Tam Sana Göreyim

Yapay zekâ tarafından teslim alınmamıza ramak kalmış olabilir. Yapay zekânın varabileceği seviyelerin sebebiyet verebileceği olumsuz durumlar, günümüzde ulaştığı seviyeler üzerinden tartışılmaya başlandı bile. Belki de yakın bir gelecekte bir sabah uyanacağız ve “Kafatasının içinde kalmış olan o son doğal zekâ kırıntısını da şimdi yavaşça yere bırak!” diyen bir yapay zekâyla burun buruna geleceğiz. O gün gelecek olursa, insanın böylesi bir tehdide karşı koyabilecek zekice bir hamlesi olabilecek midir acaba, ne dersiniz?

Fazla değil, çok yakın bir geçmişte akıllı telefonlarımızın konuştuklarımızı algılamasından işkillenip “Dinleniyoruz” diye huzursuzluk duyarken, bugün aklımızdan geçen olasılıkları bile tahmin edip önümüze çıkarıyor oluşunu yarı şaşkın yarı teslim ve kanıksamış bir halde izliyoruz. Ankesörlü telefona jeton atmış kuşağın bir ferdi olarak zekâ teknolojisinin istikbaline dair öngörülere, arkadaşımın doğum günü partisine gidebilmek için izin koparmak umuduyla annemi aradığım o tek jetonumu yutan ankesöre bakar gibi “Bunu bana/bize yapamazsın!” diyerek bakıyorum.

Dünkü aklını beğenmeyen, hedeflerini sürekli güncelleyen, arzularını dizginlemek istemeyen, değişmek ve değiştirmek isteyen biz insanlar neysek teknoloji de o sonuçta. Tam bize göre olanı arayıp duruyor. Bir gün “Bak bu tam sana göre” diyerek yaptığı şeyi, yarın kendisi kaldırıp bir kenara atıyor ve yaptığı yeni şeyi göstererek diyor ki “Asıl bu tam sana göre!”. Dengeyi savunan aklıselimler ise “Bu gidişatın bir sınırı olmalı. Etiği, doğrusu-yanlışı, iyisi-kötüsü tartışılmalı. Doğal dengeler bozulmamalı” demekteler. Yani, icat edilince mertliği bozan silah misali, yapayını yaptığımız zekânın insanlık değerlerini yok etmesine izin vermemeliyiz, sınırları yol yakınken belirlemeliyiz, diyorlar. Aksi takdirde sürdürülebilir doğal zekâ planlamasını, yapay zekâya bağımlı insan ve hayvan haklarını… vs. konuşmak zorunda kalabiliriz. Tabi yapay zekâlar buna müsaade ederlerse!

Bu yazının amacı tuttuğum tarafa güzelleme yapmak değil. Aslında tarafımı seçebilmiş de değilim. Bir yanım “doğal olarak” aklıselimden yana olsa da bir de bakıyorum ki “meraklı-deneyimsel” tarafım da “doğal olarak”, teknolojik olasılıklar dünyasının baştan çıkarıcılığına kapılmaya hazır ve nazır. Yani ikisi de tam olmasa da bana göre!

***

Geride bıraktığımız mart ayını, bir sağlık sorunu sebebiyle evde, istirahat ederek geçirmem gerekmişti. Geçirmiş olduğum operasyonun verdiği acının yanı sıra hareketlerimin de kısıtlanmış olması, birkaç gün içinde demoralize olup mutsuzluk çukuruna düşmeme yetmiş de artmıştı bile. Yaşadığım mutsuzluk hali, tarifi kolay olmayan bir şeydi. Zihin-Beden-Duygu sac ayağının bir ayağı(beden) sekteye uğrayınca diğerleri de dengeyi bulmak için ona uyum sağlamaya çalışıyordu ve alışkın olmadığım bu yeni durum mutluluk zeminimi bozuyordu sanki. Yeniden sağlam bir mutluluk zemini kurmak için iyileşmeye ve bunun için de biraz zamana ihtiyacım vardı. İşte böyle zorlu geçen günlerin birinde, seyredecek bir film için bakınırken, tanıtım görselinde kır gibi bir yerde birlikte yere uzanmış bir kadın ve adamın yer aldığı, adı “Tam Sana Göreyim (¹)” olan bir film ilişti gözüme. İçimden yılgın bir şekilde “Hı-hıı evet” diye homurdansam da yine de tıkladım konusuna bakmadan “Bakalım adam mı kadına yoksa kadın mı adama göreymiş? Öyle miymiş değil miymiş?” diyerekten. 

Tahmin edin bakalım karşıma ne çıktı?  Kendisini seyretmem için ismiyle dikkatimi cezbeden film, bir yapay zekâ hikayesiydi. Ve dahası, filmde mutluluk kavramı yapay zekâ üzerinden irdeleniyordu. Ve dahanın da dahası, galiba bu film tam bana göreydi!  

Filmde, orta yaşlarda bir kadın bilim insanı olan Alma’ya bir deneye katılması teklif edilir. Alma’dan istenen, bir insansıyla üç hafta birlikte yaşaması ve üç haftanın sonunda da deneyimlerini aktardığı bir değerlendirme yazısı yazmasıdır. Bu insansı robotun özelliği ise Alma’nın tüm özelliklerinin incelenerek, onun için ideal “eş” olarak tasarlanmış olmasıdır. Alma, kendisini mutlu edebilecek her şeyi bilen ve bildiklerini ona sunmaya programlı insansı robot Tom’la üç hafta geçirmeyi çok istemese de ‘bilim’ adına kabul eder. 

Düşünün hele, karşınızda görsel ve zihinsel olarak her şeyiyle tam sizin beğenilerinize hitap eden bir insansı var ve size derin bakışlarıyla bakarken etkileyici ses tonuyla, Tom’un Alma’ya söylediği gibi “Algoritmam seni mutlu etmek için tasarlandı” diyor. Her şeyiyle tam bir insan izlenimi veriyor ama insan değil. Nasıl ama? Alma’nın yerinde olsaydınız neler hissederdiniz acaba? Tereddütsüz bir evet der miydiniz böylesi bir deneyime yoksa net bir hayır diyerek konuyu kapatır mıydınız? Ya da benim gibi sizin de meraklı-deneyimsel tarafınız “Eveettt” demek isterken, aklıselim yanınız nedeniyle “Yok yaa…Sonuçta bir robot. Robotla mutluluk mu olur?” diye tereddüt mü ederdiniz? 

Alma, tereddütlerle başladığı, hatta daha ilk günlerde vazgeçmeye karar verdiği bu deneye devam edince, spoiler vermemek adına detaylarını anlatmayacağım ama ters köşe yaptıran, insan doğasını ve mutluluğun ne olduğunu sorgulatan, daha önce üzerinde durmadığı şeyleri fark ettiren ve tam kendine göre olan mutluluğun ne olduğunu duyumsadığı hem içsel hem dışsal bir deneyimin içinde bulur kendini.

Filmin sonunda, Alma kendisinden yazması beklenen değerlendirmesini seyirciyle paylaşırken şöyle bir soru sorar: “Mutlu olmanın nesi kötü olabilir?” ve şu minvalde devam eder sözlerine: “İnsanlığımızın temelinde giderilemeyen özlemlerimiz, hayal gücümüz ve bitmeyen bir mutluluk arayışımız yok mudur? İnsansıların bize ‘eş’ olmasına izin verilirse, (her türlü ihtiyacının karşılanmasına alıştığı için iyice şişmiş egomuzun aldığı hal nedeniyle) hangi dürtü bizi ‘geleneksel bireylere’ karşı koymaya, kendimizi aşmaya ve çatışmalara katlanmaya zorlayacak?”

Kendi adıma şu kadarını net bir şekilde söyleyebilirim ki bir öyküde, içsel ve duyumsamak kelimelerini aynı cümle içinde kullanarak anlatabileceğim bir derinlik mevcutsa o hikâye tam göredir sevgili okuyucu ve beni mutlu eder. Bu mutluluk her türlü zorluğa katlanmamda ve sonsuz hayaller kurabilmemde rol oynayan en güçlü dürtüyü harekete geçirir içimde. 

Alma’nın deneyimine şahitlik ederken, bedenimin çektiği acıdan özgürleşmem, gözlerimi Alma’yla birlikte kapatınca mutluluğu içimde bulmam ve göz kapaklarımı açtığımda o mutluluğun gerçek sandığım şeylerin gerçekliğini değiştirebildiğini görmem güzeldi.  Mutluluk tuhaf bir şey. Onun kendine özgü ama herkeste farklı olan bir zekâsı var ve mutluluk, yapayının yapılmasına imkân olmayan yegâne birkaç şeyden biri sanki. 

Ve evet sonu olmayan bir dürtüyle devam ediyoruz mutluluğu aramaya, hayaller kurmaya, özlemlerimizi giderme arayışına, zorluklara katlanmaya…Tüm bunlar nasıl da insanî, nasıl da değerliler…  Dilerim ki günün birinde yer yüzünde hakimiyet kuran insansıların, biz doğal insan formundan Alma’nın deyimiyle “Geleneksel birey” diye bahsettikleri, doğal insanın müzelik eser olduğu tarihsel-teknolojik gelişmeler yaşanmasın. Sevgili, biricik, değerli insan, ‘sadece insan’ olsun. Bununla birlikte, yapay zekânın mutluluğu sorgulatabilme ve mutluluk zeminini yerinden oynatabilme potansiyelinin altının çizilerek dikkate alınması gerektiğini çünkü insanlığı yapay zekâ nedeniyle çılgın günlerin beklediğini düşündüğümü de söylemek isterim.

***

Kelâmın hülâsasına gelecek olursak, şimdi bir daha düşünün isterim: Mutluluğun nesi kötü olabilir ki? Mutluluğunuzu yapay zekâya teslim eder miydiniz? Peki, tam size göre olan nedir, bunu gerçekten biliyor musunuz? Ben tarafımı seçtim sanırım. Şair söylemiş zaten; söz söylenmez üstüne: “Ben tam kendime göre… Ben tam dünyaya göre…Benim dengemi bozmayınız…( ² )”. 


(¹): Orijinal adı Ich bin dein Mensch olan, başrollerinde Maren Eggert, Dan Stevens, Sandra Hüller’in oynadığı, 2021 Alman yapımı, Almanya’nın 2021 Oscar adayı da olan film.

(²): Denge, Turgut Uyar

Elif Demirbaş TOPCU
Latest posts by Elif Demirbaş TOPCU (see all)