Yıllar önce bir İstanbul seyahati… Sabahın köründe otobüs Harem’e iniyor… Oradan Eminönü’ne arabalı vapurla sabahın ilk ışıklarıyla geçiş… Ara sokaklardan yürüyerek Sultanahmet… Eski İstanbul ara sokakları… Eski binalar… Yayınevleri… Daha her yer kapalı… Dostlar işyerlerine gelmemiş… Kendine ait dokusu olan çok sevdiğim o yerlerde kendimle bir yolculuk… Elimde kitabım…
Bir mayıs sabahı… Serinde değil sıcak ta… Güzel bir kahvaltı… Güzelim bir bahçede ağaçlar altında sabah keyfi… Sonra doğruca bir güzel dostun yanına…
Yazdıklarıyla… Şiirleriyle yüreğimde bambaşka yeri olan İstanbul’un arka sokaklarında büyümüş uzaklarda bambaşka bir dilin olduğu yerlerde kendi dilini bulmuş… Edebiyat dünyasının aykırı çocuğu… Biraz mağribi… Biraz Makedon… Biraz Catalan… Ama her dilde isyankâr her dilde sokak çocuğu… İçinde bin bir anlam olan bir gezi bu dostluğa dair… Edebiyata dair… Bana dair…
Konuşulacak çok şey var…
Görüşülecek çok insan var… Söz bir yerde aylar önce şiire gelmiş… Geldiğinde İstanbul’ a seni bir dostumla tanıştıracağım elbet bilirsin ama tanımalısın demiş… Gün boyu yayınevine gelip giden dostları, yeni tanışılan güzelim insanlar…
Misafirim ya, bir gezdirme dolaştırma, yeni insanlarla tanıştırma telaşı… Bir kaç yayınevi, yazar, çizer, karikatürist, fotoğrafçı tayfayı ziyaret… Sonra akşama illaki Nezivade…
Masada bir deli adam… Daha yeni çıkmış içerden… İlk tanışmada biraz zorlayıcı olduğu kesin ama sohbet ilerledikçe çok ilginç…
Gece boyu ben kalacağım yere gitmeye çalışıyorum onlarda şuraya gideceğiz, burada kalacağız diye program yapıyorlar… Sonra toparlanıp bir eve gidiyoruz…
Ben bir konuşmada demişim ki Mağribî’ye “bir öykü kitabında bir kısa öykü var, çok severim onu… Duydum ki inanılmaz güzel bir apartmanda yazılmış o öykü camından görünen ağaçtan ilham alınıp…
Benim için özeldir “o deli ağaç””…
Ve mağribi benim bu sevdamı, o deli adama anlatmış… O dönem herkeslerin astığı, kestiği içini, gerçeğini bilmeden yargıladığı ve hatta cezalandırdığı o karmaşık saçlı, deli bakışlı, dağınık kafalı, çok zeki adam bu hiç tanımadığı insan için o çok sevdiği hikâyenin yazıldığı evde bir misafirlik ayarlamış…
O gün hem onunla, hem de DOĞAN apartmanıyla tanıştım İstanbul’da… Beyoğlu, eski adıyla Pera, Serdar-ı Ekrem sokak, doğan apartmanı… Harika bir eve misafir ettiler beni hep birlikte… Aslan gibi bir karikatürist, evin sahibi mimar hanım, mağribi ve deli adamla sevgilisi…
Kapıdan girerken gecenin bir vakti apartmana, merdivenlere hayran oldum bir kez daha… Kaldığım oda gece ışıklar içinde karanlık denizi görüyordu… Dışardan küçük gibi gelen evin içindeyken kocaman olan o pencereler, yüksek tavanlarıyla gerçekten inanılmazdı her şey…
Hayatımda çok az şeyi içim sızlayarak kıskanmışımdır… Orada yaşamayı çok istedim. Ama şimdilerde para kazanmayı becerebilen “sanatçı” tayfasının evleri orada, sahne sanatçıları, şovmenler, plastik sanatlarla iştigal edenler ve sadece parası olanlar tarafından ikametgâh olarak kullanılmakta…
Çok pahalı orada yaşamak o sebeple apartman sakinleri yüz değiştirmiş durumda, artık meraklısı girip apartmana bakamıyor… Şimdilerde topluca gelen mimarlık öğrencileri dışında kimsecikler şahane iç avlusuna girememekte, kapıdaki kartlı giriş ve resepsiyon görevlisi (!) buna mani olmakta… Artık Eşkiya’daki o inanılmaz teras çıkamıyor kimse… Fotoğraflı bir röportaj için yönetim kurulu kararı gerekiyor…
Gerçekten şu Pi, Çi, Fi’nin ruh hastası Can Manay karakteri Okan Bayülgen’den bir esintilidir bilmem ama adamın kısmi dert olduğu bir gerçek…
Artık; 1895 de yapılan ve birkaç kez el değiştiren bu inanılmaz apartman giderek uzaklaşan bir hayal ise de Doğan apartmanı hala duruyor… Hep dursun yatak odasından deniz görünen, bahçesinde “o ağaçlar” olan o apartman dura dursun… Mağribî’de dursun, ömrü uzun olsun… Ama beni o evle tanıştıran o deli adam… Kar demedi soğuk demedi “kaçtı” gitti… Dediler ki boğazın sularına bırakmış aklıyla ruhuna dar gelen bedenini… Kaçan kaçana… Bana ölümüyle hayatın ne kadar karışık, ilişkilerin, manipülasyonun nasıl baki olduğu hatırlatmıştır… Ölüm vesiledir.
Tüm şehir efsanelerine ve mahkeme tutanaklarına inat; şu kokuşmuş yazın dünyasına yükte hafif paha da allahına kadar ağır bi’ roman bırakıp gitmiştir.
Dediği gibi… Ölümüne kadar hayattasın…
Yazıyı Mağribi bir şiiri ile bitirmek lazım…
… Ah bir dedikodudur hayat
sıkıntı verip huzuru vaadeden:
tek armağan uğurlanış sözleri…
günaydınlar… iyi haftalar
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019