Mecliste Annelerin Sesi: Çatışmadan Barışa Giden Zor Yol

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bu hafta çok önemli misafirlerini ağırladı: Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri. Yıllardır farklı sokaklarda, farklı taleplerle görünür olan bu iki kesim, ilk kez Meclis çatısı altında bir araya geldi. Sözleri birbirinden farklı olsa da, her iki tarafın ortak noktası aynıydı: Ölümlerin sona ermesi, barışın sağlanması.

Bu buluşma, sadece bir “dinleme toplantısı” değil; aynı zamanda Türkiye’nin yüzleşmekten hep kaçındığı meselelerle bir kez daha karşı karşıya gelmesiydi.

Cumartesi Anneleri’nin Talebi: “Hakikat Komisyonu Kurulsun”

1980’lerden bu yana faili meçhul cinayetlerde ya da gözaltında kaybolan yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri, yine aynı soruları dile getirdiler: Yakınlarımız nerede? Sorumlular neden hâlâ yargı önüne çıkarılmadı?

İkbal Eren Yarıcı, ağabeyi Hayrettin Eren’den hâlâ haber alamadıklarını anlattı. Maside Ocak Kışlakçı, ağabeyi Hasan Ocak’ın gözaltına alındıktan sonra işkenceyle öldürüldüğünü, bedeninin ise “kimsesizler mezarlığında” bulunduğunu söyledi. Besna Tosun ise babası Fehmi Tosun’un Beyaz Toros’larla gözaltına alınışını gözyaşları içinde aktardı: “30 yıldır hayatımızı cehenneme çeviren o gülüşle yaşıyorum.”

Cumartesi Anneleri, sadece duygularını değil, somut bir öneriyi de Meclis’e sundular: “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulmalı, kayıplar için resmi özür dilenmeli, anma alanları oluşturulmalı.

Barış Anneleri’nin Çağrısı: “Çocuklarımızı Değil, Silahları Toprağa Gömelim”

Barış Anneleri ise farklı bir yerden konuştu. Onlar, dağa çıkan çocuklarının geri dönmesini, devletin de yeni bir çözüm süreci için adım atmasını talep ettiler. Talepleri arasında hasta tutukluların serbest bırakılması, Öcalan’ın özgürlüğü ve doğrudan muhatap olarak sürece katılması vardı.

En çarpıcı sözlerden biri Rebia Kıran’a aitti: “Asker anaları, gerilla anaları birbirimize sarılalım. Biz birbirimizin derdini biliyoruz. Rica ediyorum bizi yan yana getirsinler.”

Türkiye Bozkurt ise şunu ekledi: “45 bin insan öldürüldü. Ama biz hesap sormak istemiyoruz, barış istiyoruz.”

Aynı Anda İki Türkiye

Cumartesi Anneleri ile Barış Anneleri’nin sözleri, aslında Türkiye’nin iki farklı yüzünü gösteriyor. Biri devletin karanlık dehlizlerinde kaybolan insanları, diğeri ise dağlarda süren çatışmanın bedelini anlatıyor. İkisi de aynı coğrafyanın, aynı ülkenin hikâyesi. Ve bu hikâye, ortak bir noktada birleşiyor: Artık yeter.

Her iki taraf da, birbirinin tam zıddı talepler dile getirse de, “ölümler son bulsun” çağrısında birleşiyor. Bu da aslında toplumun en derin yaralarının iyileşebilmesi için “hakikat” ile “barış” arasında bir köprü kurulması gerektiğini gösteriyor.

Meclis Ne Yapacak?

Bu noktada soru şu: TBMM, bu seslere kulak verecek mi? Yoksa yine alışıldık reflekslerle, taleplerin bir kısmını “provokasyon”, bir kısmını da “imkânsız” diyerek görmezden mi gelecek?

Eğer bu komisyon, gerçekten “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” adını hak etmek istiyorsa, öncelikle şunu kabul etmeli: Barış, bir tarafın taleplerinin dayatılmasıyla değil, farklı acıların ortaklaştırılmasıyla mümkün olur.

Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan şey, annelerin gözyaşları üzerinden yürütülen siyaset değil, bu gözyaşlarını dindirecek adalet ve cesaret olacaktır.

Cumartesi Anneleri, “Geçmişin hesabı sorulsun” diyor. Barış Anneleri, “Gelecek için adım atalım” çağrısında bulunuyor. Bu iki ses, aslında birbirini tamamlayan bir çığlık. Çünkü ne geçmişin karanlığı aydınlatılmadan barış gelir, ne de geleceğe dair umut olmadan adalet anlam kazanır.

Bugün Meclis’te söylenen sözler, yarın tarihe bir not olarak düşülecek. Önemli olan, bu notun utançla mı, yoksa umutla mı okunacağıdır.