Bir Sol Şerit İhlali: Küçük İskender 

Hangi alanda olursa olsun özellikle insanları yaşadıkları dönem içinde değerlendirmek en gerçekçi tutumdur.  Herhangi bir kişi, olay ya da düşünceyi içine doğduğu zaman diliminden cımbızlayıp alırsanız, varılan sonuçlar son derece subjektif ve hatta keyfi olacaktır. Her şey kendi zamanının çocuğudur. O dönemin genetik yapısını ve doğum lekelerini de taşıyacaktır: bir Aydınlanma Dönemi olmasaydı Marks doğar mıydı?

12 Eylül 1980’de askeri darbe ile içine girilen süreç milattır birçok konuda.  O dönemin yıkım ve acıları etkisini hala belli uygulamalarla sürdürmekte.  Gerek dünyada ve gerekse ülkemizde ana akım olarak etkin olan Marksist solun kitleler üzerindeki basıncı kalkınca düşünce ve eylem alanlarında bir genişleme yaşandı. Bu çeşitlilik seksen sonrasına damgasını vurdu. Siyasi arenada “hain Troçki”, düşünce ve eylem alanında yok iken birden hortlayıverdi. “Stalin savunulmadan devrim savunulamaz” diyenlere karşı eleştiri okları çoğaldı.

Kadınlar feminizmi keşfettiler ve ilk dergileri yayınlandı. “Top, dönme nonoş” denilen kesim Lgbt sürecine giden yolda fotokopi ile çoğalarak ilk sayılarını çıkardılar Kaos GL’nin.. Bu topraklarda adı bile anılmayan ve kendisine Anarşist diyen birkaç insan Kara Dergisi ile sahnede yerini aldı. Sivil toplumcular, savaş karşıtları, vicdani retçiler… Çevre sorunları solun da gündemine girecek kadar önem kazandı ve caretta carettalarla tanışıldı. Emek eksenli ve tek bakış açısına sahip mücadele arenası karnavala dönüştü birden ve küçük İskender tam da bu karnavalın ortasında doğdu.

Bu karnavalın bir bileşeni daha vardı: Kürtler…  Bu duyarlılık temelinde gelişmeye başlayan güçlü bir şair tayfası siyasetin belirleyiciliği temelinde boğuldu. Bağımsız kalanlar sürdürmeye çalışsalar da bu damar bir nevi boşa çıkarıldı, düşünce ve üretim hadım edildi. Siyasetin gölgesi ve denetiminde sanat olmayacağı Sovyetler’de yaşanan Jdanov deneyiminden sonra bir kez daha anlaşıldı.

Kısaca değindiğimiz bu ortam içinde Küçük İskender kendini ifade etme biçimleri ile toplumun marjını zorlama şansı buldu. Bir anlamda meydan boştu ve arkasındaki o güçlü el sayesinde sürüldüğü meydanda birazda şımarıkça salındı. O elin sahibini de mahçup etmedi. Es kaza seksen öncesi yazsa idi itibar görmeyecek bir düşük olacak ya da ölü doğacaktı. Bu yüzden döneminin şairidir küçük İskender. Yarın mı, bunu kimse kestiremez hiç kimse için: yaşama dair var olan her dokunuş nasıl karşılık bulacaktır elbette zamanla görülecek.

Küçük İskender, “ cumhuriyet tarihinin şairi azamı” olarak ilan edildiği gibi, “ oğlancı, sübyancı, ibne” gibi belden aşağı vurmaya çalışanların(nispeten doğruluk payı olsa da) sözleri bir arada uçuştu.  Ortalarda bir yerlerde değildi: uçlarda var olmaya çalıştı ve en iyi marifeti de bu oldu. Güzel, sevilen şiirlerinin yanına saçma sapan metinler de koyarak gündemde kalmayı başardı hep.

Gerek seksen sonrası sol’un sahneden çekilmesiyle oluşan “özgürlük” ortamına doğması, gerek kendisini anarşist olarak tanımlayan bu şairin dünya görüşü ve gerekse hep soldaki edebiyatçılar tarafından sahiplenilmesini referans noktaları alarak söylersek küçük İskender geniş bir pencereden baktığımız da sol da görünür. Görünüş ve gerçek aynı şeyler midir? Marjinal duruşun radikal bir çekim merkezi olarak algılandığı ve farklılığın bir fetiş gibi görülüp, yaşanmak istenildiği bu ülkede(en azından bugün) Küçük İskender bir sol şerit ihlali olarak kalacaktır…

Nedim SARIKAYA
Latest posts by Nedim SARIKAYA (see all)