Kullanılmaya Razı Olmanın Psikolojik ve Ekonomik Temelleri

Bazen bir işçinin, bir tüketicinin ya da sıradan bir yurttaşın kendi çıkarlarına aykırı bir düzene nasıl boyun eğdiğini izleriz. Hatta daha da ilginci, bu boyun eğişin farkında olduğunu gördüğümüzde oluşan şaşkınlık. “Nasıl olur da bir insan, kendi kullanılmasına bu kadar razı olabilir?” sorusu aklımızı kurcalar. Bu soru, sadece bireysel bir tercih meselesi değil, aksine modern toplumun ekonomik, sosyal ve psikolojik temellerine dayanan bir problem. Karl Marx ve Erich Fromm’un fikirleri bu çelişkiyi anlamak için bize güçlü bir rehber sunuyor.

Marx: Yabancılaşmanın Kıskacında İnsanlık

Marx’a göre kapitalist sistemin özünde, insan emeğinin metalaşması ve yabancılaşması yatar. İnsan, kendi emeği üzerinde kontrolünü kaybettiğinde, sadece ürettiği mala değil, kendisine de yabancılaşır. Fabrika tezgâhındaki işçi, aslında sadece iş gücünü değil, onurunu ve benliğini de satar. İşin en acı tarafıysa, bu sistemin işçiye kendi çaresizliğini kanıksatmasıdır.

Kapitalizm, bireyin sadece emeğini değil, sınıf bilincini de elinden alır. Sınıf bilinci eksikliği, insanları kullanılan bir dişliye dönüşmeye razı eder. İşçi, hayatta kalmak için bu döngüye boyun eğmek zorunda kalır. “Sömürülüyorsun” diye haykıranlara da genelde şöyle bir yanıt gelir: “Başka çarem mi var?” Marx’a göre bu çaresizlik, sistemin en büyük başarısıdır.

Fromm: Özgürlükten Kaçış ve Otoriteye İtaat

Erich Fromm ise bu sorunu psikolojik açıdan ele alır. Modern birey özgürlük ister; ama özgürlük aynı zamanda sorumluluk ve belirsizlik demektir. Bu korkutucu durum, bireyi otoriteye sığınmaya ve itaat etmeye iter. Fromm’a göre bu davranış, bireyin kendi varoluşsal korkularından kaçma çabasından doğar.

İlginçtir ki, insanlar özgürlük gibi soyut bir kavramdan korkup, daha somut bir “güvenlik” için otoritenin kollarına sığınırlar. Bu, bazen bir iş yerindeki baskıcı patron, bazen otoriter bir lider, bazen de tüketim alışkanlıklarını yönlendiren bir şirket olabilir. Güvende hissetmek için birey, kendini kullandırmaya razı olur. İçsel çatışmalarla yüzleşmek yerine, başkalarının kararlarına teslim olmayı seçer.

Modern Dünyanın Çelişkisi: Çaresizlik mi, Korkaklık mı?

Marx ve Fromm’un fikirleri birleştiğinde, ortaya kullanılan bireyin hem ekonomik hem de psikolojik anlamda bağımlı hâle getirildiği bir tablo çıkar. Kapitalizmin yarattığı ekonomik çaresizlik ile modern insanın özgürlükten kaçma eğilimi, bireyi edilgenleştirir. Bu edilgenlik, sadece bireyi değil, tüm toplumu etkiler. İşin ironik tarafı, sistemin sürdürülebilirliği, insanların bu edilgenliği içselleştirmesine bağlıdır.

Bugün baktığımızda, bireyler sadece iş yerlerinde değil, tüketici olarak da bu döngünün bir parçası hâline gelmiş durumda. “Biliyorum, bu ürün gereksiz,” diyen bir tüketici, birkaç dakika sonra o ürünü satın alabiliyor. Ya da, “Bu politikacı beni temsil etmiyor” diyen biri, seçim günü gidip aynı politikacıya oy verebiliyor. Bu rıza, bireyin güçsüzlük hissiyle birleşerek sistemin en güçlü silahına dönüşüyor.

Çözüm: Farkındalık ve Özgürleşme

Peki, bu çelişkiyi aşmanın bir yolu var mı? Marx’a göre, toplumsal özgürleşmenin anahtarı, sınıf bilinci kazanmaktır. İnsanlar kendi çıkarlarının farkına vardıkça, kullanılmaya razı olmaktan vazgeçebilirler. Ancak bu sadece ekonomik bir mesele değildir. Fromm’un da altını çizdiği gibi, bireylerin psikolojik özgürlük korkusunu yenmesi gerekir. Bu, eğitim, farkındalık ve bireysel cesaretle mümkün olabilir.

Özgürlük, korkutucu olabilir; ancak gerçek kurtuluş, sorumluluk alarak kendi hayatımızın kontrolünü ele geçirmekte yatar. Kullanılmaya razı olmanın getirdiği güvenlik yanılsaması, bizi özgür bir birey olmaktan alıkoyar. Eğer gerçekten özgür olmak istiyorsak, hem ekonomik hem de psikolojik zincirlerimizi kırmaya cesaret etmeliyiz.

Kullanılmayı kabul etmek bir kader değil, bireyin ve toplumun bilinçli bir çabasıyla aşılabilecek bir durumdur. Özgürleşmenin yolu, Marx’ın dediği gibi toplumsal bir bilinçlenmeden ve Fromm’un vurguladığı gibi bireysel korkularla yüzleşmekten geçer. Belki de asıl soru şu olmalı: Güvende hissetmek için ne kadar özgürlüğümüzden vazgeçmeye razıyız? Bu sorunun yanıtı, geleceğimizi şekillendirecek.