G7 zirvesi 19 -21 Mayıs 2023 tarihleri arasında Hiroşima’da toplandı. Zirvenin web sayfasının “ele alınacak konular” başlıklı bölümünde Covid – 19 pandemisi deneyiminden ve Rusya’nın Ukrayna’ya karşı, uluslararası düzenin temellerini sarsan saldırganlığından dolayı uluslararası topluluğun tarihsel bir dönüm noktasında olduğu belirtiliyor. Devamında ise zirvenin iki temel perspektifi vurgulanıyor:
Birincisi: G7’nin hukukun üstünlüğüne dayalı uluslararası düzeninin zor yoluyla ya da nükleer silah kullanma tehdidiyle tek taraflı değiştirilmesine karşı her türlü girişimin kararlılıkla reddedileceği. Burada işaret edilen özne, elbette, Rusya. İkincisi ise: G7’nin “Küresel Güney”e destek ve katkılarının güçlendirileceği.
Bu çerçevede, zirvede yedi başlığın tartışılacağı belirtiliyor. Bölgesel konular (Ukrayna ve Hint /Pasifik bölgesi); nükleer silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasını önleme; ekonomik dayanıklılık ve güvenlik; iklim ve enerji; gıda; sağlık; kalkınma. Bunların dışında, cinsiyet, insan hakları, dijitalleşme, bilim ve teknoloji gibi konulara da değinileceği belirtiliyor.
Şu bildiğimiz güvenceli esneklik!
Zirveye hazırlık sürecinde üzerinde çalışılan ve hakkında metin üretilen konulardan birisi de çalışma ilişkileri ve işgücü piyasaları. Bu konunun çerçevesi, zirve kapsamında 22 – 23 Nisan 2023 tarihlerinde Okayama’da, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Genel Direktörü’nün, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) genel sekreter yardımcısının ve “sosyal tarafların” katılımıyla yapılan Çalışma ve İstihdam Bakanları toplantısında oluşturulan “İnsan Sermayesine Yatırım” başlıklı deklerasyon tarafından çiziliyor.
Metinde, Almanya’da toplanan bir önceki zirvede tartışılan ve dünya ekonomisinde yapısal değişime yol acacağı tespit edilen üç tema üzerinde duruluyor: Demografik değişimler, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm. Metne göre, bu üç nokta, insan sermayesine yapılacak yatırımların yanında adil ve insana yaraşır bir çalışma (decent work) kavramının somutlanmasını zorunlu kılıyor.
Metin, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşümün yeni istihdam yaratılması, sürdürülebilirlik, ekonomik büyüme gibi alanlarda katkılar sunabilceğinin altını çizmekle birlikte, bu dönüşümlerin eşitsizliğin artması, iş ve gelir güvensizliği, daha kötü çalışma koşulları, daha düşük sosyal güvenlik gibi sorunlara yol açabileceğini de öngörüyor.
Metne göre, bu sorunları önlemek için çalışanların -ve iş dünyasının- bahsi geçen dönüşümlere adapte olması gerekiyor. Bunun yollarından birisinin inovasyonun arttırılması olduğu ifade ediliyor.
Metinde, bahsi geçen yapısal dönüşümlerin yanında, etkileri devam eden Covid – 19 pandemisi, iklim değişimi ve enflasyon gibi sorunların, işçilerin ve ailelerinin geleceği açısından belirsizlik yarattığı, reel ücretleri de aşındırdığı vurgulanıyor.
Tüm bunlara dönük öneriler mi? İnsan sermayesini desteklemek, insan sermayesine yatırım yaparak insanların geleceklerini daha iyi planlamalarına, kariyer özlemlerine ulaşmalarına yardımcı olmak ve kapsayıcı bir emek piyasası inşa etmek. Bu çerçevede ise, yeniden vasıflandırma(reskilling) ve vasıf yükseltme (upskilling), yaşam boyu öğrenme gibi kavramlar öne çıkıyor. Bu anlamda metin Avrupa Birliği başta olmak üzere, kapitalist sistemin uluslararası kurumlarının savunduğu “güvenceli esneklik” kavramı çerçevesinde oluşturulan yüzer gezer işgücünü, yeni kalifikasyonlar yoluyla üretken kılarak sisteme adapte etmek dışında birşey söylemediğini vurgulamak gerekiyor.
İşçi sınıfının kompozisyonu!
Metnin buraya kadar ifade edilen kısımlarının daha çok gelişmiş kapitalist ülkelerdeki mevcut işgücüne dönük sonuçlar doğurduğu söylenebilir. Ancak, metinde önerilen kimi politikaların sonuçları, metinde doğrudan bahsedilmese de, bu ülkelerin sınırlarını aşacak nitelikte. “Bakım emeği” konusu bu alanlardan birisini oluşturuyor.
Metinde, pandemi sürecinde yaygınlaşan dijital çalışmanın gerektirdiği bakım emeği nedeniyle, pandeminin yükünü daha fazla kadınların çektiği belirtiliyor. Kuşkusuz bu haklı bir nokta, keza pandemide okula gidemeyen çocukların ya da özel ilgi gerektiren yaşlıların bakımlarının kadınların zaten ağır olan bakım emeği yükünü daha da ağırlaştırdığı tartışmasız. Metnin bu bağlamda altını çizdiği noktalardan birisi, bakım ekonomisine daha fazla yatırım yapılması gerekliliği. Kuşkusuz, bu, yeni kreşlerin, yaşlı bakım evlerinin ya da benzeri tesislerin açılması kadar bu alanlarda çalışacak işgücünün yaratılması anlamına da geliyor. Ancak, gelişmiş ülkelerin, halihazırdaki işgücü ile bu ihtiyacı karşılaması, elbette, söz konusu değil. Hem bu ülkelerin nüfusunun yaşlanıyor olması hem de mevcut işgücünün, yukarıda da bahsedilen, yeni bir dönüşüme tabii tutulmasının planlanması nedeniyle. Bu durumda, gereksinim duyulan bakım emeğinin karşılanması için geriye bir tek kaynak kalıyor: Emek göçü. Nitekim, örneğin Almanya açısından bakıldığında, bu alanda uzmanlaşmış işgücü son yıllardaki göç politikalarının merkezi temalarından birisini oluşturuyor. Bu durum, bu ülkelerde işçi sınıfının kompozisyonu açısından bakıldığında, cinsiyet bağlamında kadın emeğinin, göç/yerleşiklik bağlamında göçmen emeğinin, sektörel bağlamda ise bakım emeğinin önem kazanması anlamına geliyor.
Metinde, dikkat çeken bir başka nokta ise, yaşlı nüfusun işgücüne katılımının teşvik edilmesi gerekliliğine yapılan vurgu. Bu da elbette, kalifiye işgücü ihtiyacının arttığı bir ortamda, deneyimli, dolayısıyla, üretkenlik potansiyeli yüksek işgücünü işgücü piyasasında tutmaya dönük bir önlem. Ama aynı zamanda, işçi sınıfının kompozisyonu açısından, yaşlı emeğini üzerinde düşünülmesi gereken bir konu haline getiren bir nokta. Ayrıca, gelişmiş kapitalist ülkelerde emeklilik yaşının yükseltilmesine dönük girişimleri bu bağlamda da düşünmek gerekiyor.
Kalifiye işçi meselesi!
Metin elbette başka noktalara da vurgu yapıyor, ama metnin ağırlık noktasını yukarıda özetlediğim kısımların oluşturduğunu söylemek mümkün. Ki, buraya kadar ifade edilenler, gerek kapitalist sistemin uluslararası ölçekte yaşadığı dönüşüm gerekse bu dönüşümün sınıf ilişkilerine etkisine dair önemli noktaları açığa çıkarıyor. Birincisi, sadece bu metinde değil, uluslararası kurumlar tarafından yayımlanan başka metinlerde de vurgulanan “yapısal dönüşüm” meselesi.
“Yapısal dönüşüm” ifadesi, kuşkusuz, sermayenin yeni kar alanları yaratma çabalarını açığa vurduğu kadar bu alanların gereksinim duyduğu emek gücünün yaratılması zorunluluğuna da işaret ediyor. Güncel tartışmalarda daha çok “kalifiye eleman sıkıntısı” olarak dile getirilen bu durumun, yaşlanan nüfus ile üstesinden gelinmesinin mümkün olmadığı ise G7 metninin yanında, örneğin Avrupa’nın en güçlü ekonomisi Almanya’da dahi çok sayıda metin tarafından işlenen bir tema. Dolayısıyla, tıpkı bakım emeği meselesinde olduğu üzere, geriye kalan en önemli çözüm, yeni bir göç dalgasının teşvik edilmesi oluyor.
Nitekim, uzun zamandır bu konuyu tartışan Almanya, özellikle kalifiye isçi göçünü teşvik etmeye dönük bir çok düzenlemeyi hayata geçirmiş, bu konuda çeşitli kampanyalar başlatmış durumda.
Ancak, elbette bu göç hareketinin kompozisyonu 1960’larda başlayan göç hareketinden oldukça farklı oluyor, olacak. Bir başka ifadeyle, Türkiye gibi kapitalistleşme sürecine geç eklemlenen ülkelerin sanayileşme sürecinin absorbe edemediği “artık emek gücü”nün göçü değil söz konusu olan. Tersine, belirli bir kalifikasyon düzeyine ulaşmış, göç ettiği ülkelerde alacakları küçük mesleki eğitimlerle bu ülkelerin piyasalarına “entegre” edilebilecek bir kitle kastedilen.
Yapısal işsizlik!
Yukarıda da bahsedildiği üzere, G7 metni, dijital dönüşüm, yeşil ekonomi gibi alanların kazandığı öneme paralel olarak gelişmiş ülke ekonomilerinde ortaya çıkacak “yapısal dönüşüm”ün yanında bu dönüşümün açığa çıkaracağı işsizlik sorununun da altını çiziyor. Bahsedilen aslında, anaakım iktisat literatürünün “yapısal işsizlik” olarak tanımladığı durumdan başka bir şey değil: Ekonomideki sektörel dönüşümün gereksinim duydugu işgücü ile mevcut işçilerin kalifikasyonunun uyumsuz olmasından dolayı ortaya çıkan işsizlik.
Her ne kadar neoliberal iktisat bu durumu arızi olarak kabul etse de aslında böylesi bir işsizliğin ortaya çıkışı, mevcut birikim rejiminin sürekliliğinin sağlanmasına dönük sorunlar ile, yani yeni kar alanları yaratma zorunluluğu ile ilintili. Bu durum, sermayenin birikmesi sürecinin, gerekli emek gücünün yaratılması anlamına geldiği gerçekliğini görünür kıldığı gibi, işçi sınıfının kompozisyonunun da birikimin ihtiyaçları temelinde farklılaşabileceğini, bu anlamda işçi sınıfının oluşum halinde bir özne olduğunu ortaya koyar nitelikte.
Oluşum halindeki sınıf
Bu süreç, elbette, kendi çelişkileri ile birlikte yaşanacak. Bir başka ifadeyle, bu süreç işçi sınıfının kompozisyonunu değiştirdiği ölçüde, yeni örgütlenme ve direniş biçimlerini de beraberinde getirecek. Son onyıllarda gelişmiş kapitalist ülkelerde daha çok sosyal hareketler biçiminde görülen hareketliliği bu gözle okumakta fayda var. Elbette, sermayenin olası yayılma dinamikleri ve yayıldığı bölgelerde yol açtığı yeni işçileşme örüntüleri ile birlikte.
Kaynak: Tolga Tören web “güzel günler göreceğiz” sayfası
- G7’de Emek ve İstihdam: “Güvenceli Esneklik”, “İnovasyon” ve Göç - 31 Mayıs 2023
- Molozların altında… - 10 Nisan 2023
- “Küresel Köy”den “Küresel Jeo-ekonomik Parçalanma”ya – II – - 2 Nisan 2023