Elbette ki ideal olan devletsiz, ağasız, vatansız, milletsiz, sınırsız, bayraksız, ordusuz, silahsız, sınıfsız; asla dil, din, cinsiyet, tür ayrımı yapılmayan; asla insanların doğayı çekirge sürüsü gibi yok edecek bir hızla üremediği; herkesin aldığı kadarını doğaya geri verdiği; kimsenin hiçbir çıkar için asla birbirini katletmediği; dünyadaki bütün zenginliklerin eşit olarak paylaşıldığı, barışa endeksli bir dünyada yaşamaktır.
Ama ne yazık ki bu yaşama modeli şu an için sadece bir düştür.
Uluslar da vardır, vatanlar da devletler de bayraklar da ordular da silahlar da hesaplar da çıkarlar da nefretler de!..
Şayet vaziyetimiz bu ise, insan gibi insanlara düşen görev de en azından bu verili negatif gerçekliği biraz daha âdil kılabilecek objektif bakış açıları ve çözümler üretmektir.
Bu âdil ve objektif bakış açısı bizi bazen içinde yaşadığımız kaotik gerçeklik nedeniyle bir yanlışı bir yanlışla haklı çıkarmak durumuna düşürse bile, halihazırdaki yaşama formatımız bize çoğunlukla başka bir seçenek bırakmamakta, hepimizi zaman zaman kaçınılmaz paradokslara mahkûm etmektedir.
Neyden mi bahsediyorum? Elbette ki Kürt halkının bağımsız bir ulus devlet olma arzusundan. Ne zaman bu konu gündeme gelse, birtakım kesimler hop oturup hop kalkar. Çoğunluk, durumu hiç sorgulamadan, artık iliklerine işlemiş olan Kürt düşmanlığı yüzünden hırsla karşı çıkar Kürt ulusunun bu isteğine… Ağzını doldura doldura “Ya sev ya terk et!” der; ama bitimsiz aşağılamaları, yasakları ve zulümleriyle ne sevmesine ne terk etmesine izin verir.
Biraz daha sağduyulu olan azınlık ise ilkesel olarak hak verir; fakat, “Bütün dünyaya karşı faşist olan Amerika ya da İsrail gibi devletlerin desteğiyle kurulacak bir ülkeden hayır gelmeyeceği,” gibi itirazlarla şerh koyar desteğine… Ki teorik olarak doğru söylemektedirler belki; ama realitede kazın ayağı hiç de öyle değildir.
Şimdi bu kesimlere birkaç söz söylemek istiyorum. Dilerim ki bütün ön yargılarını ve klişelerini bir tarafa bırakarak, vurgulamak istediklerimi en doğru yerden anlamak arzusuyla okur; bir kez olsun, bugüne kadarki subjektif düşünce sistematiklerini sorgulamayı denerler.
Evet, çok doğru söylüyorsunuz; bu kurtlar sofrası dünya düzeninde kimsenin, değil Kürde, hiçbir halka gül hatırı için destek vermeyeceği açıktır. Hele ki söz konusu olan Amerika ve İsrail ise… Kim ki bunun aksini iddia eder, kargalar bile güler ona. Ama o pek bayıldığınız ulus devlete endeksli yaşama kurgusunda Kürtler için başka bir seçenek var mı arkadaşım? Varsa söyleyin, biz de öğrenelim.
Siz içinde insanlık olarak debelenip durduğumuz bütün bu paradokslara itiraz edip, dünyayı ulus devlet suçundan arındırarak üst düzey toplum modelleri kurgulayıp, hayatı daha yaşanır bir hale getirmek için mücadele veriyorsunuz da onlar mı katılmıyor? Siz devlet olmaktan feragat ettiniz de onlar mı, “Yok, biz ille de devlet olacaz,” diye tutturuyor? Siz o insanların yüz yıldır en korkunç yasaklarla gasp ettiğiniz en temel haklarını teslim ettiniz; aşağılamaktan, ötekileştirmekten, faili meçhul etmekten, zulmetmekten, katletmekten, sürmekten vazgeçtiniz; bütün Ortadoğu ülkeleri el ele vererek yer gösterdiniz de onlar mı meşru müdafaayı bırakmıyor?
Bunların hiçbiri yapılmadı, aslına bakarsanız yapılmayacak da… Çünkü Ortadoğu halklarının barış içinde yaşaması, o coğrafyayı her şekilde sömüren, mütemadiyen kastî ve yapay nefret tohumları ekerek körükledikleri sıcak savaşlarıyla silah sanayilerini çeviren emperyal ülkelerin asla işine gelmez. Kürt ulusu oradaki iktidar oyunlarının hayata geçirilmesinin en işlevsel aracı olarak kullanılabilmek amacıyla özellikle, kasten ve taammüden devletsiz tutulmakta; arada bir gösteriliyor’muş gibi’yapılan destekler daima kaşıkla verilip kepçeyle geri alınmakta; milyonlarca Kürdün, “Artık ölmek istemiyoruz,” diye bir umutla sarıldığı herkes, kısa sürede yılana dönüşmekte; senelerdir bir kederli halkın umutlarıyla oynanmakta ve/fakat bundan en ufak bir vicdan azabı duyulmadığı gibi, onlara karşı giderek daha da vahşileşen bir nefret büyütülmektedir. Çünkü oyun ağırlıklı olarak Kürdün devletsizliği üzerine kuruludur.
Ne var ki bütün bu gerçekler, o insanların denize düşen yılana sarılır misali kendilerine uzatılıyor’muş gibi’ yapılan her eli tutma reflekslerini anlamamıza engel olamaz. Çünkü boğuluyorlar! Var mı ötesi? Siz olsaydınız ne yapardınız?
Kaldı ki bir şeyi reddedebilmek için bile önce ona sahip olmak gerekir. Bu insanlar sizin nicedir sahip olduğunuz bu hakka hiçbir zaman sahip olamadılar ki bırakıp daha üst modellerin derdine düşsünler.
Önce bir verili olanda eşitlenin bakalım da ondan sonra herkes hep birlikte felsefe yapma lüksüne sahip olsun.
Daha, eşit bir düzlemde bile olmamanıza rağmen ne hakla bir yandan kendi ulus devletinizi kutsarken, öte yandan bir başka ulusun devlet olma ihtiyacına karşı çıkıyorsunuz?
İnsanlık Aborijinler, Kızılderililer gibi kadim halkların doğayla bütünlüklü, bir daha belki yüzyıllar boyunca erişemeyeceği düzeydeki muhteşem yolundan sapıp, sosyolojik yapı olarak ulus devlette karar kıldığı zaman kendi ipini çekmiş, şeytanla ittifak yaparak bütün bu paradoksları peşinen kabul etmiştir.
Kabul ettiyse, bütün halklar, kendileri için hak gördükleri her şeyi, dünya yüzündeki her halk için de kabul etmek zorundadır; ötesi yok.
Bakıyorum da kendi sahip olduklarınızdan son derece memnunken, söz konusu Kürtler olunca, “Amerika ve İsrail gibi emperyalist ülkelerle ittifak yaparak devlet mi kurulurmuş,” diye çığır çığır çığırıyorsunuz! Hayırdır?
Doğru; elbette ki kurulmaz, kesinlikle kurulmaz da; denize düşen yılana sarılır atasözünü tekrar hatırlatıp, “Sen nasıl kurdun peki,” diye sormazlar mı adama?
E soralım o zaman: Sen nasıl kurdun peki arkadaşım kendi pek bir övündüğün ulus devletini? Yine pek bir gurur duyduğun Kurtuluş Savaşı’n esnasında ve ertesindeki kuruluş aşamanda dünyanın en aç emperyalist ülkelerinden biri olan ırkçı-faşist Almanya ile yaptığın ‘kutsal ittifakı’ ne çabuk unuttun? Onun da senin ulus devlet olma sürecinde çıkarı için sana destek verdiği, senin de buna bayıla bayıla razı geldiğin gerçeği ne çabuk çıktı hafızandan? Tıpkı bugün Amerika’nın ve İsrail’in muhakkak ki öncelikle kendi çıkarları için zaman zaman Kürtlere yaptığı şekilde, Almanya’nın da kendisinden daha güçlü emperyalist ülkelerin sömürgelerini kıskanıp pastadan daha büyük pay koparabilmek için coğrafî konumunu kullanmak hesabıyla sana omuz verdiğini hatırlamıyor olamazsın. Başta Çanakkale olmak üzere birçok cephede sana arka çıkmasının nedeninin gül hatırın olduğunu mu zannediyordun yoksa?
Ulus devlet insanlığın en büyük suçlarından, en kanlı ve kirli yaşama formatlarından biridir. Ne var ki bütün sözde çağdaş halklar maalesef kendilerine bu formatı lâyık görmüştür ve devleti olmayan bir halkın bu vahşi çarkın içinde kendini acıdan ve sömürüden biraz da olsa koruyabilmesi asla mümkün değildir.
Ve başta TC olmak üzere her ulus devletin kuruluş aşaması, bugün söz konusu Kürtler olduğunda inanılmaz bir çifte standartla kanınızın son damlasına kadar itiraz ettiğiniz tüm bu kirli çıkar ittifaklarından geçmiştir.
Sıra Kürtlere gelince mi dünyanın en ilkeli, en idealist insanları kesiliyorsunuz?
Evet, ben de halihazırdaki durumun arkasındaki emperyalist plânların ve kirli hesapların farkındayım ve böylesi bir kuruluş şeklinin yüzlerce yıldır acı çeken Kürt halkına mutluluktan daha ziyade yeni yeni açmazlar getirmesinden kaygılanıyorum. Dahası, bu göstermelik konjonktürel menfaat desteklerinin, hiçbir zaman sonuca ulaşacağına inanmıyorum. Bunlarla birlikte ve hepsine rağmen benim sorunum, sizden farklı olarak bu zihniyetin bütünüyledir; sizin gibi sadece Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkıyla değil. Şayet bütünü değiştiremiyorsam, en azından âdil ve objektif bir insan olarak halkların haklarda ve özgürlüklerde eşitliğini savunmak zorundayım umutsuzca da olsa… Gerisi onların bileceği şeydir.
Sorarım size, yeryüzünde Kürt ulusu kadar büyük ve kadim bir halk olup da hâlâ devleti olamayan kim kaldı başka? El insaf, dünyada nüfusu 300.000, hatta daha bile az olan ülkeler var yahu! Gezegenin dört bir yanına savrulmuş milyonlarca insandan oluşan, üstelik de geçmişi yüzyıllara dayanan bir halkın devletsiz olması hiç mi vicdanınızı sızlatmıyor? Sizce de bu durum diyalektiğe aykırı değil mi? Sizce de bu işin arkasında başka karanlık işler yok mu?
Evet, bir yanlışı bir başka yanlışla haklı çıkarmaya kalkmak, hayatım boyunca kaçındığım bir yaklaşım biçimidir; fakat yazımın başında da söylediğim gibi, böylesine negatif gerçekliklerin içindeki adalet, ne yazık ki bazen ancak paradoksla sağlanabiliyor. Bu kötücül yaşama formatını ben belirlemedim. Bu, bizatihi sizin seçtiğiniz ve kutsadığınız bir yaşama modelinin kaçınılmaz sonucu. Bana kalsa bu modeli temelden yok ederdim. Yok şayet yok edemiyorsam da, en âdil ve objektif bir yerde durmak boynumun borcudur.
İnsansanız siz de böyle durmak zorundasınız. Dünyadaki bütün halkların varoluş şekli son tahlilde ‘ulus devlet’ modeline endeksli ise ve bu modeli an itibariyle bütün toplumlar için değiştiremiyor, değiştirmek bile istemiyor ve hatta kutsuyorsanız; bütün halkların ulus devlet olma hakkını tanımak, Kürdün talebine de saygı duyarak onu desteklemek mecburiyetindesiniz.
Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti devleti, “halkların kendi kaderini tayin etme”, yani “self determination” hakkını tanıyan Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri’nin imzacısı ülkelerden biridir. Dolayısıyla, olayın milletlerarası hukuk boyutu da onların bu hakkını meşru kılmaktadır.
Bütün bu gerçeklikler bağlamında özetlememiz gerekirse, kendiniz için yuttuğunuz ve hatta bayıldığınız bir açmazı, yani birilerinin yardımıyla devlet kurmayı; söz konusu Kürtler olduğunda birer toplumbilim cingözü, birer filozof cücüğü, birer oportünizm abidesi kesilerek yok emperyalist Amerika’nın desteğiydi, yok katil İsrail’in yol vermesiydi bik bikleriyle teorize etiğiniz çifte standartlı uyduruk itirazlarınızla tu kaka ilan etmeniz, en hafif tabirle ikiyüzlülüktür.
İnsan olan, kendine bu çirkinlikleri yakıştırmaz.
İnsanlık olarak zihinsel evrimimizi tamamlayıp, başta ulus devlet olgusu olmak üzere hayatı katleden bütün suçlarımızdan arınarak yazımın başında tariflediğim en üst düzey, arı-duru yaşama formatına kavuşacağımız zamanlar gelinceye dek, birey olarak bütün ezilenler için dileyebileceğimizin en iyisini dilemek boynumuzun borcudur.
Bu borcun olmazsa olmaz ön koşulları da âdil ve objektif olmaktır.
Ben, bütün insanlık ailesinin tek vücut olacağı günler gelmeden kimsenin mutlu olamayacağını bilmekle birlikte; yaşamı boyunca bu ön koşulları kendine ilke edinmiş bir insan olarak bugün ne yazık ki ulus devlet modeliyle devinen kötücül dünya düzeninde devletsiz bir halk olarak yaşamanın, o halkın ne büyük acılar çekmesine yol açtığını da içim sızlayarak görüyorum ve yaşadıkları bütün Ortadoğu ülkelerinde her türlü ötekileştirilen, sömürülen, ezilen, katledilen, mütemadiyen oradan oraya sürülen kadim Kürt halkının kimin desteğiyle olursa olsun bir şekilde devlet kurmaya çabalamasını bütün handikaplarına rağmen anlıyorum.
Gönlüm isterdi ki bütün halklar gibi Kürt halkının da en temel hakkı olan bu hakkı hiçbir taraftan tek bir kişinin bile burnu kanamadan bütün ülkeler tarafından kendiliğinden tanınsın ve Kürt insanının on yıllardır çektiği ıstırabın bir nebze de olsa dinmesiyle birlikte bütün insanlık ailesi yücelip onurlansın.
Ne yazık ki böyle bir dünya yok. Olmadığı gibi, an itibariyle yine satıldıkları coğrafyada birilerinin iktidar hırsları uğruna çoluklarının çocuklarının başına bombalar yağıyor; binlercesi yine evini barkını bırakarak aç sefil yollara düşmüş, bir bilinmeze sürgün gidiyor; “Kürt’ün anasını görmemesi” belasına her iki taraftan gencecik insanlar ölüyor, analar ağlıyor; kadınlar dul, çocuklar yetim kalıyor.
Çok üzgünüm.
- Zübükler Her Yerdedir - 9 Mart 2024
- Hepimiz Dilberiz - 28 Ocak 2024
- Bu Kadar Şuursuzluk Akla Ziyan – Rabia Mine - 19 Ekim 2023