Hep yakınırız bizim toplum okumuyor diye. Gerçekten iyi metinler var da okumuyorsa toplum, tamam. Diyecek herhangi bir sözümüz yok. Ya öyle değilse? Ya gazeteler, dergiler, yayınevleri, bilerek ya da bilmeyerek kötü metinlere çanak tutuyorlarsa?
İyi metnin önemini, keyfini bilen biri olarak söylüyorum: Bu sorunları tartışmamızın zamanı çoktan geldi de geçti. Ama yine de bir yerden başlamak lazım.
Gazeteleri, kitapları bir kenara bırakıp sadece edebiyat, kültür-sanat dergileri özelinde konuyu tartışacak olursak…
Bizdeki mevcut uygulama şöyle: Şiir, hikâye, eleştiri, sinema yazarıysanız önce bir dergiye angaje oluyorsunuz. Ardından “angajman kuralları” dahilinde çay sohbetlerinden ve magazin dedikodularından pek de öteye gidemeyen dergi toplantılarına katılıyorsunuz ya da vaktim yok diyorsanız dergiye sadece abone oluyorsunuz ve onlar da ayıp olmasın diye ürününüze dergilerinde yer veriyorlar. Sonrasında bir yerlerde dergi aleyhine yazmadığınız ve yazınızı aynı zamanda başka dergilere de göndermediğiniz sürece, sağlamlığına bakılmaksızın, yazınız her ay tıkır tıkır yayımlanıyor angaje olduğunuz dergide.
Burada bir parantez açmadan geçmeyelim. Elbette bu tarz ahbap çavuş ilişkisine girmeyen hatta gelen ürünleri kör hakem tekniği ile değerlendiren dergiler de yok değil ama onlar hem azınlıkta hem de konumuzun dışındalar.
Bahsettiğim çarkın daha iyi anlaşılması için başımdan geçen bir anekdotu paylaşmak istiyorum: Baştan belirteyim anekdotta geçen isimler benim dostlarım ve amacım da onları suçlamak, zan altında bırakmak değil. Bu belki de isteyebileceğim en son şey olurdu. Tam tarihini hatırlamamakla birlikte 2013 yılında olsa gerek Kadıköy’de Ekin Sanat dergisinin toplantısındayız ve toplantının başında bir önceki sayıyı değerlendiriyoruz. Dergide benimle yaptığı-Ekin Sanat Kitaplığı’ndan çıkan Sorumlu Müdür adındaki öykü dosyamla alakalı-röportajı yayımlanan Dilek Burak adındaki şair arkadaşımız, dergide basmadan önce yazının noktalama hatalarının neden düzeltilmediği veya bu konuda kendisine dönüş yapılmadığı ve aynı zamanda yazının kötü olduğunu söylediği mizanpajı dolayısıyla derginin o zamanki alt editörü sevgili Mehmet Özgür Ersan’a sitemde bulunmuştu. Özgür de, “Yazı bana gelmedi, gelseydi hatalarla ilgili dönüş yapardım. Yazıyı bana değil derginin mailine göndermişsiniz. Bazı arkadaşların oraya düşen yazıları oradakiler tarafından resim olarak görünüyor” demişti. Yani okunmadan yayımlanıyor, demek istemişti kibarca. Hatta itiraf edeyim ben de “Metruk Sahil” adlı underground öykümü bu tüyo sayesinde yayımlatabilmiştim dergide sonradan.
Aradan neredeyse yedi yıl geçmiş, Ekin Sanat’ın yayın kurulundaki arkadaşların düzenli yazı gönderen insanların yazılarına güvenmeleri kadar da doğal bir şey olamaz. Yani ortada bir sorun yok-varsa da bu benim de sorunum oluyor aynı zamanda, ben de derginin bir yazarıyım ve bundan da her zaman onur duydum-bu konuları konuşalım tartışalım, doğrusunu yapalım diye söylüyorum bu anekdotu. Sevgili Turgut Koçak’ın çok sevdiğim deyimiyle: “Hata yapmayan insan, çalışmayan insandır…”
Bu çark işliyorsa sorun yok ama görüyoruz ki, işlemiyor, kötü metin üretmekten öteye de bir konfor sağlamıyor. Kaliteli okur sayısı da artmak yerine gün geçtikçe azalıyor.
Özetle kendimizi kandırmaya gerek yok. Daha özgün, daha sarsıcı, daha çarpıcı, daha suya sabuna dokunan, daha sıkı, daha vurucu ve hatta vurduğu yerden ses getiren metinleri üretecek yeni bir sisteme ihtiyacımız var.
İhtiyacımız var çünkü iyi metinler devrimcidir; toplumu değiştirir, dönüştürür ve de ilerletir. Ekim Devrimi öncesinde Rus edebiyatının özellikle oyun, öykü, roman gibi edebi türlerde ne kadar çok geliştiğini hepimiz biliyoruz. Keza Fransız İhtilali öncesinde de benzer bir durum söz konusu.
İyi metin için öncelikle yazın emekçilerini, sırtını bir cemaate, bir topluluğa, bir derneğe, bir örgüte dayamış dergi faşizminin yukarıda kısmen değindiğim; “aynı yazıyı başka yere gönderemezsin, bizim adamımız olmazsan yazını basmayız” baskısından kurtarmamız gerekir. Kurtarmamız gerekir diyorum çünkü bu tek başına sadece yazarların verebileceği bir mücadeleyle olabilecek bir şey değil. Yürekli yayıncıların, editörlerin de katkısını gerektiriyor.
Okuyucu açısından ilk defa okuduğu bir metnin önceden bir başka dergide yayımlanıp yayımlanmadığının hatta yazarının hangi kesimin adamı olup olmadığının bir önemi yoktur. Hepimiz yüz yıl, iki yüz yıl öncesinin, kim bilir kaç yerde kaç kez basılmış, klasiklerini zevkle okumuyor muyuz?
Bir yazar olarak hayal edin: Yazacağınız metin tüm edebiyat dergilerinde hem de en iyilerinde aynı anda yayımlanacak. Nasıl bir moral ve motivasyonla yazarsınız…
Daha aydınlık bir gelecek için toplumun yeni değerler etrafında birleşmeye, bütünleşmeye, üretmeye, dönüşmeye ihtiyacı var. Bunun motor gücü de güçlü bir edebiyat… Özgün, sarsıcı, okunan, suya sabuna dokunan, vurucu, vurduğu yerden ses getiren, toplumu dürten, dönüştüren güçlü metinler…
Özellikle de konumuz olan edebiyat, kültür-sanat dergiciliğinde; underground edebiyattan etkileşimli edebiyata tüm deneysel türlerin içinde yer bulabileceği, oto sansür dâhil tüm sansürlerden arınmış ve daha da önemlisi bir ürününün başka yerde yayımlanamayacağı şeklindeki kerameti kendinden menkul dergi fetişizminin yıkılarak yerine iyi bir ürünün her zaman her yerde yayımlanabileceği yeni ve çağdaş bir yapıya geçmek zorundayız.
Elbette bunu dergi faşizmini/fetişizmini bir kenara bırakabilme cesaretini gösterebilecek yürekli, aydın, demokrat dergi editörleri ve yayıncılarla birlikte başarabileceğiz.
- Kuran kimin sözü? - 1 Aralık 2022
- Daha özgür metinlere - 20 Kasım 2022
- Eğitimde ‘etik’ sorunsalı - 11 Kasım 2022