Tarih 12 Mart 1995 Kimliği belirsiz kişiler diye anılan ve tüm dikkatlerin MHP odaklı Ülkü Ocakları tosuncuklar, Özel Harp Daire’si denen ve doğrudan NATO’ya bağlı Türk Gladyo’su sayılan derin devletten aldıkları direktif doğrultusunda çoğunluğu Alevilerin yaşadığı İstanbul Gazi Mahallesi’nde bir kahvehaneye silahlı saldırıda bulundular. 22 kişinin ölümü ve 155 kişinin yaralanması ile biten bu olayların ardında Hasan Ocak 21 Mart 1995 tarihinde gözaltına alındıktan sonra kayboldu. Annesi Emine Ocak, ailesi ve arkadaşları 55 gün boyunca Hasan’ı aradılar. Annesi o güne kadar ender rastlanabilecek bir kararlılık ve cesaret örneğini sergilemişti. 15 Mayıs 1995 tarihinde Ocak’ın işkence edilmiş cansız bedeni, gözaltına alındıktan 5 gün sonra Beykoz Ormanı’nda köylüler tarafından kimsesizler mezarlığında bulundu. Binlerce kişinin katıldığı törenle toprağa verildi. Hasan, 13 Nisan 1965 Tunceli doğumlu bir öğretmendi. 30 yaşında devlet tarafından katledildi tıpkı diğer faili meçhuller gibi…
Hasan Ocak olayı ezilen ve hor görülen yoksul kesimi bir araya getirdi, devam eden olaylar, kayıplara karşı insan hakları mücadelesine dönüştü. Bundan hareketle mağdurlar, 27 Mayıs 1995 tarihinde Galatasaray önünde oturma eylemi ile sayıları 15-20 kişilik olan gruplar, zamanla çığ gibi büyüyerek, haksızlığa, cinayete, zulme, derin ve karanlık devlete karşı bir eyleme dönüştü.
2011 tarihinde AKP reisinin Cumartesi Annelerini kabulünde “Kayıp yakınlarının acılarını dindirmek için hükümet olarak her türlü çabayı göstereceklerini, ancak üzerinden 30 yıl geçmiş vakalarda sonuç almanın kolay olmadığını vurgulamış, yine de bunun bir mazeret olamayacağını, gerekli her türlü çabanın gösterileceği”ni vaat etmiş ve “bu işe sahip çıkacağı”nı belirtmişti. Oysa dün, Aynı AKP reisi, Cumartesi Annelerinin gösterileri için “Terörist” diyerek, üzerlerine polis göndermişti. 2011 tarihinde mazlum olan anneler, bugün terörist diye yaftalanmaları devlet yönetimi ciddiyeti ile bağdaşmayan bir durumdur.
Dönemin içişleri bakanı İsmet Sezgin 1995 tarihinde TBMM başkanlığına seçilmeden önce verilen bir gensoruya verdiği cevapta, “kaybolanların tümümün isim listesi tespit edilmemekle birlikte faili meçhul ile kayıpların sayısı 17.500 civarındadır” diye belirtmişti. Bugün AKP, MHP ve uzantıları bu rakamın bir terör iddiası olduğunu ileri sürerek, karanlık devletin kirli katliamlarını örtbas etmeye çalışmaktadır. Cinayetlerin bir kısmı da JİTEM’den destek alan Hizbullah terör örgütü tarafından yapılmıştır. Bu sayının içinde PKK’nin öldürdükleri siviller de dahildir.
1978 tarihinde faili meçhuller bilinmekle birlikte bugün de “derin devlet” denen faşist yapı tarafından insanlar katledilmektedir. İlk bilinen faili meçhul, Elazığ’ın Maden ilçesine yakın bir köprü altında cesedi bir çoban tarafından bulunan Vedat Aydın’dır. Failler bellidir, ancak ceza alan yoktur. 1 Mayıs 1977 tarihinde Kanlı 1 Mayıs olarak geçen ve 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar da faili meçhuldür. Failler, bilinmiyor diye üzeri kapatıldı. Yine 28 Ocak 1921 tarihinde bir insanlık utancı olan ve tarihte 15’ler olayı diye bilinen Mustafa Suphi ve 15 arkadaşının devlet tarafından kiralanan kiralık katiller tarafından Karadeniz açıklarında gemilerinin batırılması olayı da Cumhuriyet kurulmadan önce yapılan bir cinayetti.
Cumartesi Anneleri ne istiyor diye sorulduğunda cevabı o kadar zor değil. 700’üncü haftasına giren ve aradan geçen 23 yıllık süre içinde Anneler adalet istiyor, kaybolan çocuklarının cesetlerini istiyor, mezarlarını istiyor, faillerin yakalanıp cezalandırılmasını istiyor. Güvendikleri devletin başlarına çorap örmeye devam etmemesini istiyor. Cumartesi Anneleri bu hareketiyle faşizmi sürekli kılan devlet mekanizmasına, onun “karanlık odakları”na, “derin devlet”e, “Özel Harp Dairesi”ne,“kontrgerilla”ya, “paramiliter” güçlerine ve çetelere karşı mücadelelerini azimli bir şekilde devam ettirmektedir. Çünkü onlar ölen çocuklarının mezarını istediler, bir demet çiçek koymak için, çiçeklere su vermek için, dua etmek için, Ağlayıp içlerini boşaltmak için, sahip çıkamadıkları için, onlardan özür dilemek için bunu istediler. Ancak hiçbir zaman kendilerinin olmayan burjuva devletini elinde bulunduran siyasal iktidarlar bu konuda bir adım olsun atmadılar, anneler bunu gördüler, çünkü devleti elinde bulunduran burjuva temsilcilerinin buna niyetleri yoktu. Anneler bunu da gördüler ve “eli kanlı katillerin bulunmasını ve yargılanmasını” istediler.
Bu arada yalnız sol, sosyalist, sosyal demokrat, gazeteci, bilim insanı, aydın, yazar ve devrimcilerin öldürülmesi ile yetinmedi devlet. Bu arada Kürt işadamlarının da katledilmesi dönemi başlamıştı 1990’lı yıllarda. Bir kısmı ölmüş, bir kısmı hayatta olan ve derin devletin içinde yer alan Tarık Ümit, Mehmet Ağar, Hiram Abbas, Korkut Eken, (Yeşil kod adlı) Mahmut Yıldırım, Abdullah Çatlı, İbrahim Şahin, Ayhan Çarkın, Kaşif Kozinoğlu, Şenkal Atasagun, Veli Küçük, Cem Ersever, Alaattin Çakıcı, Dündar Kılıç, Sami Hoştan, Sedat Bucak ve Sönmez Köksal ile adını sayamadığım diğer üst yetkili kişilerin mutlaka söyleyeceği bir takım şeyler olmalı. Derin devlet dendiği zaman çoğu kez bu isimler akla gelmektedir. Diğer bir deyişle gerek tanık ifadelerinde olsun ve gerekse tutanaklarda olsun bu isimlerin sürekli zikredildiği bilinmektedir.
Yeri gelmişken 1990’lı yıllarda işlenen meçhul cinayetlere ilişkin açılan davada tanık olarak ifade veren eski MİT Kontr-Terör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, haber elemanı Tarık Ümit’in kendisine verdiği “öldürülecek Kürt işadamları listesi”ni ilk kez açıkladı. Bunların arasında ilginç isimlerin bulunması da ayrı bir tesadüf olsa gerek.
1.Mehmet Emin Soydaş, 2. Cihat Tokat, 3. Mustafa Bayram, 4. Cahit Kocakaya (Yılmaz), 5. Hakkı Aksoy, 6. Hurşit Savaş, 7. Abdullah Cantürk, 8. Hüseyin Baybaşin, 9. Lazzo İranlı (Lazem Esmaili), 10. Lokman İranlı, 11. Nizam Bayramoğlu, 12. Varujan Kumdagezer, 13. Cumhur Demir, 14. Fırat Tuncelili, 15. Hurşit Han, 16. Hamdi Yağan, 17. Şükrü Koray, 18. Adil Durmaz, 19. Askar Smitko İranlı, 20. Hasan Kuş, 21. Mehmet Kaygısız, 22. Doktor Cabbar, 23. Nafiz Bostancı, 24. Rado Rash, 25. Kadri Parmaksız, 26. Sıddık Kaya, 27. Raguend İranlı, 28. Dursun Karataş, 29. Nezir Karakuş. Ayrıca Tarık Ümit’in verdiği listede bu sayının 54’e çıktığı anlaşılmıştır. Mehmet Eymür’ün mahkemeye verdiği dilekçede 54 ismin tamamı sıralanmıştı. Yukarıdaki listeye ek olarak; Abdullah Öcalan. Adil kod. Adnan Yıldırım. Ahmet Uğurlu, Behçet Cantürk, Çetin Kod, Hacı Karay, Hakkı Aksoy, Hilmi Tan, Hüsrev Bayram, Medet Serhat, Mehmet Ali Birand, Mehmet Gözübüyük, Mehmet Şerif Baybaşin, Necdet Bayram, Necdet Buldan, Nevzat Telli, Oktay Keçik, Sabahattin Demir, Savaş Buldan, Servet Baybaşin, Şirin Baybaşin, Şükrü Koray, Vahdet Bayram… Mehmet Eymür ifadesinde cinayetleri “devlet adına” yaptığını itiraf etmiştir. [1]
Hiç şüphesiz ki genel anlamda suçlunun kim olduğunun bilinip korunduğu, zaman aşımı veya takipsizlik kararı ile kapatılan, %0,1 oranında çözüme ulaşabilen bir ülkede faili meçhul olayı bir utanç tablosudur. Adli sicil ve DİE verilerine göre Türkiye genelinde 2004 tarihinden 2005’e devreden faili meçhul dosya sayısı 1.183.377; yeni gelenlerle birlikte 2005 yılında toplam 1.681.847 faili meçhul dosyalarına bakan savcılıklar, 13.494 dosyanın failini buldu, 179.720 dosyayı zaman aşımı nedeniyle kapattılar. 2006 yılına 1.488.633 dosyayı devretti. İl bazında rekor Diyarbakır’da. İlk akla gelenler Vedat Aydın, Musa Anter, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Necip Hambetlioğlu, Muammer Aksoy, Eşref Bitlis, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Ali Gaffar Okan, Ahmet Taner Kışlalı, Tahir Elçi…[2]
Konunun daha fazla dağılmaması için faili meçhullerle ilgili yazı dizinini ayrıca yayınlayacağım.
İtiraflar, insan vicdanının tahakküm edemeyeceği eşi ve benzerine rastlanmamış bir insanlık utancıdır. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir.
- Gözaltında işkenceli sorgulardan geçirilen insanlar, katledilip helikopterlerden ormanlara atıldı, asit kuyularında yok edildi, kalorifer kazanlarında yakıldı. Kimisi de “bilinmeyen” yerlere, Mutki, Newala Qesaba gibi toplu mezarlarda üzerlerine bir avuç toprak atılarak “gömüldü”. [3]
- Meral Akşener, “Ben, İçişleri Bakanlığı yaptığım dönemde tarihin en uzun, en geniş, en kapsamlı sınır ötesi harekâtına imza atmış bir bakanım. Utanarak söylüyorum bazıları diyor ki sosyal medyada “Meral Akşener MHP’ye genel başkan olmasın, faili meçhullerin sorumlusu O’dur” diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum” dedi.[4]
- Faili meçhuller soruşturmasını yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun’a ifade veren asker, 1990’lı yıllarda bölgedeki köyleri yakmakla görevli taburda yer aldığını söyledi ve devam etti: ““Ben askerliğimi İstanbul 66. Zırhlı Tugay Baştabya, 1. Mekanize Piyade Tabur da yaptım. 1994 yılı Şubat ayında 1. Taburdan gönüllü olanlar seçilerek Diyarbakır Hazro İlçesi’ne geçici görevle getirildim. Tabur Komutanımız Kurmay Yarbay İsmail E., yardımcısı ise soyadını anımsayamadığım Ali isimli bir Binbaşıydı. Üç bölük ve karargâh bölüğü olmak üzere toplam dört bölük gelmişti. Yaklaşık 400-500 civarında asker vardı, sayı zaman zaman azalıp artıyordu. Bu bölgede 2-2,5 ay kadar kaldık. Bizim taburumuza verilen görev köyleri yakmaktı. Orada kaldığımız süre içerisinde Hazro, Lice, Hani ve Kulp ilçelerine bağlı yaklaşık 30 köyü yaktık. Köylere girince komutanlarımız askerleri ikişer, üçer kişi olarak evleri yakmakla görevlendiriyordu, evlere girip dışarı çıkın yakacağız diyorduk, eşyalarını boşaltmak için fırsat vermiyorduk. Köylüler dışarı çıkınca da en kolay tutuşabilecek bir yerden yakmaya başlıyorduk, ahırları da yakıyorduk içerisinde hayvan olup olmadığını kontrol etmiyorduk.….”[5]
AKP döneminde 227 faili meçhul cinayet işlenmiştir. Bunların en büyüğü Roboski’de yaşanmış ve devlet eliyle işlenen bu cinayet karanlıkta bırakılmıştır. 28 Mayıs 2013 Gezi olayları sonrasındaki gösterilerde çeşitli illerde öldürülen Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı, İrfan Tuna, Selim Önder, Ethem Sarısülük, Zeynep Eryaşar, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Serdar Kadakal ve 16 kilo ağırlığında 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın katilleri ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşmaktadır. Ayrıca 16 Ağustos 2015 tarihinde başlayıp aylarca devam eden sokağa çıkma yasaklarında gerek keskin nişancılar tarafından katledilen siviller, gerek evleri başlarına yıkılarak kendilerine mezar olan, cesetleri sokaklarda haftalarca kokan Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin, Sur ve adını sayamadığım kentlerdeki cinayetlerin terör örgütü bahane gösterilerek ucu açık bir şekilde faili meçhule karışan, Baro başkanı Tahir Elçi’nin failleri bilinmesine rağmen yakalanmaması, AKP’nin “derin devlet” kavramını bir süre daha devam ettireceği niyetinde olduğunu göstermektedir.
Uluslararası Hrant Dink Ödülü 2013 tarihinde “Cumartesi Anneleri”ne verildi.
Uruguay eski Devlet Başkanı Jose Mujica ve eşi, 31 Ekim 2015 Cumartesi günü 553.kez bir araya gelen Cumartesi Anneleri’ne destek olmak için Galatasaray önüne geldi.[6]
Annelerle başlayan bu kararlılık, çocuklarına, torunlarına miras olarak kalacaktır. Ta ki, egemen sınıfların utanç devleti mezarları gösterince ve katilleri yargılayıncaya kadar. Unutmayalım ki 1,5 milyon dosya süresi ne olursa olsun, karara bağlanıncaya kadar…
Tüm annelerin nezdinde 5 yıl önce mücadeleci ruhuyla yaz-kış demeden sıcakta soğukta, arayışlar içinde mücadele eden ve sonunda bu uğurda ömrü yetmeyen 105 yaşındaki Berfo Ana’nın değerli anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Saygıyla andığımız değerli şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiiriyle bitirmek istiyorum.
Acıtan Gerçek
canim oğlum
güzel yavrum
gözümün ışıltısı
ölümden
ölmekten
değil korkumuz
dalda yaprak
acar birgün
güler birgün
solar birgün
savrulur
KARISIR TOPRAGA TOZ OLUR GİDER
bunlar kırlangıç yavrum
güneyli güzellerimiz
gelirler birgün bir fırtınayla
yazarlar mavimizi pırıltılarla
doldururlar mavimizi güneşli çığlıklarla
harmanlayıp yavruları ağustos kapısında
karalayıp mavimizi çılgınca
birgün birdenbire bir fırtınayla
çekip giderler
karalanmış mavi kalır yukarda
çatılarda yuvalar
üşür birgün
tozar birgün
dağılır
KARISIR TOPRAĞA TOZ OLUR GİDER
ölümden
ölmekten
değil korkumuz
yaprak düşer
çiçek solar
soğur elbet yuvalar
taa eskiden
çok eskiden
binlerce yıldanberi
kırlangıçlar gibi savrulur günlerimiz
ve kimbilir
nerde
nasıl
ne bicim
çıkar birgün karşımıza sonumuz
ölümden
ölmekten
değil korkumuz
daha güzel bir dünya
YAŞANILIR BİR VATAN
diye başlarken şarkımıza
vurulup kahpe tuzaklarda bir geyik gibi
düşmek boyluboyunca
cepte vergi makbuzumuz
bundan işte korkumuz
canım oğlum
güzel yavrum
gözümün ışıltısı
bundan kaygumuz!
[1] Alican Uludağ, Devletin ölüm listesi yıllar sonra açıklandı (Cumhuriyet 10 Nisan 2015)
[2] https://tr.instela.com/faili-mechul-cinayetler–295454
[3] Cumartesi Anneleri’nin hikâyesi (NTV 17.05.2011)
[4] http://haber.sol.org.tr/toplum/bir-kez-daha-meral-akseneri-nasil-bilirsiniz-214673
[5] http://www.internethaber.com/o-askerden-kan-donduran-itiraflar-605044h.htm
[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/Cumartesi_Anneleri
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022