten olmasıdır. 

Türkiye’nin halen bazı kesimlerinde uygulanan evlilik sonrasında girilmesi gereken ilk cinsel ilişki sonrası kadının, erkeğin aile üyelerine bekâretini kanıtlamak için ‘kanlı çarşaf’ göstermesi geleneği sürüyor. Kadının ‘namuslu’ olması onun ailesindeki erkekleri de ‘namuslu’ yaptığından dolayı erkeğin değil, yalnızca kadının bekâretini kanıtlaması yeterli görülmektedir. Kadının o gece gösterdiği bekâret, evlenmeden önceki ailesinin ‘namusunu’ etkilemektedir. Ancak ondan sonra kadının mülkiyeti, eşi ve ailesi tarafından [6] paylaşılabilir. Böylece kadına yüklenen namus kavramı da toplum tarafından kocası ve kocanın ailesi aracılığıyla kontrol edilir. 

Feodal dönemde erkeğin kadın üzerindeki mülkiyet hakkı Friedrich Engels’in deyimiyle Roma Aile Tipini doğurmuştur. Bu aile tipinde baba, ailesi içindeki kadınların, çocukların ve kölelerin mülkiyet hakkına, onları öldürme yetkisine de sahipti. Roma aile tipine dayanan ‘mülkiyet ve öldürme hakkı ve yetkisi’ namus olgusu aracılığıyla erkekler üzerinden nesillere devredilerek kültürün bir parçası haline gelmiş, geleneksel ve modern aile yapıları içerisinde de varlığını sürdürmüştür” [7] 

Elbise değiştirir gibi sevgili değiştiren zengin aile mensubu genç kızlara magazin dergilerinde yazıldığı gibi “sosyete sevgili değiştirdi” türü başlıklarda çıkan haberler ile ilgili taraflar ayıplanmamakta, toplum tarafından da fazla yadırganmamaktadır. Yoksul bir aile kızının zenginlere özenme arzusu yüzünden bir erkekle görüldüğü veya modaya uygun elbise giydiği zaman “or…spu, fa…işe” damgası bir leke gibi alnına yapışmakta ve kendi ölüm fermanını imzalamaktadır. Fail için ise “namus” cinayeti adı altında cezasına indirime gidilmektedir. Yoksulun gayrimeşru çocuğu olursa “piç”; zengininkine “aşkın meyvesi!” Yoksul erkek kız peşinde koşarsa “sapık”, zengin koşarsa “çapkın” olur. Yoksul çalarsa “hırsız, zengin çalarsa “yolsuzluk olur.” Bunlar gibi örnekler çoğaltılabilir. Kapitalist üretim sisteminin hâkim olduğu toplumlarda, hukuk, siyaset, ekonomi kurumları ve bunların içindeki devletin polisi, adliyesi, savcısı, diyaneti, imamı, bankası, hatta esnafı yani tepeden tırnağa resmi ve gayrı resmi kurumların sınıfsal tahlilde elit sınıfın emrinde olduğu bilinen bir olgudur. Dolayısıyla her türlü suç, günah, hak gaspı, dolandırıcılık, namussuzluk, fuhuş, gayri meşru işler ve akla gelmeyecek her türlü pratikler zengin için mubah, yoksul için yasaktır, utançtır. Görüldüğü gibi “namus” kavramı da sınıfsaldır. Olup bitenler salt Türkiye için değil, tüm kapitalist ülkeler için geçerlidir.  

Sınıf tanımları, cinsiyet açısından ele alındığında üretim araçlarının mülkiyeti ve kullanımı erkeklere aittir. Ekonomideki aktif güç de doğal olarak erkeğe verilmiştir. Dolayısıyla erkeklere nazaran kadınların piyasaya katılımı sınırlıdır. Bu olgu erkek ve kadın arasındaki ücret farkına yansımakta, kadının sosyal sınıf açısından konumunu ikincilleştirmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temelinde üretim araçlarının kullanımı ve özel mülkiyet anlayışının erkeğe sahip olma hakkını vermesi, cinsiyete yönelik yüklemeler ve ataerkillik anlayışına dayalı olması, toplumsal cinsiyetin temel noktasını oluşturur. [8] 

Marksizm’de cinsiyet hakkında temel bilgiler, Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyeti ve Devletin Kökeni” adlı eserinde görüyoruz. 

Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin (UNODC) Kasım 2018’de açıkladığı Küresel Cinayet Raporu’na göre 2017 yılında dünyada 87.000 kadın öldürülmüştür. Bu kadınların yüzde 58’i aile üyeleri veya eşleri, sevgilileri ya da eski eş veya eski sevgilileri tarafından öldürülmüştür. Yine BM raporlarında her yıl en az 5.000 kadın namus cinayetlerine kurban gitmektedir. BBC’ye göre bu rakam yıllık olarak 20.000’dir. Şüpheli ölümler ve faili meçhul ölümler sayıya dâhil edilmemiştir. Değişik ülkelerde namus cinayetleri farklı adlarla anılır. Örneğin İngiltere’deki adı “onur cinayeti”dir, aile onurunu zedelediği için. Akdeniz Havzası ülkelerinde Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ( UNFPA ) tespitlerine göre namus cinayetlerinin genel cinayete olan oranları Cezayir (% 27), Fas (% 25), Sudan (% 14), Ürdün (% 21), Tunus ve Lübnan (% 8)’dir. [9] . Başbakanlık İnsan Hakları Müdürlüğü tarafından Haziran 2008 tarihinde, sadece İstanbul’da her hafta 1 namus cinayeti gerçekleştiğini rapor edilmiştirSon beş yılda namus cinayeti 1.000’in üzerindedir. Çoğu kez resmi rakamlar da birbirini tutmamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü verileri ile kadın platformlarının verileri uyuşmamaktadır. Herhangi bir gensoru verildiği zaman da Bakanlığın verdiği rakamlar çok daha farklı olmaktadır. Ne yazık ki, TÜİK bu konuda ya araştırma yapmamış, veriler ya çarpıtılmış, ya da gizlenmiştir. 

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2018 verilerine göre, erkekler tarafından aynı yılın Ocak ayında 28, Şubat’ta 47, Mart’ta 25, Nisan’da 30, Mayıs’ta 37, Haziran’da 39, Temmuz’da 37 kadın cinayetinin işlendiği Türkiye’de, namus cinayetleri özelindeki rakamların son 10 yıldaki seyri de ciddi alarm vermektedir. 

Namus cinayetleri kadının toplum tarafından cinsel normlardan saptığı şüphesiyle öldürüldüğünü yukarıda açıklamıştıkTürkiye‘de 2003 yılından bu yana verilen resmi rakamlara bakıldığında her yıl 200 den fazla kadının töre cinayetlerine kurban gittiği anlaşılmaktadır. Ölenlerin yaklaşık % 90’ının eş, eski eş, sevgili, eski sevgili, akraba ve tanıdıklar tarafından infaz ediliyor. Katledilen kadınların önemli bir bölümünün töre cinayeti adı altında “namus” yüzünden öldürüldüğü biliniyor.   

2006 raporunda “Töre” cinayetlerinin nedenlerinin incelendiği bu cinayetlerden 322’sinin “namus”, 318’inin “aile içi uyuşmazlık”, 159’unun “yasak ilişki”, 109’unun “kan davası”, 95’inin “cinsel taciz”, 35’inin “tecavüz”, 33’ünün “gelin alıp verme” ve 19’unun diğer namus nedenleriyle işlendiğine dikkat çekiliyor. [10] Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı’nın raporunda şu veriler dikkat çekicidir: Cinayetlerin % 30’u “namus”, % 29’u “aile içi uyuşmazlık”, % 15’i “yasak ilişki”, “ 10’u “kan davası”, % 9’u “cinsel taciz”, % 4’ü “tecavüz”,  % 3’ü de “diğer” nedenlerden işlenmiştir (rakamlar küsuratlıydı, tam sayıya tamamlanmıştır). Cinayetlerin dağılımına baktığımız zaman Marmara Bölgesi ilk sıradadır. Ege Bölgesi, İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri takip etmektedir. Namus cinayetleri ile ilgili kesin, aydınlatıcı ve şeffaf bir bilgiye ne yazık ki henüz ulaşamadık. Elimizdeki veriler de 10 yıl öncesi verilerdir. Sonraki verilerde rakamlar birbirinden çok uzak olduğu için yayınlama gereğini duymadık. 

Veriler, 2015 tarihinde Dicle Üniversitesi tarafından Diyarbakır’da yapılan panelde açıklanmıştır.  Başbakanlık İnsan Hakları Müdürlüğü’nün Haziran 2008 tarihli bir raporu, sadece İstanbul’da her hafta 1 namus cinayetinin gerçekleştiği bildirildi[11] Namus cinayetleri çoğunlukla 15 yaşından küçük aile bireyi erkek çocuklarına yaş ve ceza indirimi nedeniyle yaptırılıyor. Çocukların ifadelerinde genellikle “pişman olmadıkları” yönündedir. Abla katili çocuklar, cezaevlerinde “kahraman gibi karşılandıklarını basından çıkan haberlerden öğreniyoruz. Örneğin 6 Haziran 2000 tarihinde cesedi bulunan 13 yaşındaki Naime Salman’ın önce intihar ettiği, ancak yaşları 18,35 ve 37 olan üç ağabeyi tarafından 35 yaşındaki bir adamla evlenmek istemeyince Sadabat Viyadüğünden aşağı atıldı. Failler önce ömür boyu hapis olarak belirlenen cezaları ağır tahrik indirimi sonucu 4 yıl 5 ay ile 12 yıl 6 ay arasında indirilmiştir.  Yine aynı şekilde 22 yaşındaki Güldünya Tören adlı bir kız İstanbul’da akrabası tarafından tecavüze uğrayarak hamile kaldığı gerekçesiyle 1 Mart 2004 tarihinde aile kararıyla kurşunlanarak öldürüldü. İki kardeşi Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, 18 yaşını doldurmamış kardeşi 14 yıla, iyi hal indirimi yapılarak 11 yıl 8 aya indirilmiştir. 2016 tarihinde evli ve bir çocuk annesi olan Zümrete Eker, gördüğü şiddet üzerine evden kaçtığı için aile meclisinin aldığı kararla tüfekle öldürülmüştü. 17 yaşındaki fail kardeşi önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış, ancak yaşı 18’den küçük olduğu için 17 yıl 6 aya indirilmiştir. Bunlar gibi yüzlerce örnekler vardır. Kısacası kadının kendi hayatı ve bedeni üzerinde vermiş olduğu kararları erkek bakış açısı ile değerlendirip cezai yaptırımları buna göre belirlemektedir. 

Sonuç 

Kadınlar, kapitalist üretim sisteminin hâkim olduğu tüm toplumlarında kendilerine biçilen cinsiyet rolleri yüzünden şiddete maruz kalıyorlar. Çalışmaları engelleniyor, evi terk etmek zorunda kalıyor, çocukları ellerinden alınıyor, tehdit ediliyor, kocalarının ya da eski eşlerinin tecavüzüne uğruyor, telefonlarına el konuluyor, casus yazılımlar yazılıyor, günlerce, haftalarca ve hatta aylarca takibe uğruyor, yıllar boyu fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılıyorlar. Kadınlar uğradıkları şiddet türleri yüzünden hayatları cehenneme dönüşüyor, yalnız bırakılıyor, ebeveynleri bile sahip çıkmıyor, toplumdan izole edilmeye çalışılıyor, en kutsal hakkı olan yaşam hakkı bile çok görülüyor, öldürülüyor. Bu insanlık dışı uygulamayı başta aileler olmak üzere, toplumsal yapı ve sermaye devleti bile rıza gösteriyor. 

Namus cinayetlerinin tarihi süreç içinde kat ettiği gelişime baktığımızda bu olgunun sosyo-ekonomik, toplumsal yapıya yani sınıfsal temele yaslanan politik bir sorun olduğunu görürüz. Namus formunun erkeğin kadın bedeni üzerinde bir tahakküm aracı olarak toplumsal örgütlenmede, kurucu bir rol aldığı aşikârdır.  

Namus cinayetleri bireysel eylem değildir. Ailenin ve toplumun dâhil olduğu bir suçtur. Namus cinayetlerinin nedenleri incelenirken oldukça kapsamlı bir şekilde ele alınmalıdır. Cinayetlerin altında toplumsal kültür ve değer yargıları yatmaktadır. Kırsal yöre kültürü de etkindir. İncelememizde namus cinayetlerinin daha çok tarım toplumundan kalan bir pratikler bütünü olduğunu gördük. Kırsal alandan gelip, kent kültürü ile uyum sağlayamayan ailelerde bu cinayetlerin sıklıkla görüldüğüne tanıklık ettik. Bu demek değildir ki cinayetler salt kırsal kültürle ilgilidir. Aynı zamanda kent kültürünün önemli bir sorunudur.  

Ülkemizde namus cinayetlerinin bazı sosyal ve kültürel faktörlerin ön planda olduğunu görebiliyoruz. Bunlar: Ataerkil yapı ve toplumsal değerler, İtaat ve bağlılık kültürün yeniden üretilmesi, temelini feodaliteden alan aşiret kültürü ve geniş aile yapısı ve dinsel ilişkilerin yaygınlığında görebiliyoruz. Temeli de tamamıyla ekonomiktir. Töre / namus cinayetleri sınıfsal karakter arz ettiği alt sınıflarda görülen bir olgudur. Namus cinayetlerinin artış göstermesi aynı zamanda kadının itaatini, ailesine, toplumun değer yargılarına, mevcut sermaye devletine olan bağlılığı gerektirir. Dolayısıyla kapitalist üretim ilişkilerinde itaatli ve sisteme entegre olmuş, ehlileştirilmiş kadının emeğinin sömürülmesi çok daha kolaydır. 

Namus kavramı tüm toplumu etkilediğinden kadın üzerinden ağır denetim yükü nedeniyle kadının tüm eylemleri, hareket tarzı kısıtlanmakta, özgürlüğü sınırlandırılmakta, hatta öldürülmektedir. Bu tür davranışlar da erkeğin kıskançlık durumuna göre değişebilmektedir. Erkeğin aşırı derecede kıskanç olduğu tıp dilinde Othello sendromu geçirdiği durumlarda kadına halk tabiriyle rahat yüzü yoktur. Bu sendrom, patolojik kıskançlık olarak da adlandırılan, kişide saplantılı düşüncelere neden olan tedavi edilmesi gereken hastalıktır. 

Kadın bedeni üzerinde tahakküm kuran erkeklerin, aynı zamanda emeklerine de sahip olmak istedikleri biliniyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek, namus, töre ve diğer biçimlerde işlenen kadın cinayetlerinin önüne geçmek için yapılacak hukuksal düzenlemeler çözüm değildir. Kapitalist üretim sistemi devam ettiği sürece evrensel düzeyde düzenlemelere gitmek de çare değildir. 

Düzen savunucularının bulduğu çözümler, temel çözüm değildir. Bunlar, okur-yazar oranlarının yükseltilmesi, kadın ve ailenin eğitimi, TSK ile işbirliği yaparak askerdeki erkeklere eğitim verilmesi, kadın sorunlarına kulak verilmesi, medyanın kendisine düşen görevi düzgün yapması, eğitimin yaygınlaştırılması, kadınların okuryazar oranlarının yükseltilmesi, ceza yasalarında değişiklik yapılması, cezaların ağırlaştırılması vb. öneriler uzar gider. Eğer bunlar çözüm olsaydı, eğitimde en yüksek olan İsviçre’de, İngiltere’de veya başka Avrupa ülkesinde kadın cinayetleri olmazdı. Bu öneriyi yapanlar, aslında tüm cinayetlerin sorumlusu olan kapitalist sistem olduğunu bile bile toplumu yanlış yönlendirmektedirler. 

Ataerkil yapı toplumun yalnız hukuk sisteminin belirlenmesi değil, aynı zamanda eğitim, kültür, toplumsal sınıfları, statüyü, sağlığı ve yargıyı belirlemektedir. Kadını ayrı bir kategoriye koymak, insandan saymamak, toplumsal cinsiyet ayırımı üzerindeki eril şiddetinin, kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüzün, çocuk istismarının müsebbibi olan ataerkil yapının yıkılması ile birlikte buna bağlı olana eğitim sisteminden tutun da statünün, yargının, Diyanetin, kültürel yapının birlikte değiştirilmesini ve yapılanmasını gerektiren oldukça ciddi ve bir o kadar da zor görünen değişimlerdir. Bunun için de kapitalist üretim sisteminin temelden değişmesi gerekir özgür kadınlar için, özgür çocuklar için, özgür toplum için…  


[1] Büşra Topçu, Elif Baş, “Sosyolojik açıdan namus kavramına bakış: Trabzon ili örneği (Sosyoloji Dergisi, Sayı 32, Yıl 2018. Erişim tarihi: 7 Eylül 2020) 

[2Pınar Ecevitoğlu, Namus, Töre ve İktidar (Ankara, Dipnot Yayınları, 2015) 

[3Catharine Alice MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, Çeviri: Türkan Yöney (Metis Yayınları, İst. 2015)  

[4] Binnur Çelebi, Eskiçağ’da Kadın (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst. 2015) 

[5] Mehtap Hamzaoğlu, Emrah KonuralpTürkiye’de Kadına Karşı Şiddetin Sembolik ve Doğrudan Biçimleri: Namus Olgusu ve Namus Cinayetleri (Adli Tıp Bülteni, 2019; 24(3): 226-235) 

[6] Gizem Yazlı, Kadın Bakışından Namusa Atfedilen Anlam ve Sosyal Kontrol İnşası (Hacettepe Üniversitesi, Sosyoloji Anabilim Dalı, Ankara, 2019) 

[7Friedrich Engels, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. 8. Baskı. Ankara: Sol Yayınları; 1986. 

[8] Mustafa Kale & İmray Nur, Karl Marx ve Marksist Teori Açısından Eğitim ve Toplumsal Cinsiyet (Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13 (1), Haziran 2016) 

[9]  https://tr.qaz.wiki/wiki/Honor_killing 

[10]  Ayşe Durukan, Emniyetten 15 İlin Töre Cinayeti Haritası (Bianet, 22 Ağustos 2006)                                                                                                                                                                                       

[11] Töre/Namus Cinayetlerinde Gelinen Son Nokta ve Çözüm Önerileri Paneli (Haberler.com, 10.03.2015) 

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)