Kuran kimin sözü?

“Kuran, kimin sözü?”

İnanmayanlar için bu sorunun tek bir cevabı var elbette. Ama söz konusu inananlar olunca cevaplar ironik bir şekilde çoğalıyor. Örneğin Süleyman Ateş’e göre manası Tanrı’nın sözleri onu Tanrı’dan indirdiğine inanılan Cebrail adlı meleğin. Bir başka dikkat çeken isim olan İlahiyatçı Mustafa Öztürk’e göre ise Kuran kesinlikle Tanrı’nın sözü olamaz: Doğrudan doğruya Hz. Muhammed’in sözleri.

İnanan inanmayan yüzyıllardır herkes tarafından tartışılan ve tartışılmaya da devam edecek olan bu kilit sorunun cevabı, sanılanın tam aksine dışarıda değil yine Kuran’ın kendisinde gizli.

Dilerseniz şimdi Kuran’ın, Hz. Muhammed’in sözleri/sanrıları olup olmadığı gerçeğinin izini yine Kuran’da sürelim.

Kuran (ya da Kuranın Tanrısı); insana özgü bir acizlik ifadesi olarak, tıpkı bir insan gibi, rakiplerini tehdit etmektedir.

Örneğin kendisi için, “eskilerin masalları” diyen Nadr bin Haris’i şöyle tehdit eder:

“Kendisine ayetlerimiz okunduğunda eskilerin masalları der; yakında onun burnuna damga vuracağız.”  (Kelam Suresi, Ayet: 15-16)

Hatta tehdit etmekle kalmaz; kendisinden farklı düşünenlerle tartışır, karşı savlar üretir, onlara kızar, sinirlenir; domuzlar, köpekler, eşekler, sapıklar, hayvanlar diyerek hakaret eder ve aşağılar…

“Kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.” (Bakara Suresi, Ayet: 171)

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kâlpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf Suresi, Ayet: 179)

“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan Suresi, Ayet: 44)

“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, Ayet: 44)

Dikkat! Müslüman olmayan insanlar, onları yaratan Tanrı’nın bizzat kendisi tarafından, “pislik” olarak etiketlenmiş. Bu ayet fazla söze gerek bırakmıyor!

“İçinizden cumartesi günü-Yahudiler kastediliyor-azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: “Aşağılık maymunlar olun!” dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (Bakara Suresi, Ayet: 65)

Kuranda bahsi geçen geçen peygamber kıssalarının (hikâyelerinin) pek çoğu, Sümerlerin Gılgamış destanı başta olmak üzere, eski mitlerin ve halk destanlarının tıpatıp aynısı. Burada ister istemez akla şu geliyor: Pekâlâ Hz. Muhammed, bu hikâyeleri bize anlatıyor olabilir (“Nuh Tufanı” hikâyesi, Sümerlerin “Gılgamış” destanının tıpatıp aynısı).

“Kuran’daki pek çok hikâyenin izleri Sümer, Mısır, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında sürülebilir.” (Hasan Aydın, “Zorunlu Din Dersi”, Bilim ve Ütopya Dergisi, Mayıs 2003)

Kimi İslam âlimleri tarafından; Hz. Muhammed’in, peygamberlik iddiasından önce-biraz da Kuran’ın Tanrı kelamı olduğunu kanıtlamak için olsa gerek-cahil ve bilgisiz olduğu tezi ileri sürülür, ancak bu doğru değildir.

Siyer (Hz. Muhammed’in hayatı) kaynaklarına göre Hz. Muhammed, peygamberlik iddiasından önce Mekke’de, ticaretle uğraşan “Yaiş” adlı Hıristiyan bir köleyle sık sık görüşürdü.

Keza aynı kaynaklarda; Hz. Muhammed’in, Mekke’de “Cebra” ve “Yessar” adlarında, Tevrat ve İncil okuyan kılıç ustası iki gençle ve Abd el-Uzza’nın Hıristiyan olan kölesi Abisa ile de görüştüğü nakledilir.

Hz. Muhammed’in, yirmili yaşlardayken ticaret kervanlarıyla Şam’a gittiğinde, “Rahip Bahire” ile görüştüğünü ve dostluk kurduğunu bilmeyen ise yok gibidir. Hatta İslami kaynaklarda; Rahip Bahire’nin, Hz. Muhammed’in içinde bulunduğu kervanın üzerinde dolaşan bulutu görüp, Hz. Muhammed’in “beklenen son peygamber” olduğunu yakın çevresine söylediği de aktarılır.

Ne yazık ki, Kuran, çelişkilerle dolu bir kutsal kitaptır. Kuran’ın Tanrı kelamı olduğunu iddia etmek, bu çelişkileri Tanrı’ya izafe etmekle eşdeğerdir.

İşte birkaç örnek…

Kuran; Zilzal suresi 7 ve 8. ayetlerde, “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (öteki dünyada) görür. Kim de zerre miktarı şer (kötülük) işlemisse onu da görür.” diyerek, Marx’ın da Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı’sında işaret ettiği gibi, ezilen sosyal sınıfları egemen sosyal sınıflara zararsız hale getirme görevini yerine getirirken bu görevini başka pek çok ayette unutur.

“Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi ve Hıristiyanların) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla; namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir. Kim (İslami hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.” (Maide Suresi, Ayet: 5)

“Halbûki ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar?” (Araf Suresi, Ayet: 147)

Kuran, Bakara suresi 256. ayette ve Yunus Suresi 108. ayetlerde “dinde zorlama yoktur” diyerek laik bir tutum sergilerken başka pek çok ayette bunun tam tersi bir tutum içine girer.

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu (putları) reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmış sayılır.” (Bakara Suresi, Ayet: 256)

Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” (Enfal Suresi, Ayet: 39)

Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihat et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (Tevbe Suresi, Ayet: 73)

Keza, salih amel işleyen, Yahudi ve Hristiyanların cennete gireceğini müjdeleyen Bakara suresi 62. ayetiyle; Beyyine suresi 6. ayeti ve Al-i İmran suresi 19. ve 85. ayetleri de açık bir şekilde çelişir.

“Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabilerden de Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (Bakara Suresi, Ayet: 62)

Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedi olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (Beyine Suresi, Ayet: 6)

Allah nezdinde hak din İslam’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki, Allah’ın hesabı çok açıktır.” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 19)

“Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 85)

Kuran’daki sözü edilen bu çelişkiler, döneminin aydınlarının gözünden kaçmamış ve onlar da tepkilerini açıkça ortaya koymuşlardır.

Bu tepkiler üzerine Hz. Muhammed, Kuran’daki bu çelişkili yargıları ortadan kaldırmak için nasih (yürürlükten kaldıran) ve mensuh (yürürlükten kaldırılan) ayetler kavramlarını ortaya atmak zorunda kalmıştır.

Yalnız burada asıl açıklanması gereken şey, bu ayetlerin asıl sahibi olduğu iddia edilen Tanrı’nın içine düştüğü çelişkili durumun nasıl izah edileceğidir.

Bilindiği gibi nasih ayetler, bilindiği gibi geçerliliğini yitiren ve artık toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyen mensuh ayetlerin hükümlerini ortadan kaldırarak onların yerine geçiyor. Parlamenter sistemlerdeki “yasama”yı andıran bu uhrevi süreç, dünyevi bir kurum ya da kişi tarafından izlenmiş olsa, hiçbir itirazımız olamaz, aksine takdir edilir.

Burada tuhaf olan, mutlak bilgili Tanrı’nın doğru olan ayeti önceden kestiremeyip deneme yanılma yoluna gitmiş olmasıdır.

“Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırırsak, mutlaka onun daha iyisini veya benzerini getiririz.” (Bakara Suresi, Ayet: 106)

Bu duruma, alkole izin verdiği izlenimi veren fakat sonradan gelen nasih ayetlerle hükmü kaldırılan, “ Eğer sarhoş iseniz, namaza yaklaşmayınız!” (Nisa Suresi, Ayet: 43) ayetini örnek olarak gösterebiliriz.

Kuranı sadece çelişkiler üzerinden sorgulamak yanlış olur. Ayrıca bu durum, Kuran’daki başka bir dizi mantık ve kurgu hatasını ya da akıl dışılığı görmemizi de engeller.

Örneğin Kuran’da keyfi bir Tanrı anlayışı vardır.

“Tanrı, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.” (Nahl Suresi, Ayet: 93)

Doğal olarak, Tanrı’sı ilkesiz olan bir dinin fertlerinden de ilkeli tutum beklemek yersiz olur: Demokrasinin nimetlerinden yararlanarak türbana özgürlük isteyenlerin, aynı özgürlüğü düşledikleri şeriat düzeninde türban takmayanlara ve içki içenlere, namaz kılmayanlara vermeyecekleri, hatta ağır şekilde cezalandıracakları çifte standardında olduğu gibi.

Kuran, 14 asır önceki Hicaz bölgesinin Arap kültüründen de izler taşır, bu da bizim “Kuran’ın Tanrı kelamı olmadığı” tezimizin en önemli dayanağını oluşturur.

Özellikle Kuran’daki cennet betimlemeleri, dönemin Araplarının sınıf atlayarak erişemeyecekleri ideallerini, arzularını ve beklentilerini yansıtmaktadır.

İslam’ın Tanrı’sı müminlere cennette; “göğüsleri yeni tomurcuklanmış sübyânlar, huriler, gılmanlar (oğlanlar) ve her türden içkiler” vadetmektedir.

“Cennette mümin erkeklere iri gözlü ve göğüsleri yeni tomurcuklanmış huriler vereceğiz.” (Nebe Suresi, Ayet: 31-34;  Saffat Suresi, Ayet: 45-47)

“Etraflarında ölümsüz delikanlılar (gılmanlar) dolaşır; onları görünce sanırsın ki, saçılmış incilerdir.” (İnsan Suresi, Ayet: 19)

“Onlara (cennetliklere)  pınardan (doldurulmuş) şarap kadehleri dolaştırılır.” (Saffat Suresi, Ayet: 45)

Sadece Arap erkeklerinin arzularına hitap eden bir Tanrı da elbette bizim bildiğimiz -evrensel- Tanrı olamaz. Bunları vadeden olsa olsa Hz. Muhammed’in kendisi olabilir.

Cahiliye dönemi kapalı Arap toplumunda sübyâncılık ve eşcinsel ilişkilerin yaygın olduğu bilindiğine göre, cennet tasvirlerinin kimin hayal mahsülü olduğunu tahmin etmek elbette zor değildir.

Ayrıca dünyada yasaklanmış olan içkinin, zinanın ahirette ödül olarak konmuş olması da Tanrı’nın başka bir çelişkisi (!) olsa gerek…

Kuran, kutsal bir kitap olarak kendi içinde de bir bütünlük arz etmez. Buna birçok örnek verilebilir, ancak “basit ve etkili” bir makale yazma iddiasında olduğumuz için bir iki örnekle geçiştirelim.

Günümüzde Kuran’ın, “Kuran taklit edilemez” iddiası çürütülmüştür. Dilerseniz önce Kuran’ın bu konudaki restini bir görelim.

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) de çağırın.” (Bakara Suresi, Ayet: 23)

“Yoksa, ‘Onu (Kuran’ı) kendisi uydurdu’ mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin. (Hud Suresi, Ayet: 13)

Tarih boyunca Kuran’ın bu restini başta “yalancı” peygamber Müseyleme olmak üzere pek çok kişi gördü. Onlardan biri de Haksöz

www.turkish-media.com forum sitesinde kendini “kâfir” olarak tanımlayan “Haksöz” rumuzlu üye; kopyacılar, odun, sex gibi ilginç isimleri olan altı sureli uyduruk bir Kuran yazdı.

“De ki: Aranızdan Haksöz denen bir kâfir bu Kuran’ın benzerini yazdı.” (İntikam Suresi, Ayet: 6)

Yerli mahsul uyduruk Kuran’ın Odun suresinde cennet-cehennem ise şöyle tasvir ediliyor…

“Bizim sözlerimize inanmayanlar füzyon ateşinde yanacaklar, sen füzyon ateşi nedir bilir misin? Onları sonunda cehennem bekliyor. Allah’a inanan müminleri yeşil bahçeler, kilo aldırmayan hamburger ağaçları, kâfir malı olmayan cola, mümin icadı whisky ırmakları bekliyor. Onlardan kanasıya yiyecekler, içecekler, onlara helal kıldığımız 90-60-90’lar hizmet edecekler.” (Odun Suresi, Ayet: 6)

Kadın ve Sex surelerinde; Hazreti Muhammed’in dokuz yaşındaki Ayşe ve evlatlığı Zeyd İbn Harise’nin karısı Zeyneb’le evliliği konuları işlenir. Peşinden gelen Yalan Suresi’nde ise İbrahim peygamberin baba bir ana ayrı kız kardeşi Sara ile evliliği ve Sara’yı Mısır firavununa peşkeş çekmesi ve Davut peygamberin evli bir kadın olan Batşeba’yı sevip kocası Uriah’ı öldürterek ona sahip olması gibi ilginç konular işlenir.

Çelişkili olduğu su götürmez Kuran, bir ayette “kendisinde çelişki olmadığını” söyleyerek ayrıca bir çelişkiye düşmektedir.

“Hala Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık (çelişki) bulurlardı. (Nisa Suresi, Ayet: 82)

Kuran; “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da kaçının.” (Haşr Suresi, Ayet: 7),  “O, hevasından (kendi arzusundan) konuşmaz” (Necm Suresi, Ayet: 3) diyerek Ehl-i Sünnet vel Cemaate (Sünni mezheplere) göz kırparken; bir yandan da “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (Enam Suresi, Ayet: 38), “Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, bu apaçık bir kitapta da olmasın.” (Neml Suresi, Ayet:75), “Rabbin asla unutkan değildir.” (Meryem Suresi, Ayet: 64) ayetleriyle mezhepsizlere/mealcilere göz kırpar…

İnançlı insanlar, on dört asırdır Kuran’ın hiç bozulmadan bu güne kadar geldiğini zannederler. Ki zaten, “Kuran’ı biz indirdik ve onu kıyamete kadar koruyacak olan da biziz.” ( Hicr suresi, Ayet: 9), diyerek Tanrı, Kuran’ı bizzat kendisinin koruyacağına da söz vermemiş miydi? Ama gelin görün ki, bu kocaman bir yalandır.

“Recm ayeti” denen ve İslam’daki, “zina eden evli erkek ve kadınların taşlanarak öldürülmesi” şeklindeki recm cezasına referans olarak gösterilen ayet Kuran’da yoktur.

Koskoca recm ayetinin Kuran’da yer almaması; tefsir kitaplarında çok komik ve insan aklıyla dalga geçen gerekçelerle açıklanır.

İşte o gerekçelerden biri: Bilindiği gibi Hz. Ebu Bekir halifeliği sırasında, hafızların savaşlarda şehit düşmesini gerekçe göstererek, “derilere, taşlara ve ağaçlara yazılmış dağınık haldeki ayetlerin tek bir kitap halinde toplanması” talimatını verir. Ardından da Zeyd ibn Sabit başkanlığında bir komisyon oluşturulur ve herkesin yanındaki ayeti iki şahit eşliğinde getirerek komisyona teslim etmesi istenir.

Buraya kadar her şey normal.

Hazreti Ömer de herkes gibi yanındaki recm ayetini komisyona teslim etmek üzere getirir ama tesadüfe bakın ki, koskoca ayete iki şahit bulamaz. Dolayısıyla recm ayeti de Kuran’a konmaz! Konmaz ama lafzı olmayan bu ayetin hükmü uygulanmaya devam devam eder, ne hikmetse!

Şimdi biz bu komik gerekçeye nasıl iman edelim? Hani, siyer kitaplarında ballandıra ballandıra Hz. Muhammed’in bu ayeti bir kadına uyguladığı ve kadının da sosyal statüsü dolayısıyla bazı feodal beylerin devreye girerek Muhammed’den kadını affetmesini istediklerini; Hz. Muhammed’in de “Bunu yapan kızım Fatıma bile olsa sonuç değişmezdi!” diyerek gürlediğini okumamış mıydık? İşte o ayetten söz ediyoruz.

Yelpazeyi açarsak İslam’daki çelişkiler; mantık ve kurgu hataları, Kuran’la sınırlı değildir. Edile-i şeriyye denen; Kuran, sünnet (hadis), icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha gibi İslam’ın dört temel bilgi kaynaklarının diğerlerinde de benzer çelişkilere rastlamak mümkün.

Örneğin: Hz. Muhammed’in daha dünyadayken cennetle müjdelediği aşere-i mübeşşere denen on sahabe arasından Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah, Cemel Vakası (656)’nda Hazreti Ali’ye kılıç çekmişler ve ikisi de öldürülmüşlerdir. Bu durum temel hadis kaynakları Buhari ve Müslim’de geçen ve Hz. Muhammed’den nakledildiği söylenen aşağıdaki hadisle çelişir.

“İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemliktir.” (Hz. Muhammed)

Biz, bu türden ve  “yobazların bidat sayarak karşı çıkmaları sonucu matbaanın Osmanlı’ya geç girmesi ve bunun sonucu olarak ilim ve fende geri kalışımız” gibi Kuran dışındaki çelişkileri başka araştırmacılara bırakıp tekrar konumuza geri dönelim.

Bütün bu anlatılanlardan sonra başa dönecek olursak, “Kuran’ın kıyamete kadar bizzat Tanrı tarafından korunması” ve “kendi içinde çelişmemesi” gibi konularda (haşa) Tanrı’nın sözünde durmadığı gibi bir sonucuna ulaşırız ki, bu da bizi doğal olarak, Kuran’ın Tanrı kelamı olmadığı sonucuna götürür.

Kuran’da buna benzer Tanrı’ya atfedilemeyecek birçok çelişkiye rastlamak mümkün.

Günümüzde 19 mucizesini keşfeden Edip Yüksel ekolünden gelen bazı İslamcı yazarlar, zorlamalı tevillerle (yorumlarla) bazı ayetleri lastik gibi uzatıp çarpıtarak, Kuran’ın içinde bilimsel keşif arıyorlar. Tabi ki bu derin araştırma faaliyetleri, ne hikmetse daha çok keşfin kendisi bilimsel olarak yapıldıktan sonra (!) yapılıyor.

Aslında her şeyi Kuran’da arama düşüncesinin fitilini yine Kuran’ın kendisi (aslında Hz. Muhammed) ateşliyor.

“Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (Enam Suresi, Ayet: 38)

Kuran’da Arap ırkçılığı da unutulmamış ve Kuran’ın Arapça olduğunun altı kalın çizgilerle çizilmiştir.

“Kuran’ı Arapça olarak indirdik.” (Şura Suresi, Ayet: 7)

Her şeyi Kuran’da arama düşüncesi, İmam Gazali sonrası İslam toplumlarında hızla yaygınlaşmış ve Müslümanların geri kalmalarının bir numaralı sebebi olarak gösterilen, medreselerden fen derslerini çıkaramaya, kadar gitmiştir.

Kuran’dan negatif anlamlar çıkarmak, medreselerden fen derslerini çıkarmakla sınırlı değildir. Cifir ve ebced hesabıyla, “kıyametin ne zaman kopacağı” türünden kehanetler için de yine uzun yıllar Kuran bir “fal kitabı” gibi kullanılmıştır ve kullanılmaya da devam ediyor. “Ömer Çelakıl” gibi bu geleneğin kimi temsilcilerini hâlâ televizyon kanallarında görmek mümkün.

“Rumlar yakın bir yerde mağlup oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra 3 ila 9 yıl arasında (İranlılara) galip gelecekler” (Rum Suresi, 1-2. Ayetler) gibi ayetlerle bu geleneğe kendisi de çanak tutan Kuran, anlaşılan daha uzun süre kimi insanlar için istismar/geçim kapısı olmaya devam edecektir.

Hatta Harun Yahya (Adnan Oktar) gibi kimi İslamcı yazarlar daha da ileri giderek; “tatlı su ve tuzlu suyun karışmaması” ve “embriyonun rahimdeki evreleri”nden bahseden ayetleri bağlamından koparıp, Kuran’ı fen bilgisi kitabı gibi göstermeye çalışıyorlar. Halbuki; “yoğunlukları farklı olan tatlı su ve tuzlu suyun birbirine karışmaması” ve “embriyonun ana rahmindeki evreleri” gibi konular Kuran inmeden önce de biliniyordu. Bunları Kuran keşfetti, demek doğru değildir. Biz de İslamcı araştırmacılarımıza bir tez konusu vererek katkıda derin (!) araştırmalarına katkıda bulunalım: Kuran, Dünya’nın düz olduğunu söylüyor.

“Yeri uzatıp yaydık.” (Hicr Suresi, Ayet: 19)

Aslında, “mirastan kadınlara yarım hisse verin, yaramazlık yaparlarsa dövün” diyen bir Kuran’ın içinde bilimsel keşif aramak beyhude bir çabadan başka bir şey değildir…

“Allah size, çocuklarınızdan erkeğe, kadının payının iki katını vermenizi emreder.” (Nisa Suresi, Ayet: 11)

“Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın ve bunlarla yola gelmezlerse dövün.” (Nisa Suresi, Ayet: 34)

Artık şu çıkarsamayı yapabiliriz: Tarihsel bir metin olarak Kuran, pek çok bilgiye, pek çok gizeme ışık tutarken, Tanrı kelamı/sözü değil, Hz. Muhammed’in sözleri ya da sanrılarıdır.

Osman AKYOL
Latest posts by Osman AKYOL (see all)