Geçmişin anlı şanlı yöneticilerinden birisi, bir toplantıda şöyle bir söz sarf etmişti: “Nerede bir denge görsem, oraya çomak sokarım!”
İçimden “İyi halt edersin!” diye geçirdiğimi hatırlıyorum.
Bu yönetici bunun muhtemelen marifet olduğunu düşünüyordu halbuki dengeler çok zor kurulur. Yıkmak ise çok kolaydır. Bir kere yıkıldıktan sonra ise tekrar kurmak için akla karayı seçersiniz. Maliyeti de büyük olur.
Dünyada olup biten de bu aslında. İnsanlık dünyanın ve doğanın kritik dengesini temelden salladı.
Bir süre önce yayın organlarında yer alan bir haber dikkat çekiciydi. Ortaya yeni çıkan belgelerle, petrol ve otomobil endüstrilerinin 1954’ten 1956’ya kadar Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde (Caltech) Charles David Keeling’in ilk iklim bilimi çalışmalarını finanse ettiklerinin doğrulandığı ifade ediliyordu. Keeling, küresel ısınmanın ve atmosferdeki karbondioksit seviyelerinin arttığını gösteren “Keeling Eğrisi” ile tanınıyor. Yani, söz konusu belgeler, sektör liderlerinin fosil yakıtların çevre üzerindeki potansiyel etkilerinin başından beri farkında olduklarını gösteriyordu. Diğer bir deyişle kapitalist sermaye, sonuçlarını bile bile dünyanın dengesine çomak sokmayı tercih etmişti ve bunu, yüksek kâr uğruna yıllar boyunca da sürdürdüler.
Denge darbe almıştı bir kere. Atmosferimizde sera gazı birikimi ileri boyutlara taşındı ve küresel ısınmayla tanıştık. Zira atmosferi dolduran sera gazı ne kadar fazlalaşırsa o kadar fazla ısı hapsediliyor. Hele hele bu gazların düzeyleri dünyanın fotosentez gibi doğal süreçler yoluyla başa çıkabileceğinden daha yüksek bir düzeye ulaşırsa, güvenli kabul edilen düzeylerden daha fazla ısının hapsolmasına sebebiyet veriyor ve iklim değişikliği ortaya çıkıyor.
Kısaca, iklim değişikliği bu dengeye müdahalenin tatsız bir sonucuydu ve dengede büyük bozulmalar gözlemlenmeye başladı.
Örneğin okyanus akıntılarını ele alalım. Bu akıntılar, dünya iklimi üzerinde çok büyük bir etkiye sahip. Güneşten gelen ısı, özellikle ekvator bölgesindeki tropikal sular tarafından emiliyor ve okyanus akıntıları tarafından dünyanın farklı bölgelerine taşınıyor. Akıntılar, rüzgarlar, tuzluluk farkları, sıcaklık değişimleri ve dünyanın dönüşü gibi faktörlerden etkilenerek hareket ediyorlar. Böylelikle akıntılar, hava sıcaklığını ve yağış miktarını etkileyerek bölgesel iklim koşullarını da belirliyor. Örneğin, Körfez Akıntısı Batı Avrupa kıyılarını ısıtırken, soğuk okyanus akıntıları sıcak bölgelerde serinletici bir etki yaratıyor. Okyanus akıntıları ayrıca deniz ekosistemlerini besin ve oksijen taşınması yoluyla etkileyerek deniz canlılarının yaşamını da şekillendiriyor.
Bildiğimiz gibi, küresel ısınmanın en belirgin etkisi buzullarda gözlemleniyor ve kutuplardaki buzullar daha önce görülmemiş süratlerde eriyerek okyanusa karışmaya başladı. Araştırmacılar, küresel ısınma nedeniyle Grönland ve Antarktika’daki buz tabakalarının erimesi sonucu okyanusa karışan tatlı suyun, okyanus suyunun tuzluluğunu ve yoğunluğunu azalttığını ifade ediyor. Bu durum da Atlantik Meridyonel Devinim Dolaşımı (AMOC) olarak bilinen okyanus akıntısının yavaşlama hatta 2050 yılına kadar durmasına neden olabileceğini söylüyor bizlere. Bu durumun da dünya üzerinde yaşamı tehdit edeceğini ifade etmek, herhalde gereksiz.
Isınma ve buzullardaki erime, yalnızca böylesine devasa dengeleri değiştirmiyor. Daha küçük, bu büyük dengeyi destekleyen bazı dengeler de bozuluyor.
Mesela hangileri, diye mi soruyorsunuz?
Penguenleri örnek gösterebiliriz. Yapılan yeni bir araştırma, Antarktika’nın havasını serin tutmak için büyük önem taşıyan bir şey keşfetti: Penguen dışkısı. Görüldü ki, penguenlerin dışkılarından yayılan amonyak gazı, kıtanın kıyı bölgelerinde bulut oluşumunu artırıyor, bu bulutlar güneş ışığını engelliyor ve sıcaklıkların düşmesine yardımcı oluyor. Halbuki küresel ısınma bu sevimli canlıların yaşam alanlarını olumsuz etkileyerek bu imkanı da ortadan kaldırıyor.
Başka bir örnek de istilacı türlerin yayılımından verilebilir.
Normalde Büyük Kanyon gibi sıcak ve kuru iklimlerde görülen dikenli armut kaktüsleri, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak İsviçre Alplerini istila ediyor. 18. yüzyıldan beri var olan bu bitkiler, İsviçre ve İtalya’nın bazı Alp bölgelerinde önemli ölçüde yayılmış durumda. The Guardian’ın bildirdiğine göre, Fully belediyesi, 2022’nin sonunda kaktüsleri kökünden sökmek suretiyle bu istilacı türü ortadan kaldırma girişimi başlatmış durumda. Anlaşılacağı gibi yerel halk da bu bitkinin ekosistemlerinde yayılmasından hoşnut değil.
Bu örnek biraz masum geldiyse daha ciddi bir başka örnek de verebiliriz. Bilim insanlarının en büyük endişeleri arasında hastalık taşıyan sivrisineklerin, iklim değişikliği sebebiyle yaygınlaşması bulunuyor. Bu durum, teorik bir tehditten ibaret de değil. Yapılan yeni bir araştırmaya göre, sıtma bulaştıran sivrisinekler, bir asırdan uzun bir süredir Afrika’da ısınan bölgelere doğru yayılıyor ve hakimiyet alanlarını her yıl 3 mil genişletiyorlar. Bu haber, iklim değişikliğinin muhtelif türleri yeni bölgelere itmesine yönelik bilimsel endişelerin de ne kadar doğru olduğunu anlatıyor bizlere.
Çözüm, sürdürülebilirliği ciddi şekilde ele almak, yasalar aracılığıyla zorlamak ve dünyanın kritik dengesini yeniden kurmasına yardımcı olmaktan geçiyor.
Tabii, kurulduktan sonra birilerinin tekrar kazanç uğruna çomak sokmasını engellemek de şart.
Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.
- Denge - 27 Mayıs 2025
- Şu Yönetici Koltuğunda Oturan Bizim Yapay Zekâ Değil mi? - 25 Nisan 2025
- Bilimden Korku Filmi Senaryolarına - 24 Şubat 2025