Türkiye’de Yargı Sistemine Yönelik Tartışmalar: Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın Tutuklanması

Türkiye’de yargı bağımsızlığına ilişkin tartışmalar, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat ve diğer zanlıların tutuklanmasıyla yeniden alevlendi. Akpolat’a yöneltilen “örgüt üyeliği” ve “ihaleye fesat” suçlamaları, delil yetersizliği gerekçesiyle hukukçular tarafından eleştirilirken, bu durum Türkiye’de yargının tarafsızlığına dair derin kaygılara yol açıyor. Özellikle, “henüz toplanmamış deliller” ve “incelemesi tamamlanmamış dijital materyaller” temelinde alınan tutuklama kararı, hukuk devleti ilkelerinin giderek daha fazla zayıfladığına işaret ediyor.

Delil Yetersizliği ve Hukuk Normları

Hukukçular, tutuklama kararının esasını oluşturan delillerin somut olmamasını eleştiriyor. Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporunun tamamlanmamış olması ve dijital materyallerin henüz incelenmemiş olması, yargının “kuvvetli şüphe” ve “somut delil” gibi temel kriterleri ihlal ettiği yönündeki eleştirileri güçlendiriyor. Özellikle, “suç örgütünün ihalelerden gelir elde ettiği” iddiasının yalnızca tanık ifadelerine dayanması ve henüz maddi delillerle desteklenmemesi, tutuklamaların hukuki temelden çok siyasi motivasyonlarla gerçekleştirildiği algısını yaratıyor.

Siyasallaşan Yargı ve Muhalefete Baskı

Bu tutuklama, Türkiye’de yargının siyasallaştığı ve iktidarın yargıyı bir baskı aracı olarak kullandığı yönündeki iddiaları yeniden gündeme getirdi. Beşiktaş Belediyesi gibi muhalefet partisi tarafından yönetilen bir yerel yönetimin hedef alınması, bu algıyı daha da derinleştiriyor. Yerel seçimlere kısa bir süre kala gerçekleştirilen bu operasyon, kamuoyunda iktidarın muhalefeti etkisizleştirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.

Hukuk devleti ilkelerine göre, tutuklama kararları yalnızca “kuvvetli suç şüphesi” ve “kaçma ya da delil karartma riski” gibi somut gerekçelere dayanmalıdır. Ancak Akpolat ve diğer zanlılar hakkında verilen kararların, yeterli delil olmaksızın alındığı ifade ediliyor. MASAK raporunun ve dijital materyallerin henüz değerlendirilmemiş olması, tutuklama kararlarının siyasi bir hesaplaşma aracı olarak kullanıldığı algısını güçlendiriyor. Bu durum, yargının keyfiliği ve siyasetin etkisi altında şekillendiği yönündeki eleştirileri haklı çıkarıyor.

Türkiye’de Otoriterleşme ve Yargı

Bu gelişme, Türkiye’de yargının siyasallaşmasının ötesinde, rejimin niteliği hakkında da ipuçları veriyor. Uzmanlar, bu tür uygulamaların otoriter rejimlerin karakteristik özelliklerini taşıdığına dikkat çekiyor. Hukukun bir baskı mekanizması olarak kullanılması, yalnızca muhalefeti susturmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumun geniş kesimlerinde hukuka olan güveni de zedeliyor.

Türkiye’de otoriter rejim niteliğinin ötesine geçilerek, yargının sistematik bir kontrol mekanizması haline geldiği bir tablo ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, adaletin siyasetten bağımsız bir şekilde işlemesi gerektiği gerçeği daha da önem kazanıyor. Aksi takdirde, bu tür uygulamalar, yalnızca hukukun üstünlüğünü değil, aynı zamanda toplumdaki demokratik normları da derinden yaralamaktadır.

Rıza Akpolat ve diğer zanlılara yönelik tutuklama kararları, Türkiye’de yargı bağımsızlığı tartışmalarını yeniden alevlendirirken, adaletin siyasallaşmasının toplum üzerindeki olumsuz etkilerini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu süreç, Türkiye’de yalnızca muhalefeti değil, tüm vatandaşları ilgilendiren bir adalet krizine işaret etmekte ve hukuk devleti ilkesinin korunmasının önemini ortaya koymaktadır.