Faşizm, işçi sınıfının iktidara gelememenin ve gelmek istememenin karşılığında ödediği bedeldir (Clara Zetkin). [52]
Geçen bölümde uluslararası burjuvazinin bir ülkenin kaderiyle nasıl oynayabileceğini, kendisine tetikçilik yapacak olanları özenle seçtiğini ve kendi çıkarları uğruna insan hayatını nasıl hiçe saydığını açıklamıştık. İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Amerikan, Portekiz burjuvazisinin Franco’ya yaptığı yardımların sonunda salt sosyalizm olmasın diye tüm kaynaklarını nasıl seferber ettiğini, asker, silah, mühimmat ve diğer araç ve gereçleri ile İspanya’yı nasıl cehenneme çevirdiğini ve sonunda kendi tetikçisi olan Francisco Franco’yu 36 küsur yıllığına iktidara taşıyabildiğini, Franco’nun emperyallerin emellerine uygun nasıl bir İspanya modelini yürürlüğe soktuğunu görmüştük. Avrupa kıtasının üç ayrı ülkesinde otokrasinin nasıl işlediğini, büyük kitlelerin nasıl yoksullaştırıldığını, bir avuç kan emicinin çıkarının nasıl bir insanlık utancını yaşattığını ülke bazında ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştik.
Avrupa’da emperyalizmin zayıf halkalarına baktığımızda bunların başında Almanya ve İtalya geliyordu. Ardından İspanya ve Portekiz geç kapitalistleşen ülkelerdi. Hızla gelişen tekellere ve emperyalist güdülere [53] karşı feodal sınıflar temizlenememişti. Bunların arasında elbette Rusya da vardı. Ancak 1917 tarihinde İşçi sınıfı devrim yaptı. İtalya ve Almanya’da faşizm iktidara geldi. Hatta Bulgaristan ve Macaristan’nın da faşist yönetimin gücünü toparladığı ve iktidara geldiğini, sosyalizme doğru kaymakta olan Fransa’nın Naziler tarafından işgal edildiğini [53] biliyoruz. İspanya ve Portekiz’in üzerindeki aşırı baskı ve stres de faşist yönetimleri iktidara taşıdı.
Avrupa faşizminin zaferi, Atlantik’ten Urallar’a kadar faşist bir kıtanın ortaya çıkışı, özünde birbirini besleyen ve tetikleyen dört temel etmeni [54] şu şekilde sıralayabiliriz.
• Avrupa solunun politik zafiyeti ve kuramsal sorunlarını çözememesidir. Avrupa’daki sosyalist güçlerle burjuvazi arasındaki kıtasal iç savaşın bir sonucudur ve Avrupa Solu’nun belirleyici olmasıdır.
• Kıtasal iç savaşın ulusal düzeyde yansımasıdır. Avrupa toplumlarının kıtasal faşizm yapısı içinde birleştirici olan temel etmen Alman faşizmi karşısındaki dirençlerinin düşmesidir.
• Birinci Emperyalist paylaşım savaşı ardında müttefiklere yüklenen ağır yükün karşısında Almanya’nın “Liberal Batı Avrupa Güvenlik Sistemi’nin zaaflarından yararlanması” ve Avrupa’da faşizmin doğmasına sessiz kalmasıdır.
• Alman faşizminin kıtasal saldırısı ve bu saldırının başarıya ulaşmasına yol açan ulusal ve sınıfsal etmenler Avrupa faşizmine kıtasal bir boyut eklemiştir.
Avrupa’daki belli başlı faşist yönetimlerinin ardından diğer ülkelere de yayılan faşizan akımların üzerinde durmayacağız. Ancak tarihte en fazla sözü edilen dört ülkenin sonuncusu olan Portekiz’de yaşam alanı bulan faşist akımın sebep-sonuç ilişkisi üzerinde kısaca durmaya çalışacağız. Latin Amerika’nın belli başlı ülkelerinde görülen faşist hareketler ile Uzakdoğu ve Ortadoğu’daki tavandan inen faşist cuntaların üzerinde ve en son da Fransa Bonapartizm’i ile Türkiye’deki faşist yönetimler ile ilgili özet bilgiler vermeye çalışacağız.
Portekiz’e gelince, dünyada sömürgesi bulunan üçüncü büyük ülkeydi. Aynı zamanda tarihin küresel imparatorluğudur. Sömürgeciliği, 1415’ten 1999 tarihine kadar devam etmiştir. Diğer bir deyişle 600 yıla yakın bir süreyi kapsamaktadır. Bu zenginliğin kaynağı 1415 yılında Kuzey Afrika’daki zengin ticaret merkezi olan Ceta’yı ele geçirmesiyle başlamıştır. Bunu Atlas Okyanus’undaki keşifler izlemiştir. Afrika kıtasını dolaşarak Hindistan’a kadar ulaşmıştır. 1755 tarihindeki başkent Lizbon’da yaşanan büyük deprem , bu imparatorluğu olumsuz etkilemiş, politik ve ekonomik çöküşünü hazırlamıştır. 19. yüzyılda en büyük sömürgesi Brezilya bağımsızlığını kazanınca, geriye Afrika’daki önemsiz sayılabilecek ülkeler kalmıştır. Gerek iç çekişmeler ve gerekse dış baskılar sonucu zayıflamış olan sosyal ve ekonomik yapı ve yavaş yavaş sömürgelerinin kaybına yol açmıştır. Buna rağmen Brezilya, Angola ve Mozambik’te kültürel mirasını bırakmıştır. Bugün bile o izler hala sürüyor. 1999 yılında son sömürgesi olan Makao da Çin Halk Cumhuriyeti’ne katılınca imparatorluk dönemi de sona ermiştir.
Bu ekonomik ve sosyal çöküş sonrasında 1926’da yapılan askeri darbenin hemen ardından José Mendes Cabecadas hükümetinin Maliye Bakanı oldu. Cabecadas , koyu bir Katolik olmasına rağmen, monarşinin süresini doldurduğuna inanıyordu. Gerçek bir burjuva demokratıydı; demokrasinin işçi sınıfına hem havuç hem sopa vermek ve devrimcileri işkence tezgahlarından geçirmek olduğunu biliyordu! Gerçek bir sömürgeciydi; Portekiz’i sömürgeleriyle tek ve bölünmez bir ülke olarak görüyordu [55].
1920’lerin başında ülke, ekonomik yönden büyük bir çıkmazın içine girmişti. Cumhurbaşkanı buna çare olarak küçüklükten beri parayı çok seven ve ailesi tarafından kiliseye gönderilen, ancak kilisenin kabul etmediği, uygun üniversiteye gitsin dediği ve ileriki dönemde ekonomi profesörü olan Antonio de Oliveira Salazar’ı Maliye’nin başına getirmek istedi. Ancak tüm yetkileri kendinde toplanmasını isteyen Salazar’ın bu isteği kabul edilmedi. Aradan geçen süre içinde ekonomik iflas, kapıya dayandı. Ekmek karneye bağlandı. Enflasyon neredeyse 3’lü hanelere çıkacaktı. Temel gıda maddelerinin fiyatları alabildiğine yükselmişti. Karaborsacılık başını alıp gidiyordu. Sonunda 1928 tarihinde tekrar Salazar çağrılarak Maliye Bakanlığına atandı ve olağanüstü yetkilerle donatıldı. Dokunulmazlık verildi. Bizdeki bir zamanlar Kemal Derviş gibi ekonomiden tek başına söz sahibi oldu.
Salazar’ın ilk icraatı işçi hakları, demokratik talepleri, çalışma koşulları, grev ve toplu sözleşmeleri askıya almak oldu. İşçi ve diğer çalışanların ücretleri yarıya indirildi. Ona güvenen yerli ve uluslararası burjuvaziyi yüzüstü bırakmadı. Kısa sürede borçlar ödendi ve bütçe hedeflerine ulaştı.
Cumhurbaşkanı ile ulusal ve uluslararası burjuvazinin takdirini kazanan Salazar, 1932 yılında başbakanlığa atandı. Portekiz’de sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi yaşamı zorbalıkla da olsa kontrol altında tutmayı başardı. Salazar, milliyetçi, aşırı tutucu, gelenekçi, radikal muhafazakâr faşist bir kişiydi. Dünyada en çok okuyan kültürlü bir faşist. Profesör faşist bir liderdi. Ancak Franco ile birlikte Mussolini’ye hayrandı. Hitler ve diğer faşist liderlerle kıyaslandığında “light faşist” kalırdı. Nazi hayranı olduğu halde Franco gibi ülkesini İkinci Paylaşım Savaşı’na sokmadı. Ama el altında müttefikleri destekledi. Aksi halde Nazileri destekleseydi, sahip olduğu sömürgeleri kaybedeceğini biliyordu. Portekizlilere göre Cumhuriyet’in de facto diktatörüydü.
Diğer diktatörlerin aksine Salazar 40 yılı aşkın bir sürede başbakanlık yapmıştır. Hitler, Mussolini, Franco gibi cumhurbaşkanlarını devirip, yerlerine geçmemiştir. Uluslararası Finans Kapitalizmi’nin isteklerini diğer liderler gibi kanlı bir şekilde yerine getirmedi. Gerçi Portekiz’de de kan dökülmüştür. Ancak en çok sömürgelerdeki isyanlarda ve bağımsızlık savaşlarında kan dökmüştür. Örneğin Angola’da 80.000; Mozambik’te 65.000; diğer sömürgelerde 15.000 insan, Salazar’ın, light faşistin değişim rüzgarına direnerek ölmüştür.
1933 tarihinde “Yeni Devlet”i ilan etti; Mussolini’nin ardından, Franco’nun da uyguladığı korporizmi (kapitalist sistem içinde olup, sosyalizm ve sendikalizm karşıtı olan ekonomik model), sömürgeci, anti komünizm ve sömürgeciliği kurumsallaştırdı. Korporistliği, devlet tarafından yürütülecek kalkınma modeline olan düşkünlüğünden geliyordu. Toplumsal sınıfların radikalleşmesini engellemeye çalışıyordu. Portekiz’in bir Katolik krallığı olduğunu düşünüyordu. Radikal bir Katolik’ti. Sömürgeci zihniyeti de Portekiz’i birçok kıtalı ülke olarak düşünmesinden ileri geliyordu. Her faşist gibi kendisi de anti komünistti. Amacı komünistleri, anarşistleri ve her türlü muhalifleri öldürmekti. Salazar, göreve başlar başlamaz ilk işi 1926 tarihinde yapılan askeri darbe ve sonrasında oluşan askeri vesayeti kaldırmak oldu. Askerin esas görevi sömürgeleri korumak ve egemenliği altında tutmaktı. Kısacası uluslararası sermayenin kuklası olma görevini ve kendisine biçilen rolü iyi yapıyordu.
1950’li yıllarda Portekiz, sömürgelerdeki isyanlarla karşılaştı. 1953 yılında Hindistan kıyılarındaki sömürgeleri olan Gao, Daman ve Diu’nun statülerinin belirlenmesi amacıyla Hindistan’ın yaptığı görüşme teklifi Portekiz tarafından reddedildi. 17 Aralık 1961 tarihinde Hint birlikleri, Hindistan bu üç toprağı da kendi egemenliği altına aldı. Aynı yıllarda Afrika’daki Angola, Gine Bissau, Doğu Timur, Sao Tome ve Mozambik’te özgürlük dalgası yayılmaya başladı. Şubat 1965 tarihinde muhalefet lideri Humberto Delgado öldürüldü.
Uluslararası burjuvazi, Portekiz’i bir kanser hastası ve Salazar’ı kemoterapi olarak görüyor, ve hastanın bu tedaviye cevap verdiğini düşünüyordu. Salazar, Avrupa’daki diğer faşistlerle iyi geçiniyordu. Gerek Hitler, gerek Mussolini ve gerekse Franco ile. Muhalifleri ve komünistleri düzenli bir şekilde katlettiği ve Afrika sömürgelerindeki toplama ve imha kamplarına gönderdiği faşist bir cennet (!) yaratmıştı. Hitler Nazizmi’ni , komünizmi ve monarşiyi “aşırı” buluyordu. “3 F” dediğimiz unsurlar, tüm faşist liderlerin başvurduğu bir yöntemdi. Salazar da bu yönteme başvurmuştu. Futbol, Fatima ve Fado… Futbol, bilindiği gibi kitleleri siyaset dışına iten bir unsurdur. Fatima ise göklerden gelen emirleri içerir. Fado da tevekkül etmek, kaderine razı olmaktır[54].
Sömürgeler bu dönemde silahlanmış, kurtuluş mücadelesi dalga dalga yükseliyordu. Sosyalizm, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, Uzak Asya’daki ve Latin Amerika’daki tüm sistemleri zorluyor, rejimleri sallıyordu. Faşizm Avrupa’da tüm kurumlarıyla yıkılmıştı. Nazi Almanyası, Franco’nun İtalya’sı ve İspanya’nın Franco’sunu esen bu kasırgadan nasibini almıştı. Franco’nun, Müttefiklere verdiği ödünlerle biraz daha ayakta kalabildi. Ancak o da fazla sürmedi. Tüm bu gelişmeler Salazar üzerinde büyük bir baskı ve stres yaratıyordu. Bu stres, korku ve panik, beyin kanamasına yol açtı. 1968 yılında geçirdiği beyin kanamasıyla felç oldu. Buna rağmen kendisini hala başbakan sanıyordu. Kendisine başbakanlık sarayında bir oda tahsis ettiler. 1974 tarihinde öldüğünde bile kendisini hala başbakan diye biliyordu. O tarihte “karanfil devrim” diye adlandırılan bir ayaklanma ve askeri darbe sonunda Salazar diktatörlüğü tarihe karıştı.
< Önceki bölüm Sonraki bölüm >
[52] Zetkin’in bu yazısının tarihi net olarak belirlenemedi, ancak Komünist Enternasyonal’in yeni serisinin 1924 tarihli 3. sayısında basılmıştır.
[53] Erhan Nalçacı, AKP Ülkeyi Faşizme mi Taşıyor (Ocak 2010; www.gelenek.org)
[54] Serdal Bahçe, Faşist Cordon Sanitaire ve Avrupa Karanlığı (AÜ-SBF Geta Tartışma Metinleri, No 109, Şubat, 2010 s.2)
[55] Soner Torlak, Salazar: Bir Tosun Paşa hikayesi (Everensel,25.12.2016)
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022