Türkiye’nin hâlâ 8 Haziran 2015 sabahını yaşamakta olduğunu düşünenlerdenim. 7 Haziran seçim sonuçları hâlâ açıklanmadı; sonuçlar büyük ihtimalle 25 Haziran 2018 sabahı açıklanacak (!) 25’i sabahı mevcut iktidar ve ortakları ya 8 Haziran 2015’in siyasi realitesini kabullenecek ve güçlü bir muhalefet partisi olarak siyasi yaşamlarına devam edecekler ya da 2015’den 2018’e geçen yaklaşık 3 yıllık sürede, 8 Haziran Türkiye’sini -zorla da olsa- dönüştürdüklerini kabul ettirebilecekler.
Şu gün itibarıyla emin olduğumuz tek bir şey var: Haziran’dan Haziran’a, üç senelik bu mücadelede top, son güne kadar ortada olacak. 8 Haziran sabahından 25 Haziran sabahına kadar devam edecek bu mücadelede Müttefik Partiler (Cumhur İttifakı, AKP-MHP) İtilaf Partileri’ne yani Uzlaşma/Antant Partileri’ne (CHP, HDP, İYİ Parti, Saadet, Demokrat Parti…) karşı önemli taktik mevziler kazandılar: Sol muhaliflerin KHK’larla susturulmaları, işlerinden atılmaları ile de olsa; OHAL devam ederken yapılan referandum/seçimlerle de olsa; basın üzerindeki ağır baskı, mülkiyet değişimleri, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonlarla da olsa; seçim yasalarındaki değişikliklerle de olsa; seçimin erkene alınması ile de olsa…. Müttefikler, İtilaf Partileri’ne karşı önemli taktik mevziler elde ettiler; ama bir galibiyet elde edemediler.
7 Haziran seçim sonuçları –tabii ki siyasi anlamda- ertesi gün(lerde) açıklanmadı, açıklanamadı; bu bizi aynı yılın Kasım ayındaki seçimlere getirdi; Haziran ayından Kasım’a gelene kadar da Türkiye hendekler, operasyonlar, yıkımlar, katliamlarla sallandı durdu.
Kasım’daki seçimler de Haziran seçimlerinin sonuçlarının gönül rahatlığıyla açıklanabileceği bir iklim yaratmadı. Türkiye, bu seçimlerden 8-9 ay sonra, aynı yılın Temmuz ayının ortasında, iktidar partisi yetkililerinin “Allah’ın lütfu!” olarak tanımladıkları bir darbe girişimiyle yüz yüze kaldı. Bu darbe girişimi Fethullah Gülen’e bağlı siyasal İslamcı bir örgütün, hem de yine siyasal İslamcı bir iktidar döneminde gerçekleştirdiği bir darbe girişimi olarak siyasi tarihimize geçti. İktidar, bu darbe girişimini, tüm muhalefetin temizlenmesi operasyonuna çevirmekte gecikmedi.
Darbe girişimin üzerinden bir yıl geçmemişti ki, Nisan 2017’de, hem de darbe girişimi sonrasında getirilen OHAL devam ederken, Türkiye bu kez de bir Referandum’a gitti: Darbe girişimi sonrasında oluşturulan Yenikapı Ruhu’nun büyüsü kısa sürede ortadan kalksa da sonradan adına Cumhur İttifakı diyecekleri AKP-MHP ittifakına bir kapı da o dönemde açılmış oldu.
Tüm bunlar olurken HDP siyasetten tamamen tasfiye edilmeye çalışıldı. Partili belediyelere kayyum atanırken, eş genel başkanları ve milletvekillerinin bazıları tutuklandı. Yenikapı Ruhu ile CHP’ye de ayar çekilmeye çalışıldı; çekilmedi de değil. CHP’nin verdiği destek olmasaydı; HDP eş genel başkanlarının ve milletvekillerinin bu kadar rahat tasfiye edilebilmeleri mümkün olamazdı. Ama CHP’nin Yenikapı’ya teslimiyeti, MHP’ninki gibi olmadı. CHP, darbe sonrası yaratılan ortamdan bocaladı, yanlış kararlar aldı; hiçbir zaman oyun kurucu olamadı; hep AKP’yi arkasından takip eden olarak kaldı; “AKP’ne der!” algısını bir türlü aşamadı; ama Enis Berberoğlu’nun tutuklanması sonrasında CHP, sokağı hatırladı: Adalet Yürüyüşü, Parti’nin, gerçekten görkemli bir ivme yakalamasına da vesile oldu. Ancak CHP yöneticileri yine, yine, yine.. -daha sonra Man Adası Yolsuzluğu belgelerinin kamuoyuyla paylaşılması sürecinde olacağı gibi- Adalet Yürüyüşü ’nün de sonunu getirmekte, başladıkları siyasi hareketin fikri-takibini yapmakta zorlandılar.
Siyasi tarihimize Mühürsüz Referandum olarak geçen Nisan 2017 Referandumu da siyasal taşların yerine oturmasına; Müttefikler’in İtilaf’a ya da tersine İtilaf Partileri’nin Müttefikler’e galebe çalmasına imkân tanımadı. Zaten bugün kendisine Cumhur İttifakı diyen, 2017’nin Evet Bloğu, 2016’nın Yeni Kapı Ruhu’nun Mühürsüz Referandum’u teknik olarak kazanabildikleri bile tartışmalı olsa da, siyasi olarak mağlup oldukları aşikârdır. AKP-MHP için bu referandum o kadar büyük bir siyasi başarısızlıktır ki, İttihat Terakki’nin 1912’deki Sopalı Seçimleri, CHP’nin 1946’daki Şaibeli Seçimleri gibi, AKP’nin 2017’deki Mühürsüz Referandumu da siyasi tarihimize geçmiştir. Evet Bloğu’nun, hukuki/teknik başarısı bile şaibeli bu siyasi mağlubiyetini Müttefikler’in Pirus Zaferi olarak adlandırabiliriz. Sonuç olarak Nisan 2017’deki Mühürsüz Referandum dahi Haziran 2015 seçim sonuçlarının açıklanmasına imkan vermemişti.
2018 Erken Seçimleri öncesindeki son durumu şöyle özetleyebiliriz: Bu süreçte Cumhur İttifakı –Müttefikler- seçim yasasını değiştirerek, seçimleri erkene alarak, basının ve diğer tüm muhalif unsurları susturmaya çalışarak (hatta no’lur n’olmaz Ankara’da Özgürlük Anıtı’nın yanına seyyar karakol kurup, bu anıtı gözaltına alarak, İstanbul’da Taksim Meydanı’nı nerdeyse ortadan kaldırarak) İtilaf Partileri’ne karşı taktik başarı elde etmiş olsalar da, İtilaf Partileri’nin Müttefikler’e karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş olduğu kuşkusuzdur.
AKP-MHP İttifakı, elde ettiği tüm taktik kazanımlara rağmen artık savunmadadır. 2018 Erken Seçimleri öncesinde oyun kurucu artık CHP-HDP-İyi Parti-Saadet ve diğerlerinin oluşturduğu İtilaf Partileri’dir. Özellikle 15 CHP milletvekilinin istifa ederek İyi Parti’ye geçmesi de bu psikolojik üstünlük algısını pekiştirmiştir. Etrafınıza bir bakın; Cumhurbaşkanlığı seçimleri’nin artık ilk turda rahatlıkla bitebileceğini düşünene rastladınız mı?
İtilaf’ın bu psikolojik üstünlüğü, 25 Haziran sabahı için bir hukuki galibiyeti garanti eder mi? Asla, etmez! O gün yeniden parlamenter-demokratik sisteme dönüş imkânını konuşabilmemiz için, İtilaf Partileri’nin arzuladıkları seçim sonuçları elde edebilmeleri için, şu an sahip oldukları psikolojik üstünlüklerini, stratejik üstünlüğe çevirebilmeleri ve bu avantajlarını 24 Haziran günü bitimine kadar sürdürebilmeleri gerekiyor.
2018 erken seçimlerini tartışmaya başladığımız bu yazı dizisinde ilk önce 2015’den bu yana gelinen süreci özetleme çalıştım. Önümüzdeki haftalarda bu sürecin faklı ayrıntıları üzerine yazmaya devam edeceğim.
29 Nisan 2018 Pazar