Sahte Diplomalar, Bürokrasinin Kayıtdışı Zekâsı ve Kurumsal Yozlaşma

Türkiye’nin gündemini sarsan sahte diploma, kimlik ve ehliyet skandalı, yüzeyde bir “çete organizasyonu” gibi sunulsa da, olayın satır araları bize çok daha derin bir hikâye anlatıyor. Bu, basit bir dolandırıcılık değil; devletin dijital kalbine kadar sızmış bir örgütlenme biçimi. Ve daha da çarpıcısı: bu organizasyon, yalnızca dışarıdan bir müdahaleyle değil, içeriden kurumsal rıza ve destekle varlığını sürdürebilmiş görünüyor.

Bugün geldiğimiz noktada asıl sorulması gereken şu: Sahte belgelerle örülen bu yapı, yalnızca birkaç kötü niyetli şahsın mı marifeti? Yoksa kamu yönetiminde yıllardır biriken, liyakat dışı atamaları meşrulaştırma ihtiyacının sonucu olarak mı ortaya çıktı?

“E-Devlet Onaylı” Sahtekârlık

Ortaya çıkan belgeler ve tanıklıklar, sahte diplomaların yalnızca fiziksel olarak üretilmediğini, aynı zamanda e-Devlet ve YÖKSİS gibi sistemlerde “gerçekmiş” gibi işlendiğini gösteriyor. Bu da demek oluyor ki, olay basit bir sahte belge değil; kamu bilgi sistemlerine içeriden erişimle mümkün olmuş, organize bir yapıyı işaret ediyor.

Peki, kim bu sistemlere erişebiliyor? Kimlerin e-imzaları kullanıldı? Bu erişim hangi yetkiyle sağlandı?

Bu sorulara hâlâ doyurucu bir yanıt verilebilmiş değil. Ama bir gerçek var ki, bu çapta bir sahtekârlık, yalnızca dışardan yapılabilecek bir iş değil. Erişim yetkisi olan bazı kamu görevlilerinin ya doğrudan işin içinde olduğu ya da görmezden geldiği artık inkâr edilemez.

Bürokrasideki Sessiz Ortaklıklar

Diploma, kimlik, ehliyet… Bunlar sadece belgeler değildir. Devletin yurttaşla kurduğu ilişkinin kayıtlı biçimleridir. Eğer bu belgeler sahteyse, ilişki de sahteleşmiş demektir.

Bugün kamu görevlerinde bulunan bazı kişilerin sahte diplomalarla atandığı iddiaları, bu yapının sadece bir rant şebekesi olmadığını, siyasi kadrolaşmanın bir aracı olarak da işlediğini düşündürüyor. Sahte diplomalar, liyakatin yerini sadakatin aldığı bir sistemde, kişisel terfi değil, yapısal bir dönüşüm aracına dönüşüyor.

Ve bu durum, yalnızca eğitim sistemini değil; adalet, güvenlik ve kamu hizmetlerini de etkileyen bir çürüme biçimine işaret ediyor.

Medya Neden Susuyor?

Bu çapta bir skandalın kamuoyunda gereken etkiyi yaratmaması, Türkiye’de medya düzenine dair çok şey söylüyor. Olayın birkaç ana akım medya organında “çete çökertildi” başlığıyla geçiştirilmesi, iktidara yakın çevrelerin bu meseleye yaklaşımını da özetliyor.

Oysa konu, yalnızca birkaç kişinin sahte belgeyle kamuya girmesinden ibaret değil. Konu; sahte belgelerle ayakta duran bir kurumsal yapının, geleceğimizi nasıl şekillendirdiğiyle ilgili.

Cezasızlık: En Büyük Teşvik Mekanizması

Şimdiye kadar yürütülen soruşturmalar yalnızca birkaç “aracı kişiyle” sınırlı tutulmuş görünüyor. Oysa esas sorun, bu kişilere sistem erişimini sağlayan asıl bürokratik ve siyasi figürlerin hâlâ görevde oluşu.

Gerçek bir hesaplaşma, yalnızca “alt kademe” failleri değil; bu sistemin siyasi ve kurumsal koruyucularını da hedef almadıkça, bu hikâyenin devamı gelecektir. Çünkü cezasızlık, sadece suçları değil; sistemin tamamını yeniden üretir.

Bu Sadece Geçmişin Skandalı Değil, Geleceğin Kırılmasıdır

Sahte belgelerle şekillenen bir kamu yönetimi, yalnızca bugünü değil, geleceği de ipotek altına alır. Bu belgelerle alınan kararlar, atanan yöneticiler, yapılan denetimler… Hepsi bir kurgusal gerçekliğin, daha doğrusu sahte bir devlet refleksinin parçasıdır.

Ve eğer bu yapılar açığa çıkarılıp yargılanmazsa, ortaya çıkan gerçek yalnızca şu olur: Sahte belgelerle inşa edilen bir devlet, halkına da ancak sahte adalet, sahte eşitlik ve sahte liyakat sunabilir.

Sonuç olarak, bu skandal, sadece bir çete operasyonu değildir. Bu, kamunun kayıt sistemine sızmış, orada meşrulaşmış ve hatta siyasi amaçlarla kullanılmış bir yapı taşının hikâyesidir. O taşın çekilmesi, yalnızca bazı belgeleri değil; belki de bütün bir yönetim anlayışını yerinden oynatabilir.

Ama ilk adım, gerçeği görmektir.

Ve bazı gerçekler, ne kadar saklanırsa saklansın, e-Devlet ekranında değil, kamu vicdanında görünür.