Yürüyorum öyleyse varım

Yol, yolculuk ve yoldaş kavramlarını içeren birçok yazı yazdım. Hal böyle olunca internet ortamının yapay zekâ algoritmaları benzer cümleleri bir şekilde karşıma çıkarıyor.

Bugün karşıma çıkan ve beni etkileyen cümle ise Cahit Zarifoğlu’na ait “Yolu rastgele yürürsen ömür olur, denginle yürürsen şiir olur”

Şiiri çok seven ben ilk defa karşılaştım bu isimle. Kimdir diye araştırdığımda, modern Türk edebiyatının İslamcı şairlerinden biri olduğunu gördüm. 1987 yılında aramızdan ayrılmış ve kısa ömrüne gerçekten çok güzel eserler sığdırmış. Karşı mahallenin edebiyatçılarını çok fazla okumadığımı görüp hayıflandım. Çok güçlü ve yalnız bir kalem. O kadar yalnız ki, kısa ömrünün sonlarına doğru, arkadaşı Rasim Özderen’e, özgürlük, yalnızlık ve tüm yüklerden, insanlardan kurtuluş özlemini şöyle ifade etmiş: “Bir tay olmak istiyorum Rasim, bir bahar günü, yemyeşil çayırlarda, koşmak, koşmak istiyorum.”

“Bir sancıdır benim yaşamım. Ağrının maksimum noktasında acı duymaz insan, dalar, kendini koyverir ağrı gölünün içine, kimi bulur orada.” Sancıya benzettiği ve yalnız geçen yaşam öyküsü 47 yaşında son bulur.

Yeni tanıdığım, etkilendiğim ve bu satırlarla anmak istediğim şairimizin Zarifoğlu’nun, zarif öğütlerine bakalım.

“İçinize dönünüz. Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız. Yolu denginizle yürüyünüz.”

Yürümek, insanın dilsel ve düşünsel anlamda gelişmesinde önemli bir etken. Hem fiziksel hem de düşünsel olarak bir yer değiştirme hareketi. Yaşamda bir şeyler değiştirmek ve yaşadığımız dünyayı harekete geçirmek istiyorsak, Seneca’nın dikkat çektiği üzere, önce kendimizin harekete geçmesi şart.

Görünüşte fiziki anlamda bir yer değiştirme hareketi olan yürümek, aynı zamanda düşünsel anlamda da yer değiştirmek. Düşünsel demişken Alman felsefeci Karl Gottlob Schelle’ye kulak verelim. Ona göre hem fiziksel hem de entelektüel bir etkinlik olarak yürümek, bedene iyi gelmekle birlikte daha çok zihne iyi gelen bir eylem. “Kendi güzergahı ve ritmini belirleme imkânı sağlayan yürümek, insanın kendi ile baş başa kalması ve kendisine özgü düşünceleri geliştirebilmesini sağlaması açısından önemli bir deneyimdir.”

Düşünmek bir tür yolda olmak demektir. Kulağımda kulaklık, sevdiğim bir müzik türü ile bir şehri yürüyerek keşfetmeyi çok severim. Yürürken kimi zaman etrafımı saran gerçekliğe, kimi zaman ise sadece yürüdüğüm yola ve ayaklarıma odaklanırım.  Eğer yolum düz, rahat ve güvenli ise birinci seçenek, yolum zorlu ve engebeli ise ikinci seçenek gerçekleşir. Zarifoğlu’nun aksine yaşamımın bu anlarında yalnızlığı çok severim.

Dolayısıyla insan yürüdüğü yolun şartlarına göre kimi zaman çevresine kimi zaman kendisine odaklandığı gibi, düşünme sürecinde de kimi zaman etrafını saran gerçekliğe kimi zamanda bu gerçeklik ile mücadele edebilecek gücü toplayabilmek için kendisine ve kendi düşüncelerine odaklanır. Bu iki süreç karşılıklı olarak birbirinin gelişmesini desteklemekte ve birbirini şekillendirmektedir. Nasıl ki yürümek yürünen yola etki etmek ve yola bir iz bırakmaksa, herhangi bir şey üzerine düşünmek de o şeye etki etmek ve üzerinde değişiklik yapmaktır.

Yürümek aynı zamanda mevcut düzenin/lerin, uygulama, kabul ve dayatmaların neden olduğu karmaşıklıklardan ve sıkıcılığından uzaklaşmanın bir aracıdır benim için.  Aynı zamanda uzaklaşılan şeylere karşı yeni alternatifler aramanın da bir yolu.

O yüzden modern dönemin saplantılı yürüyüşçülerinden biri de Friedrich Nietzsche’i, kendime örnek alırım. Her gün 11.00-13.00 saatleri arasında elinde not defteriyle yürüyen Nietzsche, bütün büyük düşüncelerin yürümekle ortaya çıktığını söylemiş. Ona göre yürüyüş sürecinde doğmamış hiçbir düşünceye itimat edilmemelidir.  O yüzden ben de yürürken yanıma kitap değil, defter alır, yeni düşüncelere yelken açarım.

Yolu birlikte yürüdüğün insanın önemini, yaşamı nasıl şiirleştireceğini anlatmayı hedeflediğim bir yazı olacakken bambaşka yerlere savruldum. Yürümenin bir eziyet olarak görüldüğü günümüz dünyasında neredeyse düşünmemiz bile istenmiyor. Bir taraftan bizleri düşünme zahmetinden kurtaracak, insanın düşünmesindeki “kusurları “içermeyecek yapay zekâ geliştirmeye yönelik çalışmalar ve ülkelerin sırayla yasallaştırdığı uyuşturucular ile kafaları dumanlanmış insanlar topluluğu.

İnsanın düşünme özelliği ortadan kaldırılırsa ona insan denebilir mi? O yaşamın bir anlamı ve şiirselliği olur mu?

Gerçekliğin ne olarak tanımlandığına bağlı olarak kimi zaman dışsal, kimi zaman içsel, kimi zaman da hem içsel hem de dışsal olarak gerçekleştirilen yolculuklar, hakikate giden yollardır. Böyle bir yolculuğa çıkmamak, gerçeklik ile temas etmeden hakikate ulaşmak iddiasında bulunmaktır.

Bu yüzden bizleri hapsettikleri veya hapsetmeye çalıştıkları yerlerden çıkarak, gerçekliği doğrudan deneyimleyebileceğimiz yürüyüşlere çıkmamız ve kendi hakikatimizin peşine düşmemiz gerekiyor.

Ve bedenlerimizi harekete geçirmeden düşüncenin harekete geçirilmeye çalışılması zor görünüyor.

Var mısınız harekete, yürümeye, kendinizi, kalbinizi tanımaya, özgürlüğü deneyimlemeye, yollarda kaybolup kendinizi bulmaya, hedefe ve kendi hakikatinize ulaşmaya?

Var mısınız?


Ve bir kitap önerisi: 

Yürümeye Övgü / David Le Breton, Sel Yayıncılık, 2022

David le Breton, Yürümeye Övgü kitabına; “Yürüyüş dünyaya açılmalıdır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner ve çağdaş yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmekten çok zamanın keyfini çıkarmaya eğilimli hisseder. Yürümek geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır. Ormanlarda, yollarda ya da patikalarda yürümek dünyanın düzensizlikleri karşısında gittikçe artan sorumsuzluklarımızdan uzaklaştırmaz bizi, soluklanmamızı, duygularımızı keskinleştirmemizi, meraklarımızı yenilememizi sağlar. Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içinde yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir” diye başlamış.

Yürümeye Övgü kitabını okuyun, kendinizden çok şey bulacaksınız…

 

A. Semih İŞEVİ
Latest posts by A. Semih İŞEVİ (see all)