Faşizm (XVIII)

“Beyazlar Afrika’ya geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Uyandığımızda gördük ki onların toprakları  bizim İncillerimiz vardı.”

Joma Kenyata (Kenya kurucu devlet başkanı)

Uluslararası finans kapitalizmi gerek İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi burjuva demokratik devrimini geliştirememiş ülkelerde ve gerekse yeni sömürge tipi ülkelerde dünya halklarının bilincindeki faşizm olgusunu Hitler’in, Mussolini’nin, (Pinochet’in, Kenan Evren’in veya bir devlet başkanının) hastalıklı kişiliğine hapsetmek için bugüne kadar elinden geleni [57]yapmıştır.  Bu bağlamda halklar, Mussolini’ye, Hitler’e, Pinochet’e, Evren’e veya bir başkasının hastalıklı kişiliğini tel’in (lanet) ederek bunun arkasındaki büyük fotoğrafı görmezden gelmiştir ya da görememiştir.

Uluslararası finans kapitalizminin işbirlikçisi yerli burjuvazi ve emrindeki siyasi otoritenin, yaratılan vekalet savaşlarında savaş kışkırtıcılığı, silahlanma, ekonomik yardım yoluyla emperyallerin kasalarını doldururken, sömürgelerde faşizmin temel hastalığı olan şovenizmin boyutlarını büyütmektedir. Bir yandan Suriye ile öte yandan diğer komşularla Türkiye’nin düşmanca ilişkileri buna örnek olarak gösterilebilir.

Sömürge tipi ülkelere baktığımız zaman bu tür ülkelerde sosyal , ekonomik yapı ve eğitim yönünden oldukça geri bırakılmış durumdadır. Eğitim sistemi büyük oranda dinsel inançlara dayandırılmıştır. Din kurumları egemen sınıfların denetimi altında olduğundan genel anlamda halkın büyük kısmı çağdaş eğitimden uzak tutulmuş ve cahil bırakılmıştır. Cehalet, mevcut feodal yapıya ve kapitalist sisteme hizmet etmektedir.

Sömürgeci güçlerin varlık nedeni, kendi çıkarlarına hizmet içindir. Halkın huzur ve refahı için değildir. Sömürü sisteminin devamı için büyük yığınların daha çok yoksullaştırılması gerekmektedir. İstikrar, güven ve huzur içinde işçinin, köylünün ve esnafın yaşam koşulları tamamen ellerinden alınmıştır. Halkın refahı demek, sömürgeci güçlerin huzursuzluğu anlamına geleceğinden bu yolda çalışanlar vatan haini ilan edilmektedir. 20. Yüzyıldan itibaren sömürgeler her ne kadar bağımsızlığını ilan ettilerse de “yeni sömürge” dediğimiz sistemde sömürü ilişkilerinin devam ettiğini görüyoruz. Ülkeler görünüşte her ne kadar bağımsız gibi görünse de emperyal güçlerin yerli işbirlikçilerinin yönetiminde genel anlamda eski efendilerine kaynak aktarmaya devam ettiler.[58] Sömürgecilik ilişkileri her ülkede emperyalist merkezdeki sermayenin ihtiyaçlarına göre kurulmuş ve söz konusu olan ülkede emperyalist sömürü ilişkilerinin gelişimine aracılık yapacak en uygun konumdaki egemen sınıflar tercih edilmiştir.  Yeni sömürge ülkelerde yukarıdan aşağıya doğru kurumsallaştırılan ve sömürge tipi faşizm adını verdiğimiz bu uygulama, emperyalizmin dünya çapında politik bir sistem olarak örgütlenişinin yarattığı uluslararası ilişkilerden çok; sömürgecilik, yeni sömürge kapitalizmi ve bu ikisi arasındaki tarihsel bağın sonucudur.[59] Diğer bir deyişle egemen ülkelerde olası bir faşist diktatörlük, taban bularak aşağıdan yukarıya doğru yükselmesidir. Oysa yeni sömürge tipi ülkelerde faşizm, tavandan yapılan müdahalelerle aşağıya doğru inmektedir. Bunun en bariz örneği askeri darbelerdir. Emperyalist güçlerin çıkarlarına halel getirildiğinde, aynı zamanda aracıların, yani yerli işbirlikçilerin çıkarlarına da ters düştüğü için emperyallerin kendi elleriyle başa getirdikleri general ya da sivil başkanı bir başka askeri darbeyle indirmektedir. Yeter ki çıkarlarına ters düşmesin.

Sömürenler, ana arterlerde, merkez ülkelerde ve her türlü imkanlardan yararlanma konusunda elit kadroyu oluştururken, sömürülenlerin ülkeleri birer varoş ülke haline getirilmiş, halk, her türlü imkandan ve medeniyetten uzak ilkel bir hayat süren “avam” olarak nitelenen bir yığın haline getirilmiş ve yoksulluk cehennemine hapsedilmiştir. Bu iki kesim arasındaki çıkarlar, taban tabana zıttır. Bir de yukarıda belirttiğimiz şekilde, merkezin işbirlikçi sınıfı vardır. Bunlar da merkezde otururlar. Her ne kadar elit kadro gibi merkezin sınırsız olanaklarına sahip olmazsa bile onların kemik artığı ile yetinirler. Bu sınıf kendi halkına reva gördüğü insanlık dışı uygulamalardan şikayetçi değildir. Birinin çıkarı demek, diğerinin bedbahtlığını beraberinde getirir. İşbirlikçilerin mutluluğu, her zaman büyük yığınların mutsuzluğu üzerine kuruludur.

Günümüzde emperyal güçler yeni bir düzen belirlemeye çalışmaktadır. Bu düzen yukarda belirttiğimiz gibi “merkez,”çevre” ve “aradaki” ülkelerden oluşmaktadır. Başta ABD olmak üzere; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada ve Japonya’nın oluşturduğu G – 7, sonradan Rusya’nın katılımı ile oluşan G – 8 ülkeleri vardır. Bu merkez ülkelerinin arasında ABD, mutlak belirleyici ülke konumundadır. IMF, Dünya Bankası, OECD ve biraz da Birleşmiş Milletler bu merkezin “aracı” konumundadır.

Merkez olarak addedilen sanayi ülkeleri dünya nüfusunun % 15,5’ini oluştururken, üretilen gelirin % 73,2’sini almaktadır. Dünya nüfusunun geri kalan % 84,5’inin aldığı pay ise % 26,8’dir. ABD tek başına dünya toplam gelirinin % 24’2’sine sahiptir. Çevre ülkelerin aldığı toplam gelirin düşüklüğüne ek olarak, gelir dağılımında da “dengesizlikler” olması, çok başka sorunlara yol açmaktadır.[60]

Küresel sermayede yeni sömürge tipi ülkelerde üretim, ithalat ve ihracat gibi ekonomik göstergeler hiçbir zamana uyum içinde çalışmaz. Üretim ve ihracat sınırlı olurken, ithalatta patlamalar yaşanmaktadır. Ülkenin sahip olduğu kaynakların kullanılmasına izin verilmez. Örneğin hayvancılık ve tarımsal destek kaldırılmıştır, bunun yerine dışardan et ya da hayvan ithal edilmektedir. Tarımsal ürünlerin üretimi sınırlandırılarak birtakım kotalar konulmuştur. Tarımsal ürünler bu nedenle dışardan ithal edilmektedir. Bu durum işsizlik oranlarının yükselmesine, üreticilerin üretim birimlerinin kapanmasına yol açtığı gibi üretici sektörler de ithalatçı sektör haline dönüştürülmüştür.

Enerji kaynaklarının kullanımının sınırlandırılması, artan enflasyon, akaryakıt ve enerji fiyatlarının artmasına paralel bindirilen olağanüstü vergiler, halkın enerji ve akaryakıt kullanım maliyeti oldukça yükseltilmiştir. Yeni sömürge tipi ülkelerin çiftçisi, sanayicisi artan yüksek enflasyon ile birlikte daha yüksek maliyet ve daha çok işsizlik gibi şikayetlerinin ardındaki uluslararası finans kapitalizmi, neoliberalizm ve işbirlikçisi otoriter siyasi iktidarın olduğu bilincinde değil, ya da umursamamaktadır.

Siyasal otoritenin halkın refahına yol açmak için atacağı her adım, sömürü düzeninin yok olmasına sebep olacaktır. Mevcut düzen buna kesinlikle izin vermediği gibi bu konuda kelle koltukta çalışan liderler de askeri darbelerle ya da suikastlarla saf dışı bırakılmaktadır. Bununla birlikte üretimin artması, istihdamın genişlemesi, işsizliğin azalması, bütçe açıklarının küçülmesi kesinlikle halkın refahı anlamına gelmemektedir. Enflasyonu düşürmek için faizin arttırılması, küresel sermayenin talepleri doğrultusunda atılan her adım, sömürgeci güçlerin bitmez, tükenmez açgözlülüğünü doyurmak içindir.

Alaeddin Yalçınkaya’nın bu konudaki gözlemleri oldukça çarpıcıdır. “2006 tarihinde Çankırı’da anayol kenarında vatandaş arazisini beygirle sürüyor. 21. Yüzyılda bu Ortaçağ manzarasının sorumlusu, traktör kenarda paslanırken, mazota bindirilen vergilerdir,” diyor ve ekliyor;  “bütçe açığını kapatmak için üretimin ilk aşamasında enerjiye dünyanın en yüksek vergisini yüklemek, üretimi baştan kısıtlayarak, ülkenin gelişme genlerini yok etmek demektir.” Oysa büyük sermayedarların teknelerine ve yatlarına konan mazot,  vergiden tamamen muaf tutulmuştur.

Günümüzde dünya, Sovyetler’in 1991’de dağılmasından sonra, ABD’nin küresel bir hegemonya kurmasına sahne olmuştur. ABD petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının ve enerji yollarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya ve Çin’e yakın olmak amacıyla, Ortadoğu’yu denetleyebileceği politikaları bölgede uygulamak için büyük çaba sarf etmektedir. Esas hedefi Avrasya ve Ortadoğu’da egemenlik, emperyal gücün tüm unsurları ile dünyadaki oligarjik bir hegemonya kurmaktır. [61]

ABD’nin 1945 tarihinden itibaren askeri müdahaleleri

ABD, geçmişten gümünüze bir zamanlar üçüncü dünya ülkesi dediğimiz, ancak bugün büyük çoğunluğu yeni sömürgecilik konseptine girmiş ülkelerde rejim değişikliğini körüklemiştir. Örneğin, 1900’lerin başından itibaren NATO’nun da devreye girdiği  1945 yılından itibaren bu tür ülkelerde (Türkiye dahil) gitmesini istediği ülke yöneticilerinin direnmeleri nedeniyle askeri darbeler yaptırmıştır. Her askeri darbe için de bir gerekçe göstermiştir. Örneğin 1904 yılında Thedore Roosevelt, yılda bir kez halka yaptığı konuşmada 1904 yılında borçlarını ödemeyen Latin Amerika ülkelerine müdahale etmenin öngörüldüğünü açıklamıştır.

(Devam edecek)


[57] Sömürge Tipi Faşizm, Sosyalist Barikat, Ocak 2006, S.9)

[58] Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya Sömürge Ekonomisi (Önce Vatan Gazetesi, 20.06.2006)

[59] http://www.devrimcigenclik.com/fasizm-ve-yeni-somurgecilik-iliskileri-mayis-1999/

[60] Toktamış Ateş, Düşünce Parlamentosu, Çağ yayınları, İstanbul, Mayıs 1995, s. 16

[61] Dr. N. Filiz İrge, Gelişmiş kapitalizmin eşliğinde yeni sömürgecilik (Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1 Haziran 2005, cilt 6, sayı 1)

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)