Yaptığın bir hayır, tut bacağından ayır

Dün akşam oturduğum cafede yanıma kadar gelip, kirli avucunu uzatarak, konuşma gereği bile duymadan para isteyen, ayakları çıplak Yusuf çocuk düşüyor aklıma.

Reddetmişti beni!..Mecburen, paramın ederi kadar arkadaşlık etti bana.

Bacak bacak üstüne atmış İngiliz lordları gibi, elimde kitap, koltuğumun izin verdiği kadarıyla konfora gömülmüştüm. Cafenin iç mekanındaki güçlü ışık ve yol kenarındaki lambanın sarı ışığı cafenin bahçesini aydınlatmaya yetiyordu.

Orta yaşlı, iyi beslendiği gözlüklerinin altından fışkıran gürbüz yanaklarından belli olan mülayim görünüşlü beyaz adamdım.

Yanı başımda dikilirken ona olan saygımı belirtmek için kitabı göğüs hizamda, kalbime yakın yerde, kaldığım sayfayı umursamadan, ayraçsız kapattım.

Gözlerinin içine baktım Yusuf’un. Hayır, gönlü hoş tutulması gereken bir müşteri şımarıklıgıyla, hadsizliğiyle değil, ‘üstten bir bakış derseniz’ hiç değil. Yeni taşındığım evime gelen ilk konuk, kalan ömrümü karşılıklı dayanışma ruhuyla tamamlayabileceğimi düşündüğüm karşı komşum gibi karşıladım onu bakışlarımla.

O kaldırımın kenarındaydı ve yeni duş almış, fresh kokulu, kısa şortlu, neredeyse bir ayakkabı parasına alınan terlikli insanlar geçiyordu yanımızdan. Onu oyalamaya çalışarak daha fazla yanımda kalması için çaba harcadım sorularla. Aramızdaki ilişkiyi anlık da olsa eşitlemek, makul bir muhatap gibi iletişim kurmak için karşımdaki koltuğa oturmasını önerdim. Ben onun şımarık, biraz da ilgisini çeken müşterisiydim, dediğimi yaptı, karşı koltuğun ucuna ilişti, çıplak ayaklarıni sarkıttı. Benden alacağı parayı ne yapacağını sordum. Artık şımarık müşterisi olmaktan çıkıp, aramızda erk ilişkisi kuran ve bunu ona dayatan, küstah, ceberrut bir adama dönmüştüm. Fakat, ellerini göbeğinin üstüne koyarak, göbeğinin üzerini sehpa gibi kullanan insanlara has sevimliliğim geçerli akçeydi hala.

Yolun karşısındaki seyyar mısırcıdan bardak mısır alacağından bahsetti. Bunun için istediği para beş liraydı. İkna olmuş beyaz adam gibi bir süre sustuktan sonra elimi cebime attım. Cebimden çıkardığım elimdeki paraları aramızdaki sehpanın altına sokarak, kazancını diğer esnaftan saklayan esnaf zihniyetiyle paraları aşağıda tutarak karıştırmaya başladım. Elimde beş lira olmasına karşın ona on lira verdim.

On liranın hepsini kendisine vereceğimi sanmış olmalı ki, büyümüş gözlerle bana baktı. “Bununla mısır al ama üzerini bana getir, olur mu?” dedim. Onunla aramızda bir güven ilişkisi kurmak istiyordum artık. Bunu yüz lira ile değil de, riski minimize eden on lira ile yapmıştım. Aşağılık bir beyaz adamdım, temsil ettiğim sınıfın kimliğine, iklimine göre davranıyordum.

Bir koşu karşıdan aldı geldi bardak mısırı. Kirli avucunda tuttuğu buruşuk para üzerini uzattı. Oturmasını söyledim yine. Etrafımızda ürkütücü bir köpekbalığı gibi dolanan, durumdan hoşnutsuz garsondan gazoz istedim Yusuf için.

Birkaç dakika sonra kurtlanmaya başladı Yusuf. Kalmasını isterdim fakat ortalıkta küçük çocukların kayboluşuna dair bu kadar berbat haberler dolaşırken daha fazla oyalamak istemedim onu. Getirdiği para üstü beş lirayı da verdim ona, kardeşi içinde mısır almasını istedim. Yusuf kaykıldı yine koltuktan çıplak ayaklarıyla arkasına bile bakmadan sarı sokak lambaları altında hızlıca uzaklaştı oradan.