Şüphecilik: Bilginin Kıyısında Yaşamak

Şüphecilik nedir? Günümüzde sıkça duyulan bir kelime olsa da, felsefi anlamda taşıdığı yük, gündelik dildeki karşılığından çok daha derindir. Şüphecilik, yalnızca “her şeye kuşku ile yaklaşmak” değildir; aksine, insan zihninin bilgiye ulaşma iddiasını kökten sorgulayan kadim bir felsefi duruştur. Bu yazıda, şüpheciliğin Antik Yunan’dan günümüze uzanan tarihini izleyerek, iki temel formunu inceleyecek ve nihayetinde bir filozofun neden şüpheci bir tutumu tercih edebileceğini ele alacağız.

Bilginin Gölgelerinde Dolaşmak: Şüpheciliğin Tanımı

Felsefi şüphecilik (Yunanca “skepsis” – soruşturma, araştırma), insanın bilgiye ulaşabileceği yönündeki yaygın kanaatleri temelden sorgulayan bir yaklaşımdır. Basit bir ifadeyle: İnsan gerçekten bir şey bilebilir mi? Bu sorgulama, yalnızca olağanüstü veya spekülatif iddialara yönelik değildir. Şüpheciler, “Bu ağacın yaprakları yeşildir” gibi sağduyusal ve sıradan ifadelerin dahi bilgi olarak kabul edilip edilemeyeceğini tartışmaya açarlar. Onlara göre, yalnızca radikal iddialar değil, günlük yaşamın temel taşları da sorgulanmalıdır.

Felsefenin Doğuşunda Şüphe Vardı

Şüphecilik, felsefenin başlangıcında yer alır. Platon’un diyaloglarında karşımıza çıkan Sokrates, bilge olduğunu iddia edenlerin bilgi iddialarını sorgularken, kendi bilgeliğini “bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” sözünde özetler. Bu, yalnızca entelektüel bir tevazu değil, epistemolojik bir devrimdir.

Meno diyaloğunda Sokrates’in ortaya koyduğu paradoks, bu kuşkucu yaklaşımı daha da keskinleştirir: Bir şeyi araştırabilmek için onu az çok bilmek gerekir; ama zaten biliyorsak neden araştıralım? Eğer hiç bilmiyorsak da nasıl tanıyacağız? Bu çıkmaz, şüpheciliğin felsefi temelini oluşturur.

Sokrates’in şüpheciliği, algının güvenilirliğini de hedef alır. Phaedo ve Cumhuriyet’te, duyusal bilgilerin kişiden kişiye değişen doğasına dikkat çeker: Aynı ev birine büyük, diğerine küçük görünebilir; sıcak bir göl, birine soğuk, diğerine sıcak gelebilir. Algılar güvenilmezse, üzerine inşa ettiğimiz bilgi de kırılgandır.

Yerel mi, Küresel mi? İki Tür Şüphecilik

Felsefede şüpheciliğin kapsamı ve derinliği değişebilir. İki ana biçim öne çıkar: Kartezyen (akademik) şüphecilik ve Pyrrhoncu (radikal) şüphecilik.

Kartezyen şüphecilik, adını René Descartes’tan alır. Bu yaklaşım, belirli bilgi türleri—özellikle duyusal deneyimlere dayanan dış dünya bilgisi—konusunda kuşku duymamızı öğütler. Descartes, ünlü “Kötü Cin” hipoteziyle, tüm duyularımızın bir varlık tarafından kandırılıyor olabileceğini düşünür. Ona göre kesin bilgiye ulaşmak için her şeyi kuşku süzgecinden geçirmek gerekir.

Bu yaklaşımın temel mantığı, felsefede “kapanış ilkesi” olarak bilinen düşüncedir: Eğer bir şey biliyorsak ve bu bilgi başka bir bilgiyi zorunlu kılıyorsa, o zaman onu da biliyor olmamız gerekir. Fakat eğer dış dünyanın gerçekliğinden emin olamıyorsak—örneğin elimizi gördüğümüzden eminse bile, bir simülasyonda yaşıyor olma ihtimalini eleyemiyorsak—o zaman elimizin varlığından da tam anlamıyla emin olamayız.

Bu, Kartezyen şüpheciliğin özüdür: Biz elimizi görüyoruz diye elimiz gerçekten var olmayabilir. Bu nedenle, duyusal iddialara olan inanç askıya alınmalıdır.

Radikal Kuşku: Pyrrhonculuk

Şüpheciliğin daha köktenci formu, Pyrrhoncu şüpheciliktir. Adını Antik Yunan filozofu Pyrrhon’dan alan bu yaklaşım, yalnızca duyusal bilgiye değil, her türlü iddiaya karşı inancın askıya alınmasını savunur. Pyrrhonculuk, yalnızca dış dünyaya değil, matematiksel ve mantıksal önermelere kadar uzanan bir bilgi kuşkusudur.

Bu yaklaşımın en güçlü felsefi aracı “Agrippa’nın Çıkmazı”dır. Agrippa, herhangi bir bilgi iddiasının üç biçimde temellendirilebileceğini söyler:

  1. Dogmatik biçimde: “Bu böyledir” denilerek ileri sürülür.
  2. Sonsuz gerileme ile: Her bilgi başka bir bilgiye, o da başka bir bilgiye dayandırılır.
  3. Dairesel gerekçelendirme ile: İddia, dolaylı yoldan kendisini doğrular.

Pyrrhoncular, bu üç yolun da nihayetinde başarısız olduğunu savunur. Dogmatizm kör inançtır. Sonsuz gerileme, insan zihninin sınırlı doğası nedeniyle pratik değildir. Dairesel gerekçelendirme ise mantıksal olarak geçersizdir.

Bu nedenle Pyrrhoncular, tüm inançların askıya alınması gerektiğini savunur. Bu tavır onlara göre yalnızca entelektüel bir dürüstlük değil, aynı zamanda içsel bir huzura da yol açar: Ataraxia — zihin sükûneti. Ne inançların savunulmasının yükü, ne de yanlış bilgiye düşmenin korkusu vardır.

Neden Şüpheci Olmalı?

Şüphecilik, modern insanın bilgiye olan güvenini sarsmak için değil, onu daha sağlam temellere oturtmak için vardır. İster Descartes’ın rasyonalist yöntemiyle, ister Pyrrhon’un radikal kuşkusuyla olsun, felsefi şüphecilik, bizi düşünmeye, sorgulamaya ve kanaatlerimizi gözden geçirmeye zorlar. Bu yönüyle, çağımızda hızla yayılan bilgi kirliliği, dogmatizm ve manipülasyona karşı bir direnç biçimi olarak da düşünülebilir.

Bir şüpheci olmak, hiçbir şeye inanmamak değildir. Aksine, neye neden inandığımızı dikkatle seçmeyi öğrenmektir. Belki de en büyük bilgelik, bilgiye ulaşmanın zorluğunu kabul etmek ve bu zorluğun içinde düşünsel bir tevazu geliştirmektir.


Kaynakça:

  • Alexander, Ryan. “What is Skepticism?” The Collector, 17 Ekim 2023.
  • Sextus Empiricus. Outlines of Pyrrhonism.
  • Descartes, René. Meditations on First Philosophy.
  • Barnes, Jonathan. The Toils of Skepticism.