Ülkenin ilk kuruluş yıllarında, toprak ağaları, tüccarlar, Ermeni, Süryani ve Çerkes katliamlarında yer alarak zenginleşen talancılar vardı.
İlk sanayici devletin kendisiydi. Daha sonraları devlet destekli sanayiciler ortaya çıkmaya başladı. Çok başarılı olanlar da vardı. Demiryolu müteahhidi Nuri Demirağ, ilk uçak fabrikasını kurarak bu konuda başarılı olanlardan biriydi.
Ancak hiçbir dönemde ülke burjuvazisi doğal yollarla gelişimini sağlayamadı. Özellikle de gelişmekte olan sanayi burjuvazisine emperyalist sistem tarafından Marshall planı çerçevesinde vurulan darbe, milli burjuvazinin gelişmesini tümden engelledi. En büyük yatırımlardan olan ve birçok ülkeye ürettiği uçakları satan, neredeyse siparişlere yetişemeyen uçak fabrikası, bu plan çerçevesinde batırılarak kapattırıldı.
Uzun süreler feodalizm daha etkin kaldı. Feodalizme en güçlü darbe 1960 askeri darbesi ve sonrasında yapılan toprak reformlarıyla vuruldu.
Ülkenin en güçlü sanayicisi olan devlet ve onun başından beri sahibi olan ordu en büyük sermayedardı. Ordu, OYAK (ordu yardımlaşma Kurumu) adı altında birçok sanayi tesisi kurulmuş, en büyük sermayedar olmuştu. Bunun dışında, devlet tarafından desteklenen ve sayıları 10-15’i geçmeyen büyük sanayici iş adamları vardı ki devlet desteği olmadan ayakta kalmaları imkânsızdı.
Ağır baskı arlındaki feodaller ne sanayiye girebiliyor ne de eski sisteme dönebiliyorlardı. Ortada kalan toprak ağalarının gidebileceği tek yol tüccarlık, rant ve küçük işletmeler olmuştu.
Bu gurup her zaman kendisini baskı altında hissetmiş, birlik ve beraberliklerini İslami yollarla sağlamış, siyasi alanda da Milli Nizam, Milli Selamet, Refah gibi adlarla kurulan partilerde yer bulmuşlardı. Ayrıca Cemaatler altında da örgütleniyorlardı.
Yaşanan ekonomik ve toplumsal krizler sonrası bunalan az yeşermiş burjuvazi ve sermayedar ordu 12 Eylül askeri darbesi ile devleti ele geçirdikten sonra, toplumsal tepkiyi karşılamak ve toplumu daha rahat yönetebilmek amacıyla din’e sarıldı. Kuran kurslarına ağırlık verdi, cemaatleri destekledi ve güçlendirdi.
Örgütlenmede en başarılı cemaatlerden birisi olan Fetullah Gülen cemaati, özellikle de eğitim kurumları aracılığı ile güçlenerek devletin her kademesinde var olmaya, devlet içindeki kurum ve kuruluşlarda güçlenmeye ve etkili bir duruma gelmeye başladı.
Bu cemaat, daha güçlü olmak için partiler üstü bir siyaset izliyor, bütün mevcut partilerle ilişkiye giriyor, tek bir partiye dayanmıyordu.
Her güç gibi amacı devlet yönetiminde tek başına egemen olmaktı. Tabanı küçük esnaf ve işletme sahiplerinden oluşuyor, ekonomik gücünü, küçük işletmelerin büyüme ve güçlenmesine kullanıyor, işletmeler büyüdükçe de kendi ekonomik gücünü arttırıyordu.
2000’li yıllara gelindiğinde, dünya genelinde yaşanan ekonomik kriz, emperyalist sistemin çözüm arayışları, çözüm olarak görülen Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede küçük savaşlar ve iktidar değişiklikleri ile sistemi ekonomik olarak destekleme planları çerçevesinde, günün güçlü olan cemaati Fetullah Gülen hareketi Türkiye için devreye sokuldu.
Orta Doğunun diğer ülkelerinde de benzer İslami hareketler de devreye sokuluyordu. Öncelik, Orta Doğudaki jeopolitik konumu itibarıyla Türkiye’deydi!
Refah partisinin yenilikçi kanadını, feodallikten çıkıp bir türlü sanayici olamayan küçük üretici ve tüccarları temsil eden siyasilerle Cemaat birlikte hareket ederek bir parti kurdular. AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) girdikleri ilk seçimde büyük başarı elde ederek 2002 de iktidarı devraldılar.
BOP olarak bilinen Büyük Ortadoğu Projesinin ilk adımıydı.
AKP’nin kurucusu ve önderi, siyasi yasaklı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin HP lideri Deniz Baykal’ın yardımıyla yasağı kaldırılarak Milletvekili olmasının önü açıldı. Meclise girdi ve Başbakan oldu!
Devletin gücüyle beslenen, büyümeye çalışan ancak kendi ayakları üstünde duracak kadar yeterli olgunluğa ulaşamayan sanayi sermayesi, küçük işletmeler karşısında yenilgiye uğramış, 79 yıllık iktidarı kaptırmıştı!
Ordu, emniyet güçleri ve bürokrasi içinde yeterli güce ulaşan cemaat, tüm desteğini AKP’ye sunuyordu.
Alınan istihbarat, destek ve bilgilerle güçlenen iktidar, sanayi sermayesinin en güçlü temsilcisi ve devletin sahibi olan Ordu’yu, 2007 tarihinde başlatılan operasyonlarla ele geçirdiler. Bu operasyonlar sayesinde ordu içerinde cemaatin subaylarının önü açıldı ve ordunun üst kademelerine yerleşmelerine olanak sağlandı.
İkinci büyük operasyon, 2010 yılında Anayasa referandumu ile hukuk sisteminin ele geçirilmesi amacıyla yapıldı. Yapılan anayasa değişikliği ile HSYK( Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu), AYM (Anayasa Mahkemesi), Danıştay, Yargıtay gibi adalet kurumlarında çoğunluk elde edildi ve hukuk sistemi iktidara bağlanmış oldu!
Bu darbe yapılırken uluslar arası arenada “Arap Baharı” olarak adlandırılan, yeni Orta Doğu projesi hayata geçiriliyordu!
Anayasa referandumunun olumlu geçmesi ve sol kanattan destek alınması için, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen 15. Maddenin kaldırılmasını da koydular ve bu sayede soldan önemli ölçüde “yetmez ama evet” oyu aldılar.
2013 yılında başlayan Suriye iç savaşına müdahil olan iktidar her şeyi yapacak kadar güçlü değildi. Daha da güçlenmesi gerekiyordu. Tam da bu sırada ortaklık bozuldu. Okyanus ötesine yapılan çağrılar cevapsız kaldı. 17-25 Aralık 2014 tarihinde Cemaat-İktidar savaşı başladı.
Bu savaştan iktidar güçlenerek çıktı.
Ardından gelen ve hala gerçekliği tartışma konusu olan 15 Temmuz darbesi sonrası ilan edilen OHAL (Olağanüstü Hal) ve kullanılan KHK yetkisiyle (Kanun Hükmünde Kararname) cemaatle olan bağlar atılmaya çalışılırken, diğer taraftan muhalefet de susturuluyordu.
Son darbe ise, devletin tüm işletim sistemini değiştirecek olan 2. Anayasa referandumu ile OHAl koşulları içinde 2017 tarihinde yapıldı. İşleyiş Meclisten Saraya kaydırıldı. Başkanlık sistemi denilen ancak Başkanlıktan çok daha öte bir sistemin kurumsallaşması için yapılan bu değişiklikle çok az da olsa var olan Demokratik işleyiş tümden yok edilmiş oldu.
Referandumda YSK’nın (Yüksek Seçim Kurulu) mühürsüz oyları geçerli sayması damgasını vurdu ve sonuçları şaibeli duruma düşürdü!
Siyasi arenada görülen bu didişme ve gelişmelerin arkasında yatan Sanayi sermayesi ile tüccar ve küçük işletme sermayesinin kavgası bitmemişti.
16 yıl sonra, baskılara rağmen, Koç sermayesinin temsilcisi, iktidarın temsilcisini, kulüp seçimlerinde ve çok büyük farkla yenilgiye uğrattı.
Önümüzde erken seçim var. Sanayi sermayesi arkasına emperyalist güçleri de almış görünüyor. Seçimin sonucunu emperyalist sistemin desteği belirleyecek gibi, ancak, küçük işletmelerin de kolay pes etmeyeceği de açık.
Az kaldı, yaşarsak göreceğiz…
- Af mı yoksa Ekmek mi? - 30 Eylül 2018
- Sudan Sebepler - 17 Eylül 2018
- O günleri de göreceğiz… - 8 Eylül 2018