24 Temmuz 2020 günü Türkiye’de haber sitelerinde “Tarihi Gün” manşeti atıldı. AKP giderayak son şovunu yapıyor diye düşündüm. Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülerek, ibadete açıldığı gün adeta bir Ortaçağ seremonisi yaşandı. Bir tapınak şövalyeleri eksikti bu seremonide. Ki Yunanistan Ortodoks Kilisesi yas ilan ederek bu boşluğu bir nebze olsun doldurdu. Bir ara Yunanistan’dan tapınak şövalyeleri de sahneye çıkarsa tam olur dedim. 21. Yüzyılda, Ortaçağı aratmayacak zamanlar yaşıyoruz.
Öncelikle 24 temmuz cuma gününün özetinden başlayayım. Türkiye’de siyasal islam, dev bir gösteriyle zaferini ilan etti. Bu gövde gösterisi için manidar bir tarihin seçilmesi (Lozan Antlaşması’nın yıldönümü) tesadüf olmasa gerek.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ayasofya’ya halife gibi girdi. Sonra tilavet secdesi… Erdoğan, Ayasofya’ya girdiğinde secdeye duran imamlar… Erdoğan, sanki Viyana’yı kuşatmış, fetihe çıkmış padişah modunda salınıyordu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, elinde kılıcıyla, ağır adımlarla minbere çıkarken iç dünyasında ne yaşıyordu bilinmez ama elinde kılıçla hutbe okurken kantarın topuzunu kaçırdı. Fesli deli Kadir’i (Kadir Mısıroğlu) rahmet okuyarak anarken, Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okudu. Böylece siyasal islam Cumhuriyet ve Laiklik ile tarihsel hesaplaşmasını yapmış oluyordu.
Rövanş zamanıydı. Tayyip Erdoğan, bu şovun tadını çıkarıyordu. Öyle ki başına takke takıp, elinde mikrofonla kuran okurken kendinden geçmişti. Fatiha süresini bütün iliklerinde hissederek okuyordu. Çünkü Cumhuriyet’in ruhuna el- fatiha okunuyordu. Rövanş zamanıydı. Nasıl mutlu olmasın… Topçu Kışlası hayalinin sonu fena bitmişti. Gezi direnişinin ardından Fas’a kaçmak durumunda kalmıştı.. Emevi camisinde namaz hayali ise stratejik derinliğin sularına gömülmüştü. Hayal kırıklıkları yakasını bir türlü bırakmadı Reis’in. Ayasofya’yı yeniden fethetmek epey iyi gelmişti Erdoğan’a. Muhtemelen 24 temmuz gecesi dünyanın en mutlu adamı olarak başını yastığa koydu Erdoğan ve Hilafet rüyasına daldı. Rüyasında kendini halife olarak gördü mü bilinmez lakin ılımlı islam, “ama kanlı, ama kansız”, pek tatlı hayaller kurmuyordu. Ilımlı islam projesiyle ikidara gelenler, çıraklık dönemi bitince memlekette ılımlı hava zemheriye dönüşmüştü.
Ayasofya açılışına katılan kitlenin, sarığıyla, cübbesiyle, ağızlarında tekbirle adeta fetihe gider gibi polis bariyerlerini yıktıkları görüntüler ise ürkütücü olarak hafızalara kazındı.
Gün sonunda siyasal islamın baronları ve Saray ahalisi, tez zamanda hilafeti ilan etme hayalleriyle, lüks Mercedes ve Audi marka arabalarına binip gittiler.
İhvancılık ve siyasal islam akımları Ortadoğu’da kan kaybetmiş ve gerilemişken, Türkiye’de siyasal islamın bu gövde gösterisi, halkın büyük kesiminde endişe ve kaygı yaratmıştı. Sessiz ve endişeli bir bekleyişin hükmüne girmişti gece… Bu tekinsiz havayı ikinci gün hilafet çağrısı takip etti. Siyasal islam adeta el arttırmıştı.
Albayraklar’a ait Gerçek Hayat dergisinin son sayısında “Hilafet için toparlanın” çağrısı yapıldı. Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın paylaştığı derginin kapağında “Artık Ayasofya ve Türkiye hür. Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim? Hilafet için toparlanın” ifadeleri yer aldı.
Türkiye, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın elinde kılıçla okuduğu hutbenin ve Mustafa Kemal Atatürk’e okuduğu lanetin şokunu üzerinden atamamışken bir de üstüne hilafet çağrısı geldi. Oysa insanlar, Ali Erbaş’ın elindeki kılıcın ne anlama geldiğini tartışmaktaydı henüz.. Sanki fiilen laiklik kaldırılmış, hilafete geçilmişte, Ali Erbaş şeyhülislam olmuştu. Bu cüret nereden geiyordu? Daha ne kadar ileri gidebilirlerdi? Cüretin kaynağı aşikar değil mi?
Hilafet çağrıları tatmin etmemişti onları. Bir sonraki gün Bilal Erdoğan ağzındaki baklayı cıkardı. Bu defa hedef Türkçe harfler, alfabeydi. Velhasıl her şey düşünülmüş. Ha bir de başkent İstanbul yapılacakmış. Payitaht hayalleri… İşin aslı son aylarda damat Beraat Albayrak üzerinden devam ettirilecek bir hanedanlık kurma dedikoduları dolaşıyordu. Bazı tevatürler birçoğumuza deli saçması gibi gelse de anlaşılan o ki birileri bu hayallere kendilerini fena kaptırmış. Ki artık alenen ortaya seriyorlar, niyetlerini açıkça dile getirmekten çekinmiyorlar.
Bu ahval ve şartlar altında İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin istenmesi politik ve bilinçli bir saldırı hamlesidir. Kadınların can güvenliğinin bile sağlanamadığı/sağlanmadığı koşullarda, İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmeye çalışmanın başka bir anlamı olamaz. Kadınların en temel haklarını bile gasp etmekten çekinmeyecek bir iktidar bu. Ki kadın düşmanı açıklamalarda Suudilerle yarışabilecek potansiyele sahipler.
İşin aslı şu; AKP miadını doldurdu. Seçimlerde kaybedeceklerinin farkındalar. Lakin sorun tam da burada başlıyor. Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar sergilediği pratik, benden sonrası tufan anlayışıdır. Köşeye sıkıştıkça pervasızlaşıyorlar. Tayyip Erdoğan, iktidarını kaybetmemek için böyle bir şeye kalkışır mı? Aslında 24. Haziran. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, neler yapabileceklerini gördük. 15 Temmuz’un, kayıp silahları, AKP seçmenin elindeydi o gece. Bir de nereden geldiği belirsiz olan cihadist militanlar büyük şehirlerin sokaklarında cirit atıyordu. Bu görüntüler sosyal medyada dolaşıyordu. O gece nasıl pazarlıklar yapıldı bilmiyoruz. Lakin o gece olanlar devletin karanlık koridorlarında sırra kadem bastı. Zira hepimiz biliriz, “devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır.”
Siyasal islamın ılımlı olmayan bir hayalidir, hilafet. Ya da din-i devlet. Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı böyle bir maceraya kalkışır mı? Bence son bir kez şanslarını deneyecekler. Zaten tüm bu olan- biten yakında kopacak fırtınanın habercisi. Fırtınanın sonu nereye varır bilemem. Lakin Tayyip Erdoğan, seçimle gitmeyeceğini Ayasofya’daki gövde gösterisiyle ilan etmiş oldu.
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024