Gerçeklerin Susturulması: Özgür Basına Yönelik Saldırılar İnsanlığa Karşı Bir Suçtur

18 Aralık 2024’te, Kuzey ve Doğu Suriye’deki gelişmeleri takip eden gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, Tişrîn Barajı ve Sirîn beldesi arasındaki yolda silahlı insansız hava aracı (SİHA) ile düzenlenen bir saldırıda yaşamını yitirdi. Araçlarının şoförü Ezîz Hec Bozan ise yaralandı. Bu olay, sadece gazetecilere değil, aynı zamanda gerçeklere ve basın özgürlüğüne yapılan sistematik bir saldırının bir parçası olarak değerlendirilmeli.

Gazeteciler Neden Hedefte?

Gazetecilik, özellikle çatışma bölgelerinde, insanlık adına bir görevdir. Gazeteciler savaş alanlarındaki hakikatleri ortaya koyarak, hegemonik güçlerin dezenformasyon çabalarına karşı koyar. Ancak bu durum, onları doğrudan hedef haline getiriyor. DİSK Basın İş Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu’nun ifade ettiği gibi, gazetecilere yönelik bu saldırılar otoriter rejimlerin muhalif sesleri susturmak için kullandığı bir araçtır. “Gazetecileri susturmak, dünya genelinde basın özgürlüğüne yönelik ciddi bir tehdit ve demokratik değerlerin zayıflamasının göstergesidir,” diyen Dedeoğlu, bu tür saldırıların uluslararası kamuoyunda rejimlerin karanlık yüzünü gizlemek için yapıldığını belirtiyor.

Haber-Sen Genel Başkanı Mesut Balcan ise gazetecilere yönelik bu tür saldırıları “savaş suçu” olarak nitelendiriyor. Ona göre, bu saldırıların ardında kapitalist modernitenin, gerçekleri toplumdan gizleme çabası yatıyor. Gerçekleri halka ulaştırmayı kendine görev edinen gazeteciler, bu nedenle susturulmaya çalışılıyor.

Özgür Basına Sistematik Saldırı

Özgür Basın mensuplarına yönelik saldırılar, basın özgürlüğünü hedef alan sistematik bir politikanın parçası. Özgür Basın çalışanları Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, sadece gazeteci oldukları için değil, aynı zamanda bölgede barışı, adaleti ve insan haklarını savunan bir medya anlayışının temsilcisi oldukları için hedef alındılar. Haber-Sen’in açıklamasında belirtildiği üzere, bu saldırıların amacı sadece bireyleri değil, hakikat arayışını ve özgür haberciliği de susturmak.

Türkiye’de ise basın özgürlüğü üzerindeki baskılar iki yönlü olarak işliyor: Bir yanda iktidarın kontrolündeki medya, diğer yanda susturulmaya çalışılan muhalif medya. Balcan’ın da ifade ettiği gibi, iktidar güdümündeki yasal ve idari mekanizmalar muhalif basını baskı altına alıyor. Ancak söz konusu Kürt gazeteciler ve Özgür Basın olduğunda, muhalif basının da yeterince dayanışma göstermediği dikkat çekiyor. Bu durum, basın özgürlüğü mücadelesinde ciddi bir eksiklik olarak eleştirilmeli.

Savaş Karşıtı Tutumun Önemi

Bu olay, sadece gazetecilere yönelik bir saldırı değil, aynı zamanda savaşın toplumları nasıl susturduğunun da bir göstergesidir. Kapitalist modernite ile demokratik modernite arasındaki bu mücadele, medya alanında da kendini gösteriyor. Savaşın hakim olduğu coğrafyalarda hakikatin savunucuları hedef alınırken, toplumun genel olarak bu duruma sessiz kalması, savaşların normalleştirilmesine yol açıyor.

Turgut Dedeoğlu’nun da belirttiği gibi, bu saldırılar insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve zaman aşımına uğramaz. Ancak hesap sorulması için sadece hukuki değil, toplumsal bir dayanışma ve farkındalık gereklidir. Balcan’ın, “Kapitalist sistemin yaptığı vahşetlerin topluma ulaşmasını engellemek için gazeteciler hedef alınıyor,” ifadeleri, savaş karşıtı bir tutumun basın özgürlüğü mücadelesindeki önemini vurguluyor.

Gerçekler Susturulamaz

Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in anıları, Özgür Basın’ın hakikati savunma mücadelesinde yaşamaya devam edecek. Ancak onların susturulmuş olması, toplumların savaşa karşı daha güçlü bir dayanışma sergilemesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Bu olaylar, yalnızca gazetecilerle değil, hakikatle, adaletle ve özgürlükle ilgili bir mesele olarak ele alınmalıdır. Gerçeklerin susturulması insanlığa karşı bir suçtur ve bu suça sessiz kalmak, suç ortaklığı anlamına gelir.