Tahir Elçi katledildi haberiniz var mı

AkÅŸamın alacası çökmüş iyice. Berberdeyim, sıra bekliyorum. Dükkanın camı buÄŸulu, dışarısı görünmüyor. Ä°nsana kapana kıstırılmışlık hissi veriyor. TV de kralpop çalıyor. Açılıp kapanan makaslarda gereksiz bir telaÅŸ, ‘ÅŸakÅŸak’ bir gevezelikle açılıp kapanıyorlar. TıraÅŸ edenin suskunla içine attıklarını haykırıyor makas.

Berberler gün boyu ayakta durmaktan yorgun. Gevezeliklerinden eser kalmamış günün bu saatlerde. Havada ucuz parfüm, ÅŸampuan kokusu… Leylak kokulu sabunlar istiflenmiÅŸ üst rafta… Havlular ıslak, jöleler kaskatı… Karınları aç sıra bekleyenlerin. Öyle ya, daha eve gidecekler, karınlarını doyuracaklar.

Çırak bezgin, modası geçmiÅŸ belinden ha düştü ha düşecek taÅŸlanmış kot pantolonunun arka cebinden, ikide bir çıkardığı cep telefonunun ekranına bakıyor aceleyle, gözü ustasına kayıyor ve çarçabuk cebine atıyor telefonu. Müşterilerin oturduÄŸu koltuk altlarına uzanıyor, ayak diplerine dökülen saçları topluyor elindeki faraÅŸa… Ortada yuvarlak, ortası camlı bir sehpa. Ãœzerinde Posta gazetesinin tek tük kimi boÅŸlukları mavi, kimi boÅŸlukları siyah tükenmez kalemle doldurulmuÅŸ bulmaca eki…

Yaz boyunca üzerine konan sineklerin boklamasıyla beyazken griye dönmüş olduÄŸunu düşündüğüm TV kumandası… Sehpanın hemen ötesinde katalitik yanıyor kıvıl kıvıl. Isıtmıyor ortalığı, kendine hayrı yok ki. Çırak saç süpürmeyi bıraktı, sehpanın üzerindeki gazetelerden birinden geniÅŸ bir sayfa koparıyor, avucunda buruÅŸ buruÅŸ küçülterek, biriken buÄŸuyu silmek için cama yöneliyor.

Tüm gün aklımdan çıkmayan, hatırladıkça yüreÄŸimi daraltan bir cinayetten bahsetmek istiyorum onlara. Bu kadar da vurdum duymaz olmasınlar, biraz gömüldükleri kuytuluklardan baÅŸlarını kaldırsınlar, haksızlıkları, talanları, cinayetleri fark etsinler istiyorum. Bilsinler ki, her ÅŸey gözümüzün önünde oluverdi hani neredeyse. ‘Bu kadarı da olmaz artık’ dedirten ekran saydamlığında.
Katiline ortak nefret duygusuyla aşina olan insanların da varlığı duyulsun, bilinsin istiyordum.

Berber koltuÄŸu için sırasını bekleyen herhangi biri olmaktan çıkarak seslenmek, onların çıkmayan sesleri olmak, bu bıkkınlık kokan sessizliÄŸi, sökülmeye kupüründen baÅŸlamış eski bir tül gibi baÅŸtan aÅŸağı, ‘caaart’ diye yırtmak istiyordum.

OturduÄŸum yerde toparlanıp hafif öne eÄŸiliyorum. Hafif öksürerek boÄŸazımı temizliyor, “Tahir Elçi katledildi haberiniz var mı” diyecek oluyorum, diyemiyorum… Velev ki dedim, anlarlar mıydı acaba beni !.. Yoksa telaffuzu zor bir bisküvi markasından yahut yeni keÅŸfedilmiÅŸ bir gezegen adından bahsettiÄŸimi düşünüp, ÅŸaÅŸkınca bakarlar mıydı acaba bana…

Bir ÅŸey demekten vazgeçiyor, yılgınlıkla sırtımı koltuÄŸa yaslıyorum yeniden. O esnada TV ye uzanıp, Murat Boz un oynayan Klibinin sesini açıyor berberlerden biri… Cesaretim kırılıyor iyice…

Vazgeçiyorum, bir şey demiyorum.

Sıramı bekliyorum berberde.

Göğsümde nal izleri…