“Hükümet için daha kolay olmaz mıydı? Halkı dağıtmak ve yerine yeni bir halk seçmek acaba?”
Bertolt Brecht
1936 yılının ilk üç ayında İngiltere hariç olmak üzere, Avrupa’nın her yerinde olduğu gibi İspanya’da da toplumsal ayrışmalar ve huzursuzluklar başlamıştı. İspanya da, hükümet, mevcut düzeni, biraz daha ilerici kimliği olan burjuva cumhuriyetine karşı korumak amacıyla iç savaşı başlattı. Ordunun, polisin ve yerel güvenlik örgütlerinin bölünmesi, askeri ayaklanmanın ardından devletin ele geçirilmesi monarşinin devamı için zorunluluk haline gelmişti. Burjuva devlet düzenine ve hükümeti tahrip etmeye yönelik bu tehditler karşısında dünyada görülmemiş bir şiddet baş gösterdi. İspanya iç savaşı bu huzursuzlukların had safhaya çıktığı bir dönemde başladı. Bir önceki bölümde açıkladığımız gibi “İspanya iç savaşının başlamasının en önemli etkenlerden biri, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında İspanya’nın içinde yuvarlanmakta olduğu istikrarsızlık ve kaos ortamıdır. Savaş sonrasında sosyalizmin uluslararası ilişkilere bir faktör olarak girmesi, İspanya’nın iç düzensizliğini daha da şiddetlendirmişti”, demiştik.
1930-1940 tarihlerinde Avrupa’nın hemen hemen tüm ülkelerinde görülen çatışmalar için barışçıl bir yol izlenmedi. İspanyol toplumu da tıpkı Almanya’da ve İtalya’da olduğu gibi bu şiddet dalgasına kapıldı. Bu dalga İspanya’da üç yıla mal oldu ve 600.000’den fazla insanın katledilmesine yol açtı. Hiç şüphesiz ki bu dalga İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında da İspanya’yı bu istikrarsızlıktan kurtaramadı.
İspanya 20. yüzyılın başlarında oldukça güçsüz kalmıştı. Filipinler, Puerto Rico ve Küba’yı kaybetmiş ve eski imparatorluğun nihai çöküşü de toplum içinde karamsarlığa yol açmıştı. Her ne kadar 1900’lerin başında reform hareketine girişmek isteyen kral XIII. Alfonso, 1906 yılında suikasttan sağ kurtulmuştu. Ancak Antonio Maura hükümetinin 1909’daki başarısızlığından dolayı durumu oldukça sarsılmıştı. Oysa Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda takip ettiği tarafsızlık politikası ile İspanyolların takdirini kazanmıştı. Kral, olası bir devrimi önlemek amacıyla reform hareketinde öncülük görevini yaptı. Ülkenin canlandırılması amacıyla da demokratikleşmede yeni yolların açılmasına vesile oldu. Liberaller ile muhafazakârlar arasındaki iktidardan pay alma mücadelesine engel oldu. Ancak din erkçiliği ve militarizm, Fas’taki savaş ile Katalan milliyetçiliği ve cumhuriyetçiliğin ortaya çıkışını engelleyemedi.
İspanya, yine kral XIII. Alfonso döneminde belirgin bir modernleşme ve ekonomik gelişme göstermiştir. Kent nüfusları bir kat büyümüştür. Barselona ve Madrid nüfusunu 1 milyona çıkartmıştır. Bilbao, Zaragoza kentleri eşi görülmemiş bir gelişme göstermiştir. Kentlerin gelişmesiyle birlikte okuryazar oranında da büyük gelişmeler meydana geldi.
Kral ve ordu, General Miguel Primo de Rivera’nın 1923’lerde dayattığı diktatörlüğü önlemeye çalıştı. Kral tarafından görevinden alınan Rivera 1930 başlarında devrildi. Monarşiye yönelik kin ve nefret İspanya’nın her yanında toplantı ve gösterilerle kontrol edilemez bir şekilde yaygınlaştı. O zamana kadar zayıf olan despotizmin kontrolünü kırıp, gerçek seçenekler önermeyi başaramayan cumhuriyetçiler birkaç ay içinde değişik siyasal partileri ve tanınmış liderleri yeni toplumsal temeli olan bir hareket haline getirebilirlerdi [43].
12 Nisan 1931 tarihinde yapılan belediye seçimleri ve müteakip genel seçimlerde 50 ilin 41’inde cumhuriyetçiler kesin zafere ulaştıklarını daha önce belirtmiştik. Bu seçimlerin ardından kral ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
14 Nisan 1931 tarihinde ilan edilen ikinci Cumhuriyet, bir askeri ayaklanma ve iç savaş gücüyle yok edilinceye kadar beş yıldan uzun bir süre yaşatılabildi.
İç Savaş
İspanya’da faşist yönetim, 16 Şubat 1936 tarihinde seçimleri kazanan Halk Cephesi ile faşist General Francisco Franco liderliğindeki isyancı bir grup olarak bilinen milliyetçiler arasında 17 Temmuz 1936 tarihinde başlayarak 1 Nisan 1939 tarihinde sona eren ve General Franco’nun 1939 tarihinden 1975 tarihine kadar süren diktatörlük dönemini kapsar. Bu süre 36 buçuk yıl süren bir dönemi kapsamaktadır. Oysa 1936 tarihinde yapılan seçimleri kazanan halk cephesi lideri Manuel Azana’nın kurduğu hükümet, ABD, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelerin tepkisini almamak için kabineye sosyalist ve komünistleri almamıştı.
Azana hükümetinin ilk işi 1934 yılında Franco birlikleri tarafından işçi grevini bastırmak bahanesiyle yapılan katliam ve sonrası suça iştirak edenlerin genel af ile salıverilmeleri ile Katalan hükümetinin kurulması oldu. Azana, 10 Mayıs 1936 tarihinde de Cumhurbaşkanı seçildi.
1931 yılında Cumhuriyetin ilanından itibaren sürekli hoşnutsuzluklarını dile getiren kralcılar, tekeller, karteller, feodal toprak sahipleri, kilise ve ordu sürekli katliamlara başvurarak işçi ve emekçileri sindirmeye çalışmıştı. Cumhuriyet’in ilanından itibaren uluslararası emperyalist ve faşistlerle sürekli işbirliği içinde bulunan sömürücüler (kapitalistler, ruhban sınıfı ve feodal derebeyler), tüm direktiflerini bu emperyal güçlerden alıyordu. Seçimler sonrasında faşistler ülkenin hemen her yerinde politikacılara, sendikacılara, işçi ve köylülere yönelik suikast ve katliamlara hız verdi. Jose Antonio Primo de Rivera tarafından ispanyayı ele geçirdiği düşünülen solculara karşı örgütlenen otoriter-kralcı parti hükümet tarafından yasa dışı ilan edildi ve lideri Rivera tutuklandı.
14 Mart’taki tutuklamadan sonra. Falanjistler iç savaşı tırmandırmak için suikastler yanında doğrudan halka saldırmaya da başladı. 14 Nisan 1936’da falanjistler (sağcı ve mezhepsel “Katolik” bir ideolojiye sahip olan milliyetçi kesim), resmigeçit töreninde halka ateş açtı. 13 Temmuz tarihinde cumhuriyetçi askerlere dönük katliamlar ise bardağı taşırdı ve sağcıların liderlerinden Calvo Sotelo cezalandırıldı. Böylece Generaller istediği fırsatı yakaladığını düşünerek Fas’ta iç savaşın işaretini verdiler[44].
İç savaştan önce generaller müteaddit defalar Cumhuriyet’e olan bağlılıklarını yazılı ve sözlü açıklamalarla beyan etmişlerdi. Azana, cumhurbaşkanı seçildiğinde tüm generaller onu kutlamış ve Cumhuriyet’in sadık bekçileri olduğunu dile getirmişlerdi. Ancak Falanjistlerin isyanından sonra generaller, ikiyüzlü bir politika izlediler. Hatta General Emilio Mola, isyandan bir gün önce isyancılara katılmayacağına dair şeref sözü vermişti. İspanya’da faşist yönetim, 16 Şubat 1936 tarihinde seçimleri kazanan Halk Cephesi ile General Francisco Franco liderliğindeki isyancı bir grup olarak bilinen milliyetçiler arasında 17 Temmuz 1936 tarihinde başlayarak 1 Nisan 1939 tarihinde sona eren ve General Franco’nun 1939 tarihinden 1975 tarihine kadar süren diktatörlük dönemini kapsar. Bu süre 36 buçuk yıl süren bir dönemi kapsamaktadır.
1931 yılında Cumhuriyetin ilanından itibaren sürekli hoşnutsuzluklarını dile getiren kralcılar, tekeller, karteller, feodal toprak sahipleri, kilise ve ordu sürekli katliamlara başvurarak işçi ve emekçileri sindirmeye çalıştı. Cumhuriyet’in ilanından itibaren uluslararası emperyalist ve faşistlerle sürekli işbirliği içinde bulunan sömürücüler (kapitalistler, ruhban sınıfı ve feodal derebeyler), tüm direktiflerini bu güçlerden alıyordu. Seçimler sonrasında faşistler ülkenin hemen her yerinde politikacılara, sendikacılara, işçi ve köylülere yönelik suikast ve katliamlara hız verdi. Otoriter kralcı, ordu, kilise ve falanjistlerin desteğini alan milliyetçi ve paramiliter grupların çıkardıkları anarşi, huzursuzluk, isyan ve katliam, ülke geneline yayıldı.
Başbakan, isyanın kontrolden çıkmasından sonra halka silah dağıtacağını emretti ve akabinde istifasını sundu. Quirigo yerine 20 Temmuz’da yine Cumhuriyetçi Sol Parti’den Jose Giral getirildi. Bu dönemde faşistler, iç savaşı ayrıntılı ve kapsamlı bir şekilde ve tam bir savaş stratejisi ile hazırlamışlardı. Faşistler yalnız ordu aracılığı ile değil, sivil paramiliter güçleri kışlaya sokarak, onlara üniforma ve silahlar dağıtarak isyan ve işgal hareketini başlattılar. İşgal ettikleri her yerde yağma, talan ve katliamlar eksik olmuyordu. On binlerce insan işkencelerden geçiriliyor ve öldürülüyordu. Hatta sömürücü, kan emici kapitalistleri desteklememek bile cinayetler için bir bahane olmuştu.
İşçi sınıfı, köylüler ve diğer muhalif gruplar sokağa silahlarıyla çıkarak faşistlere karşı çatışmaya katılınca bu katliam yavaşladı. Faşizm tehlikesi karşısında hükümetin halka silah dağıtmaya başlamasıyla birlikte komünistler, sosyalistler, Cumhuriyetçiler, Katalan milliyetçileri, Baskçılar, Ulusal Emek Konfederasyonu (CNT) üyeleri ile diğer antifaşist grupların birleşmesi ile birlikte katliamlar durdurulabildi. Halk Cephesi’ni oluşturan partilerin, öngörüsüzlüğü ve basiretsizliği [44], bu kanayan yarayı deşmiş ve üzerine tuz serpmiştir.
İkiyüzlü General Emilio Mola, iç savaşın başlamasından itibaren Franco’nun çok daha etkili, sözünü geçirebiliyordu ve önündeydi. Ancak İtalya ve Nazi Almanyası onu desteklemiyordu. 1 Temmuz 1937 tarihinde bir uçak kazasıyla saf dışı bırakıldı. Böylece tüm yetkiler Franco’ya geçti. Hiç şüphesiz ki cumhuriyete sadık kalan generaller ve ordu birlikleri yok değildi. Örneğin Zaragoza ve Cordoba bölgelerinin faşistlerden temizlenmesinin ardında Güney ve Doğu kesimlerindeki iller ile Akdeniz sahiline falanjistler sokulmamıştı. Bazı kentlerin hava üssünde havacılar isyancılara karşı savaşmıştı. Bunların içinde generaller, amiral ve yüzlerce subay bilfiil çatışmaya katıldı ve falanjistler tarafından öldürüldü. Bir süreliğine Cumhuriyet kurtarılmıştı. Bunda halkın da çok büyük etkisi olmuştu. Ancak devrede ABD, İngiltere ve Fransa emperyalist güçleri vardı. Onların devreye girmesinin ardından İtalyan ve Alman faşizmi neredeyse askeri müdahaleye başlayacaktı. Hatta ileride anlatacağım Bask bölgesindeki Guernica kentinin Alman Hava Kuvvetleri tarafından bombardımanı ile bizzat askeri müdahalede bulundu. İspanya’da isyancı faşistler, bir yandan emperyalistlerden öte yandan faşist devletlerden açık destek almıştı.
Başta İspanyol tekelci burjuvazisi olmak üzere, Generaller, monarşi taraftarı toprak sahipleri müteaddit defalar Almanya ve İtalya’ya ziyaretler yapmışlar ve eli boş dönmemişlerdir. Gerek Silah ve mühimmat, gerek asker destek ve gerekse mali yardım ile dönmüşlerdir. Ama bunun karşılığında kendi ulusal maden yataklarını yaptıkları kirli anlaşmalarla Almanya ve İtalya’ya satmışlardır. Çünkü bu maden yatakları savaş sanayi için emperyalist-faşist devletlere gerekliydi. Alman faşistlerinin Sovyetler Birliğine saldırmasında bu sanayii, malzeme ve mühimmat kaynağını oluşturacaktı. İspanya iç savaşından sonra Almanya ve İtalya’nın hedefi Avrupa ve Kuzey Afrika’ya yayılmak olmuştur.
Emperyalizmin ve faşizmin İspanya’ya müdahalesi, aynı yıl içinde iç savaşın niteliğini değiştirdi. Cumhuriyetçi halk ile oligarşi arasındaki savaş, İtalya ve Almanya’nın müdahalesi ile kısa sürede Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ne dönüştü. 18 Ağustos 1936’da İspanya Komünist Partisi yeni gelinen aşamayı yayınladıkları bildiride şu sözlerle dile getiriyordu: “Bir yanda ülkemizin askeri ve reaksiyoner kuvvetleri, diğer yanda demokrat ve ilerici bir İspanya isteyenler arasında bir mücadele olarak başlayan savaş, kısa zamanda bir bağımsızlık savaşına dönüşmüştür. Ülkemizin zorba yabancıların kanlı çizmeleri altında çiğnenmesine engel olmak için bütün milletimiz ayağa kalkmalıdır.”[44]
Savaşın başlamasından kısa süre sonra Almanya’nın Taranca Konsolosu 22 Temmuz 1936 tarihinde Hitler’e mektup yazarak 10 savaş uçağı talebinde bulunmuştu. Aynı tarihte Cumhuriyet hükümeti de Sovyetlerden, İngiltere ve Fransa’dan yardım talebinde bulunmuştu. Kısa sürede İngiltere ve Fransa talebi geri çevirdi. Sovyetler Birliği ise İspanya’daki elçilik ve konsolosluk binalarını Cumhuriyetçilerin toplanma merkezi haline getirdi. Silah ve mühimmatı da deniz yoluyla İspanya’ya sevk etti. Türkiye iç savaş sürecinde bir yandan Sovyetler Birliği’nin İspanya Cumhuriyeti’ne taşıdığı yardımları Boğazlardan geçirmesine ses çıkarmamış, bir yandan da ülke içinden iç savaşa asker yazılması ve yardım gönderilmesinin önünde durmuş ve Türkiye’den gönüllü akışının önünü kesmiştir. Türkiye, savaş boyunca Cumhuriyet Hükümetini desteklemekle birlikte savaşın Franco lehine sonuçlanması sonrasında yeni faşist yönetim ile iyi ilişkiler kurmakta zorlanmamıştır.[45]
İç Savaş’ın ciddi bir boyut alması üzerine Franco, 19 Temmuz 1936 tarihinde Fas’a gelerek birliklerin komutasını devraldı ve lejyonerlerle birlikte İspanya’ya döndü. Hitler ve Mussolini, isyanın başlamasından kısa süre sonra Franco’nun emrine birer uçak filosu göndererek 13.500 kişiyi Fas’tan İspanya’ya taşımıştır. Takip eden günlerde de 200.000’i aşkın Alman, İtalyan ve Arap askeri bölgeye sevk edilmiştir. ABD’nin yardım amacı daha farklıdır. İspanya’da kızılların başta olmasındansa faşistlerin başta olmasını Amerikan sermayesi açısından tercih etmiştir. Savaş boyunca Almanya Franco’ya 1.200, İtalya 1.800 ve A.B.D. 12.800 kamyon yardımında bulunmuştur. Almanya ve İtalya binden fazla uçak satmıştır. ABD’nin Texaco firması da Franco yönetimine 1936’da 344 bin, 1937’de 420 bin, 1938’de 478 bin, 1939’da 624 bin ton petrol yardımı yapmıştır. Ayrıca çeşitli silah ve mühimmat yardımı da yapılmıştır.[45]
Hiç şüphesiz ki bu dış müdahale ve yardımlar güçler dengesini ciddi bir şekilde ve isyancılar lehine değiştirmiştir. José Sandoval İspanya İç Savaşı’nda 150.000 İtalyan askerin rol aldığını, halkın üzerine 11.585 bomba yağdığını, 50.000 Alman subay ve uzmanın [46] görev yaptığı yazılmıştır.
Cumhuriyetçilere de dünyanın dört bir yanından 10.000 kişilik antifaşist gelmiştir. Savaş boyunca 50’den fazla ülkeden 40.000’in üzerinde gönüllü Uluslararası Tugaylara katılmıştır.
< Önceki bölüme geri dön Sonraki bölüm >
[43] Julian Casanova, İspanya İç Savaşı’nın Tarihi (Çeviri Uygur Kocabaşoğlu, İstanbul, 2015)
[44] http://www.devrimcihareket.org/ispanya-ic-savasi-ii/
[45] Savaş Sertel, Türk Hariciye Raporlarına Göre İspanya İç Savaşı (1936-1939)
[46] http://www.devrimcihareket.net/temel-tezler/524-spanya-c-sava-2-.html 05.09.2014.
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022