Sen gittin ve ben büyüdüm anne

Gözlerim kapalı, dizlerine yatmışım olanca çocukluğumla. Saçlarımı okşuyor yumuşacık elleriyle, usulca. En çok ellerini severim annemin. Herkesin annesinin eli böyle incitmeden mi okşar çocuklarının başını ? Mutluyum. Hem de çok! Hiç bitmesin istiyorum bu rüya.

Her anneler gününde bu düşü kurarım anneme duyduğum özlemle.

Yaşanan tüm zamanların en uzun gecesiydi. Acın bitecek, ruhun dinginleşecekti. İlk kez ölümün mert ve kararlı olduğunu düşündüğüm geceydi. Gidenler ya da gitmeye hazırlananlarla, hayatın bir o kadar yaşanılası güzelliklerini bana nasıl da hatırlatmıştı ölüm, gecenin hiç hesap etmediğim bir saatinde.

Yaşayanların ayrılıklarına bir teselli sözcüğü bulabilirsin de gidenlere ait ayrılıklarda hiçbir sözcükle karşıdakini teselli edemeyeceğimi ve teselli bulunamayacağını yaşayarak öğrenmiştim.

Bu tür durumlarda kalabalıklar yani çevrenizdeki insanlar aydınlığınız olur. Ne zaman ki bir başınıza kalırsınız, işte gerçek karanlık o zaman çöker dünyanıza. Gidenle yaşanılanları, film şeridi gibi kah ileri, kah geri sararsınız. Bazen bir karede takılır ağlarsınız bir diğerinde ise gülümsersiniz gözünüzde yaşlarla.

Annemle son yıllardaki her vedalaşmamızda gözleri dolar ve ağlamaklı olurdu..Gitmek istemeyen ama gitmesi kaçınılmaz yolun başlangıcındaki insanların ses tınısındaydı konuşmaları.

Biliyordu; ne gitmeler ne de kalmalar onun elindeydi.Yüreğinde umut, dilinde de söz bitmişti.Gözleri çok uzaklardan gelecek gemiyi beklemenin sabırsızlığıyla küçülmüş, pınarları sönmüştü.Yaşama dair bir kırıntı kalmamıştı.

Oysa ne çok öyküler biriktirmişti, anlatırken soluğumu tutarak dinlediğim.

Göçmen olmayı, geldikleri yerdeki dili bilmemenin, anlaşılamamanın ve anlayamamanın zorluklarını,
İklimlerin bile yabancı olduğu buralarda Mart soğuklarında nasıl da çoluk çocuk soğuklara yenik düştüğünüzü, sizden sonra bu soğukların adına “boşnakkıran soğukları” dendiğini,
İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaşa girmemek adına yaşadığınız kıtlığı.

Ekmeğin kutsallığını, tarlalarda ektiğiniz buğdayı hiçbir karşılığı olmaksızın devlete nasıl verdiğinizi, arpa unundan yapılan ekmeği yemenin zorluğunu,
O yıllarda 4 yıldır askerde olan babamın yokluğunda senin nasıl da savunmasız kaldığını, anlatırdın.

Sen anlatırdın da ben sessizce dinler ve senin zamanının kavramları ile bizim kavramlarımızın telaffuzları aynı olsa da ne kadar farklı anlamlarda kullanıldığını düşünürdüm bir yandan.Belki de küçük mutluluklardı sizi mutlu kılan, sizden sonrakilerin doyumsuzluklarına inat.

Geçen gün ömürdendir, derdin.

Toprağa basmak için illa baharı beklememeyi, başımı kaldırıp gökyüzüne bakmayı, umudu bulutlara yazmayı senden öğrendim.

Yıldızların kimisi özlemim, kimisi gençliğim, kimisi memleketim, kimisi vazgeçilmezim, kimisi yürek yangınım, kimisi de gönül yorgunum oldu. Oldu ama ben yine de güneşi seçmeyi senden öğrendim.

Uçurumun kenarından bakmalı insan yaşamın risklerine. Doğruların denenmeden bulunamayacağını, yaşamın ipuçlarının kişinin yüreğinde olduğunu, söylerdin. Hesapsız, karşılık beklemeden, yüreğimi ve elimi kirletmeden sevmeyi de senden öğrendim.

Bak ! Karanlıklardan korkmuyorum artık. Her insanın içinde iyiliği ve kötülüğü barındırabileceğini ama seçimi yine de kendisinin yapacağını biliyorum.

Sevgi ağaçsa şayet, güven üzerinde sağlıklı büyütüleceğini inanıyorum.

Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu biliyorum.

Gerçek anneliğin doğurmaktan geçmediğine inanıyorum .Evrendeki doğurmadığımız çocukları da sevmektir önemli olan

Sen gittin ve ben gittiğin gün büyüdüm anne.

Alnımıza yazılan yalnızlıklarımız ve hep üşüyen yüreklerimizde sizler çok uzaklardaki koruyucu meleklerimizsinizartık.

Tüm annelerimizim bu güzel günlerini kutluyor ellerinden öpüyorum. Bana anneliği yaşatan “anne” sözcüğüyle tüm dünyamı dolduran, yaşama sevincim oğluma da sevgimle.

Hatice ENGİN
Latest posts by Hatice ENGİN (see all)