Haziran-Temmuz 2025’den gündemimin dibine düşenler;
50) Hayal edebilmek ancak somutun, somut verilerin, görünenin, yaşananın, elle tutulanın ya da bilimin o an itibariyle insanlığa sunduğu bilgiler dâhilinde olur; insan/insanlık bilmediğinin ötesinde, olasılıklar silsilesinde ufacık bir yeri bile olsa yer almayan “şeyler” hakkında hayal kurma ya da dünya yaratma yeteneğinde değildir. Basit bir örnek bilimkurgu ya da distopya masallarıdır; milyonlarca ötedeki gezegenlere giden bilim kurgu kahramanları oralarda da insan gibi düşünen ve hatta insana veya yeryüzündeki böceklere, hayvanlara ya da onların karma hallerine benzeyen –alt örnek: alien!- savaşır. Savaşır; emperyalizmin yaptığı gibi “o dünyaya” barış getirmek ya da kendi üstünlüğünü kanıtlamak için savaşır… Ve sonuç itibariyle “barış” bir hayal bile olamaz; barış bir ütopya değil aksine distopyadır derdim ancak yukarıdaki hipotez barışın bir distopya dahi olamayacağı iddiasını ileri sürer ve tartışır!
51) Kimilerince açıksarısendikanın son elli yıldaki en büyük devrimci eylemi olan –ve hatta sosyalist devrimi ateşleyecek nitelikte!- İzmir “grevi” hakkında yazdıklarım kimi arkadaşları üzmüş! Ama radikalist kafamda yanıtını bulamayan çokça sorular… Kuşkusuz bu ve benzeri soruların çokça yanıtı Ege kıyılarına konuşlanmış daçalarında bile teorik üretim faaliyetinden vazgeçmeyerek devrim yolunda büyük fedakârlıklarda bulunan sosyalistteorisyenabiveablalarda çokça mevcut; mesela evrenin, kürenin ve geride kalan insanlığın ezilenlere, yoksullara ve hatta yoksunlara ve hatta o çok sevdikleri işçi sınıfına dair varoluşsal bir sorumluluğu var mıydı gerçekten, umursuyorlar mıydı? Egosal bir sorun muydu acaba politika denen şey? Kendi yaşamlarına dair, fiziksel ve ruhsal fazlalıkların eksikliklerin ve maddi refah halinin gizlenmesinin bir aracısı mıydı ötekinin yoksulluğunu yoksunluğunu kullanmak? Geleceğe dair, açıklanamaz sayısız nedeninin olduğu bir türlü gelemeyen geleceğe dair ideolojik kurgular güne ait, yaşanan an’a ait varoluşun onanmasından ve anlamlandırılmasından başka bir şey ifade etmiyor olabilir miydi? Kibir; yalnızca kibirden mi ibaret bir özeti miydi sahnede sergilenen oyunun?
Ve bir ay sonra
Bilmemkaçıncı geleneksel koyusarı sendikanın iktidarla pazarlık grevmrev oyunu… Bir taşeron örgüt olarak sendikalar!
TV seyrederken!
52) İki günlük tv –yandaş ve karşıyandaş- seyretme kürü EKT (elektro konvülsif tedavi) niyetine (!) küresel ve yerel birkaç naçizane vargımın haklılığını bir kez daha kanıtladı; örneğin, Anadolu coğrafyası okuyabildiğimiz kadarıyla insanlık tarihinin gördüğü en büyük yıkım ve yağmayı yaşamakta; Pers ve Moğol istilaları bile yaşananın yanında uygarlaşma adımı sayılabilir! Akla gelecek bütün alanları kapsayan çürüme, yozlaşma, topyekûn çöküş… Organizmada hiçbir sağlam sağlıklı hücrenin kalmama hali; buna istisnasız her yer her şey dâhil; “muhalifler” bile…
53) Perte çıkmak: taşıtın kaza, afet ya da herhangi bir başka nedenle onarılamayacak kadar hasar alması; öyle bir hasardır ki bu, onarım masrafları aracın piyasa değerinin çok çok üstündedir.
54) HEK; hurda enkaz köhne kelimelerinin baş harflerinin bir araya gelmesi… HEK malzeme; devlette kullanılamayacak duruma gelmiş araç ve gerece verilen isimdir. Basit bir tutanakla zimmetten düşülür!
55) Milgram Deneyi: İktidara itaatin bilinen ve denedikçe yaşadıkça öğrenilen sayısız yolu hakkında…
56) Tv izlenimlerimle devam edelim, bir tekrar daha; birkaç gün önce söylediklerinin tam tersini bugün söylemekten çekinmeyen, beis görmeyen –utanmayan!- unvanları –ve/veya görev tanımları- ekran görüntülerinin yarısını kaplayan ve neredeyse tamamı “sol” tandanslı olan siyaset “bilimciler” ve “iktisat bilimciler” ısrarlı bir biçimde “faşizm” kelimesini/tanımlamasını kullanmaktan kaçınıyorlar. Bakmayın, hepsinin tuzu kuru ve hepsi bu bağlamda teorik takılmayı bir güvenlik meselesi olarak görüyorlar.
Sol’da ne kadar “teoriksen” postmodern faşizm sana o kadar güvenli alan açar!
57) “Faşizm” denmesinden, kelimenin telaffuz edilmesinden bile korkulan faşizm; salt bu korkuyu sorgulamak bile onun niteliği için açıklayıcıdır. Olup biteni anlamayan ve konu başlığı ne olursa olsun aynı şeyleri söyleyen –ve aynı şeyleri söylemesi için siyasi yorum programlarında ısrarla yer verilen- bir “duayen” gazetecinin her konuşmasının sonunda “demokrasimiz yara aldı” demesi! Evet; faşizm kelimesi ile yüzleşemiyorsanız daha kötüsünün neler olabileceği konusunda en azından bir fikriniz dahi olamaz. Kuşkusuz böyle bir düşüncesinin olmaması aynı zamanda olası sorumluluklarında göz ardı edilmesi, yok sayılması sonucunu doğurur. Demokrasiden medet ummak ve onun kurumlarını savunmak faşizmin sahasında onun kurallarıyla oynamaktan başka bir şey ifade eder mi? Bu “kurumların” yeniden dizayn edildiğinin görülmemesinden çok görmezden gelinmesi değil midir? Bu kadar anlı şanlı gazeteci yazar ve siyaset bilimci varken…
58) Alzheimer / Toplumsal ya da güruhsal türü: Kurumların otoriteye göre yeniden kurgulanması bireysel-toplumsal hafızaya açık bir müdahaledir; denizde yaşayıp denizi bilmeyen, o hep “hafızası ile dalga geçilen balıklar” misali faşizmin içselleştirerek tanımlanamaz hale gelinmesi… Eğer “onu” sadece Adolf ve Benito ile özdeşleştirirsek faşizmin ya da post modern faşizmin zafere giden yolunu çoktan açmış oluruz. Cicimuhaliflerin / devletlümuhaliflerin sıkça tekrarladıkları o ucuz aforizma, “gerçeğin birgün ortaya çıkma huyu” vs. faşizmin varoluşunun doğrulanması değil midir?
59) Faşizm egemenin dilidir. Faşizm egemenin hukukudur. Dil koşulsuz biatın sağlayıcısı, hukuk onun meşruiyetidir.
60) Acaba faşizm kelimesini duymak bile istemiyorlar mı; onca kişi yerel ve küresel birçok mevzuyu, gerçekten korku ile kaçarken duyulan tutkulu heyecana benzeyen büyük bir coşku ile yerel ve küresel birçok mevzuyu tartışırken bu kelime ağızlardan çıkmıyor. Sanki bir sözleşme var gibi; omerta gibi bir şey! Bir içselleştirme şekli olarak dillendirilmekten kaçınıldığı sürece faşizme biat güçlenerek devam edecektir; gerçek olan dillendirilmediği sürece anlık günlük yalanların ve soyut haliyle en büyük yalana teslimiyet kaçınılmaz olmayacak mıdır? Tv’de konuşmak kolay veya bir yerlerde yazmak en kolayı belki de –tıpkı şu an benim yaptığım gibi-; ancak pratik bir yansıması anlamı yoksa orada vücut bulamıyorsa beyhude… Ve hala seçim telaffuzu? Seçimden medet ummak Onca yıldan bu yana ülkede “asgari demokrasinin” talep ettiği anlamda bile bir seçim olmadığını görmek için ne gerekiyor. Belki de görüp inanmak istemedikleri ülkede artık bu türden bile seçimlerin olmayacağı; şu ya da bu nedenle seçim şovundan vaz geçilebileceği… the truth is out there…
61) Mesela; “her zamankinden çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz bu günlerde devletin, milletin bekası için” deyip artık seçim yapılmayacağı söylendiğinde –ki doğrudan ve dolaylı yollardan söyleniyor ve zaten onca yıldan bu yana yapılan seçimler seçim değildi- ne olacak, ne diyecekler? “Terörsüz ve seçimsiz” ülke günlerine koşar adım; peki “terörün” yeni “terörsüz” kavramı üzerinden tanımı nedir?
62) Türkiye’de kimi “solların” büyük çaresizliği; emperyalizmin bölgedeki gözde aktörü olma çabasındakileri meşrulaştırmak için atılan teorik –ve bir o kadar bayat kokuşmuş- taklalar; satır aralarından sosyalist umut arayışına dair fars hali, emperyalizmin argümanlarıyla tanımlanmaya çalışılan “barış”; bir halk deyişi vardı değil mi: bokunda boncuk aramak!
63) Faşistlerle ortaklık kurma, “amaçta” birleşme –araç olma!- çabası içindeki yenilen pehlivan güreşe doymaz partisinin sayısızeşbaşkanındanbirinin resmi muhalefet partisine yaptığı “sizde bizimle –kastedilen iktidar masası- masaya oturursanız adamlarınız serbest kalır” şeklindeki açık bir tehdit olan sözleri bile “gelmesi beklenen barışışın” niteliği hakkında yeterince açıklayıcı değil mi? (Bu satır yazılırken tv’den yükselen ses belediye memuru 25 kişiye dair gözaltı haberi veriyordu.) Diğer taraftan bu sözler yıllar önce yazdığım bir yazıyı ve sıkça kullandığım bir “halk deyişini” daha anımsattı; tekrarla: Faşistle “demokrasi” masasına oturmak ve sonuç beklemek(mi)… Bir halk deyişi vardı “devletle bostana giren kıçında hıyarla dolaşır” diye değil mi.
64) Geçmiş yüzyılların sonuçları itibarıyla öğrettiği şudur; milliyetçilik bir değersizleştirme programı/projesidir. Ezen ulus milliyetçiliği, ezilen ulus milliyetçiliği gibi safsatalar bunların politik pratik araçsal hallerinin emperyalist manipülasyon araçları olduğunu tarih her geçen an bize yaşatarak öğretiyor; 150 yıllık deneyim kuşkusuz öğrenmek görmek isteyen için hiç de az değil; antik teoriler tozlu rafla kalkmalı dememek gerekiyor dahası onların artık tozlu raflarda yeri olmamalı, imha edilmeli. Azgelişmiş ulusların gelişmemekte ısrarlı sosyalistlerinin biraz olsun “rahatlaması” içiz naçizane bir öneri…
65) “Eskiden” milli bayramlarda onun “tüm yurtta, yavru vatanda ve dış temsilciliklerde coşku ile kutlandığı” resmi tümcesini duyardık. “Tüm yurtta” vurgusu anlamsızlığı ölçüsünde önemli! Anıların izinde yerlivemilli Reichstag anmalarının sönük geçtiğini bir başka dipnot olarak düşelim!
Ve anımsayalım tekrar; Reichstag seyirci kalınmaması gereken bir başlangıçken tam tersine dönüştürüldü, muhalefet faşizmi meşrulaştırmak pahasına kendini yeniden kurgulama yolunu seçti; doğru bir yol olmadığı ne yazık ki onların bile iş işten geçtiğini anladıkları zaman görülmüş olmalı ancak farkına varıp varmadıkları hakkında kuşku duymamız içinde birçok neden mevcut…
Ve
66) İnsanlık tarihine bir utanç dipnotu; her gün yüzlerce kişi savaşlarda, katliamlarda ölürken, yoksulluk ve açlık dayanılmaz boyutlarda iken aralarında muhalif etiketlilerinde bulunduğu iktisatçıların saatlerce “piyasa” “borsa” “altın” tartışması…
- “Ya Sahte Olmayan Diplomalar” - 17 Ağustos 2025
- Dipnotlar (5) - 1 Ağustos 2025
- Sağlıkta Çöküşün Öteki Öyküleri (6) - 20 Temmuz 2025