Faşizmi tanımlarken “finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü dür,” demiştik ve insanlık tarihinin içinde yaşadığı bu vahşetin 14 temel özelliklerinden bahsetmiştik.
Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt, 20. yüzyılın tipik faşist rejimlerini (Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı, Suharto’nun Endonezya’sı, Pinochet’nin Şili’si) inceleyerek faşizmin 14 karakteristik özelliğini şöyle tespit etmiştir: [40]
1- İnsan haklarının aşağılanması ve hor görülmesi,
2- Düşmanların/günah keçilerinin birleştirici bir neden olarak tanımlanması,
3- Ordunun ve militarizmin yüceltilmesi,
4- Kitle iletişim araçlarının kontrol altına alınması,
5- Ulusal güvenlik takıntısı,
6- Din ve yönetimin iç içe geçmesi,
7- Cinsel ayrımcılığın şahlanışı,
8- Özel sermayenin gücünün korunması,
9- Emek gücünün baskı altına alınması,
10- Suç ve cezalandırma ile baskı altına alma,
11- Aydınların ve sanatın küçümsenmesi,
12- İnsan kayırma ve yozlaşmada sınır tanımama,
13- Hileli seçimler,
14- Güçlü ve sürekli milliyetçilik: Faşist rejimler, sürekli olarak vatansever şiarlar, sloganlar, semboller, marşlar ve diğer şeyleri kullanma eğilimindedir, diye sıralamıştık.
Yeri geldiğinde ülkemizde de sıkça başvurulan altı kalın çizgilerle çizilmiş başlıklar konusunda gerekli irdelemeyi yapacağız.
I. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile ittifak devletleri, sömürgeleri ile birlikte ancak sınırlı bir şekilde gerekli paylaşımları yapmışlardı. Bu sınırlamanın nedeni 1917 Ekim Devrimi’ydi. Ekim Devrimi kapitalistlerin heveslerini kursaklarında bıraktı. Savaş sonrasında ekonomik anlamda egemen ülke ABD idi. Savaş heveslisi Almanya ekonomik anlamda tamamen dağıldı. Uzakdoğu’da bulunan bir iki sömürgeyi de İngiliz ve Fransızlara bıraktı. Savaşın yarattığı büyük yıkım sonrasında ekonomik canlanma yavaş yavaş başladı. Ancak kapitalist üretim sistemi daima inişli ve çıkışlıdır. İstikrarlı bir seyir takip etmemiştir bugüne kadar. Durgunluk, enflasyon, işsizlik, ekonomik krizler, kapitalist sistemin gereğidir. Kapitalistler bir krizi atlatmadan daha büyük krizlerle karşı karşıya kalmıştır.
I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında dünyada ekonomik canlanma gözle görülür hale geldi. Tahrip edilen üretici güçlerin yenilenmesi, ülkelerin yeniden inşa edilmesi, ticaret ağının genişlemesi gibi nedenler ekonomiye gözle görünür bir şekilde nefes aldırttı. 10 yıllık bir dönem sonrasında kapitalizm ağır darbeler aldı. 1929 krizine kapitalist ülkeler hazırlıksız yakalandı. Bu kriz beraberinde toplumsal patlamaları ve dönüşümleri de getirdi. 1929 krizi, sadece Amerika’yı değil, Almanya, İngiltere, İtalya gibi gelişmiş kapitalist ülkeleri de vurdu [41]. İşçiler işten atıldı, geçim sıkıntısı had safhaya ulaştı. Kapitalist ülkelerde bile ekmek karneye bağlandı. Büyük işletmeler arka arkaya kapandı. Aynı kriz, üçüncü dünya ülkelerinde de yoksulluğu ve sefalet, yıkımı beraberinde getirdi. Bunun sonucunda işçi sınıfı iktidarı eline alma şansını birçok yerde ve birçok kez yakaladı, ama başaramadı. Sovyet Devriminin tüm dünya işçilerini uyandırması, 1929 krizi, Güreşe doymayan yenik pehlivan misali Alman burjuvazisinin dünyayı yeniden paylaşma isteği, Japonya’nın yayılmacı tutumu ve Amerika’nın tek güç olma isteği, dünyayı ikinci kez bir paylaşım savaşı eşiğine getirdi.
İspanya’ya gelince, 1930 yıllına gelinceye kadar egemen sınıflar, hep kendi içinde iktidar kavgası nedeniyle darbeler yaptı. Kapitalizmin gelişmemiş olması, üretim araçlarının henüz ilkellikten kurtulamaması, feodal yapının henüz kırsal alanda tasfiye edilememesi vb. gibi nedenlerle burjuvazi tamamen zayıf kaldı.
İspanya , faşizmin en uzun süre varlığını koruyabildiği ülkeydi. İtalyan ve özellikle de Alman burjuvazisi gibi İspanyol burjuvazisi ve devletinin emperyalist eğilimini tatmin edebilmesinin önünde ciddi engeller vardı. Sömürge imparatorluğunu kurmuş İspanya Krallığı 16. Yüzyılın sonlarına doğru sömürgelerini yitirmeye başladı. Hollanda’nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, Latin Amerika’daki sömürgeler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Küba’nın bağımsızlığını ilan etmesi de faşist yönetime adeta davetiye çıkardı. 1930’lu yıllarda İspanya’nın elinde kalan tek sömürge Kuzey Afrika’daki Fas devletiydi [42].
İspanya, aşağıdan gelen hareketle monarşist yapıyı taşıyamadı. Sınıf hareketleri ve çeşitli toplumsal talepler kontrol edilemez hale gelmişti. General Primo Riviera, 12 Eylül 1923 gecesi Barcelona’da sıkı yönetim ilan etti. 13-14 Eylül gecesi ise parlamenter hükümete karşı bir darbe gerçekleştirdi.
1931 ve sonrasında milat sayılabilecek değişmeler meydana geldi. Kapitalist zincirin bir kez daha en zayıf halkasından kırılma tehdidi altındaydı. Çünkü feodal ağırlıklı yapıdan kapitalistleşme sürecinin sancılarını yaşıyordu. Bu tarihten itibaren Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman ve biraz da Belçika sermayesinin İspanya’da yatırım yapması, sanayileşmede büyük rol oynaması ile işçi kitlesinin çoğalmasına ve yeni sorunların doğmasına yol açmıştı. İşçi sınıfının büyük kitlelere varmasına rağmen yaşam standartları gittikçe kötüye gidiyordu. Büyük kentlerde 20. yüzyılın başlarına oranla işçi sınıfı daha bilinçli örgütlenmiş, grevler, eylemler ve gösteriler çoğalmıştı. Bunda salt işçi sınıfının değil, yarı proleter konumunda olan tarım işçileri ve köylülerin de ayaklanmasına, toprak işgallerine neden olmuştu. İspanya, bu kaos ortamından kurtulmak ve kaosun derinleşmeden ertelenmesi amacıyla çareyi olası bir seçimde arıyordu.
1931 Nisan seçimleri cumhuriyet yanlısı partilerin zaferiyle sonuçlandı. Ancak bir yandan sosyalistlerin yeterince örgütlenmemesi, ordunun, kilisenin etkin olduğu kırsal kesimde monarşistler üstünlük sağladı. Öte yandan kentlerdeki egemenliklerini kaybetme korkuları ve ülkede esen genel anti monarşizm rüzgârı kraliyet mensuplarını derinden etkiledi [41]. Kral, sonunun yaklaştığı korkusuyla ülkeyi terk etti. Toplumsal hareketin yükselmesiyle ülkenin başında bulunanların ülkenin bekası için ülkeden ayrılmaları ile ilgili söylemleri, geçmişten günümüze gelenek haline gelmiştir. Burjuvazinin ve monarşistlerin bu tür söylemlerine büyük yığınlar artık alışmışlardır.
II. Paylaşım Savaşı sonrasında Avrupa’daki tüm faşist yapılar dağıldı. Almanya’da Hitler rejimi ve İtalya’da Mussolini yönetimleri lağvedildi. Faşist rejimin sahnedeki isimlerinden Adolf Hitler, intihar etti, Mussolini de muhalif isyancılar tarafından idam edildi. Faşist rejim yerine burjuva demokrasisi ihdas edildi. Ancak İspanya’da faşizm ve Franco rejimi kaldırılmadı. Bunun nedenlerinden biri savaşta İspanya’nın tarafsız kalması, diğeri de savaş sonrasında Franco’nun faşist rejimi devam etmesine rağmen biraz daha esnek davranması, bazı siyasi faaliyetlerinin belli sınırlar içinde serbest bırakılması, toplu sözleşmelerin ve işçi hareketleri konusunda tavizkar davranılmasıdır. Diğer nedenlerden biri de Emperyalist güçlerin Franco rejimine göz yummasıdır. Çünkü Cumhuriyetçilerden ve Bask milliyetçilerinden çekiniyorlardı. Olası bir sosyalist devrimden ve Sovyetlerle yakınlaşmasından korkuluyordu. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde yaşanan sıkıntı gibi.
İspanya hükümeti, elinde tek kalan Fas’taki askeri başarısızlıkla ve ekonomik bunalımın sorumlusu olarak suçlandı. 1930’da monarşiye son verildi. 1931’de yapılan seçimlerde 50 ilin 41’inde monarşistlere karşılık cumhuriyetçiler kazandı. Cumhuriyet ilan edildi ve kral ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Franco’nun 1936 tarihindeki başarısız darbesine kadar Cumhuriyet döneminde Sosyalistlerin ağırlıkta olduğu çeşitli sağ kesimleri de kapsayan bir yönetim oluşturuldu. Kadınlara oy hakkı verildi ve yeni demokratik bir anayasa, yapıldı. Ruhban sınıfı lağvedilerek Laik bir devlet yapısı benimsendi. Legal evlilik ve boşanma gibi modern uygulamalar yürürlüğe girdi.
İspanya 1930 başlarında, yokluk ve sefalet içindeydi, Avrupa’nın en kimsesizi ve yoksuluydu. Nüfusunun büyük çoğunluğunu tarımla uğraşanların oluşturması, ekonomik durumun ne kadar geri olduğunu gösteriyordu. Tarımsal alanın büyük bölümü çorak ve verimsizdi, tarımsal üretimde toprakların çoğunluğu modern teknolojiden uzak, sulanamayan, verimi yağmur durumuna bağlıydı. Bu da ürünün kaliteden uzak ve oldukça zayıf, hastalıklı ve düşük kaliteye neden oluyordu. Geleneksel üretim araçlarından olan karasabanla topraklar sürülüyordu. Kısacası 21. yüzyılda İspanya ortaçağı yaşıyordu. Ortaçağın feodalite üretim tarzının sermaye kısmını oluşturan zengin toprak sahipleri, alabildiğine geniş olan bu topraklarda ortaçağ üretim tarzına uygun bir şekilde işçileri boğaz tokluğuna çalıştırıyordu. Bu dönemde İspanya, ekonomik yönde ne Almanya, ne de İtalya idi. O, kendi halinde yoksullukla boğuşan ve sadece bir sömürgesi olan Emperyalist Avrupa’nın “varoşu” görünümündeydi.
Bu gelişmeler, toplumun muhafazakar zengin kesimlerini, ordu ve kiliseyi rahatsız etti. Ardından 1936 Temmuz’unda başarısız bir askeri darbe yapıldı ve iç savaş başladı.
1936’ya gelindiğinde İspanya’nın nüfusu 24.000.000 civarındaydı. 1936 yılının Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında çatışmalar şiddetlendi. Bir tarafta Cumhuriyetçiler, karşı tarafta da milliyetçiler, ordu ve kilise ile İspanyol sermayedarları… Yürüyüş ve kaldırma harekâtı adı verilen eylemlerde 100.000’i çoğunluğu milliyetçilerin bulunduğu bölgelerde olmak üzere 150.000 insan öldürüldü.
Her ülkede ve değişik dönemlerde olduğu gibi İspanya’da kilise, cumhuriyetçilere ve sosyalistlere karşıydı. Kilise, “Sosyalist düşünceler ile zehirlenmiş bir İspanyol” yaratılacağı endişesiyle ordunun katliamını destekledi. Hatta kilise görevlileri bu katliamlarda milis güç olarak görev aldı. Bir nevi haçlı seferini oluşturdular. Kilise biraz daha ileri giderek Franco’yu “Tanrının gönderdiği kişi” olarak kutsadı. Tüm bu olup bitenlerin arka planında diğer faşist yönetimlerde olduğu gibi krize giren, halk düşmanı, hain, katliamcı ve insanlık utancı finans kapitalizminin çıkarları yatıyordu.
< Önceki bölüme dön Sonraki bölüm >
[40] Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt’in Free Inquiry dergisinin bahar 2003 tarihli 23/2 sayısında
yayınlanan makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir. (bianet)
[41] Ozan Demirci, Marksist net, İspanya İç Savaşı (12 Haziren 2004)
[42] Modern Sosyalizm. İspanya İç Savaşı, WordPress.com. (s. 832)
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022