İncelik Bitti mi Gerçekten?

“Şükür cehalet bitti! Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor. Kimse susmuyor, herkes konuşuyor. Kimse çekilmiyor, herkes ortada. Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik. Kimse yere bakmıyor, herkes gökyüzü. Kimse sevmiyor, herkes arzu ediyor. Kimse gözyaşı değil, herkes küfür. Kimse eşik değil, herkes ufukların ötesi. Kimse gölge değil, herkes ışık. Tevazu bitti. İncelik bitti. Hatıra bitti. Gönül bitti. Şarkı bitti. Bir aynalar pazarı ki, yaşıyoruz işte…”

Yukarıdaki satırlar Şükrü Erbaş’tan. Bir şiir değil belki ama fazlasıyla şiir gibi. Bir iç döküş, bir zaman eleştirisi, bir haykırış. Durup sorduruyor insana: Gerçekten incelik bitti mi? Şefkat, tevazu, gönül. Göz göze bakmayı, içten gülümsemeyi, susarak anlaşmayı unuttuk mu? Sanırım çoğu zaman evet. Dünya çok hızlı dönüyor. 

Hız neredeyse bir ideolojiye, bir dine dönüştü. Elias Canetti’nin 1942’de kaleme aldığı, İnsanın Taşrası’nda söylediği tam olarak bu: “Her şey daha fazla zaman olsun diye hızlandı. Ama zaman hiçbir şekilde yetmiyor.”

Gerçekten de öyle. Kimse hiçbir yere yetişemiyor. Her şey yarım kalıyor. İnsan sabah evden çıkıyor, işe gidiyor, işten dönüyor ve sonra sadece devrilip kalıyor, televizyonun karşısında bir kanepenin üstünde. Bu yorgunluk artık sadece bedene değil, ruha da işliyor. Ve ruhun yorgunluğu daha ağır, daha sessiz.

Sonra da buna “yaşamak” deniyor.

Ama böyle yaşamak, Avarların Dağıstan’da mezar taşlarına kazıdığı o sarsıcı cümleyi hatırlatıyor bana:

“Saçları ağarana dek yaşadı, ama bu dünyaya hiç gelmedi.”

Ve ardından Mevlâna’nın o sözü:

“O kalabalıkları bilmez misin? O başsız, elsiz, ayaksız kalabalıkları… Giderler, giderler, giderler; hiçbir yere varmazlar.”

Bunu 13. yüzyılda söylediğine inanmak zor. Keşke şimdi yaşasaydı da bir de bugünü görseydi.

Ve Shakespeare. 16. yüzyılda bile “Çığırından çıkmış bir zaman bu” diyorsa, bugün için ne söylenebilir ki?

Zamanın hızına kapıldıkça, durmak bir tür isyana dönüşüyor. Oysa bazen sadece durmak, susmak ve bakmak gerek. Çünkü belki de en büyük devrim, inceliği koruyabilmekte saklıdır.

Neyse şiirle başladık, onunla devam edelim. Şiiri seviyorum, hep sevdim.

Uzun zamandır da yazmaya çalışıyorum. Lise yıllarımda başladı bu tutku. (Kendisi de bir şair olan Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenim Aba Müslim Çelik’e de selam olsun) Belki de ilk defa içimdeki sesi duymaya başladığım yıllardı. Duygulara isim vermek, sözcükleri bir sığınak gibi kullanmak. O yaşlarda kim bilir kaçımız için bir tür hayatta kalma stratejisiydi.

Bazen düşünüyorum: Eğer şiir yazılmasaydı,  sanat olmasaydı, gerçekten cehenneme dönerdi bu dünya. O kaba, hoyrat, her şeyi tüketen, geriye hiçbir iz bırakmayan kalabalık. İnsanın yeme-içme ve üremeye indirgenmiş hali. 

Ama şiir var. Müzik ve resim var.

Sanat var.

Ve hâlâ birileri, kalemin, parmakların ve fırçaların ucunda titreyen o anlamları arıyor.

Bu yüzden hâlâ yaşanacak bir dünya var. Belki bir toplu iğne ucu kadar küçük, ama içinde nefes alabileceğimiz bir alan yine de.

Sanatın bütün dalları, bize insanca kalma şansı sunuyor. Şarkılarla hatırlıyoruz kim olduğumuzu. Resimlerle bakıyoruz, dalıp gidiyoruz fırça darbelerinin arasında. Tiyatroda kendimize ayna tutuyoruz. Ve şiir ve edebiyat belki de içimizde en çok yer eden, en çok unuttuğumuzu fısıldayan o eski arkadaş gibi.

Sanat olmasa, hayatın yüzü daha karanlık olurdu.

Yazarak hayatını hak eden her şairin ve yaşamının hakkını veren her insanın, ömrünün sonuna doğru Makarenko’nun şu sözünü kendine söylemesi ne değerli olurdu:

“Bütün hayatım güzel geçti, çünkü beni bugüne getirdi.”

İşte bu yüzden yazıyoruz. Belki hâlâ bir yerlerde incelik bitmemiştir diye.

Eğer böyle olmasaydı, eğer yazmasaydık, biz de incelikten utanan birer zorba olurduk. Dünyayı saran şiddeti üreten, taşıyan, çoğaltan birer kötülüğe dönüşürdük. Erich Fromm’un o çarpıcı sözünü hatırlamak lazım:

“Ölüme hizmet eden her şey kötüdür, yaşama hizmet eden her şey iyidir.”

Yaşama hizmet etmek için yazmaya, yaşamın hakkını vermeye, inceliklere, dünyayı güzelleştirmeye ve üretmeye devam. Ve eğer yazdıklarımız bir başkasına dokunuyorsa, onda bir şeyi harekete geçiriyorsa ne mutlu o yazıya ve ona vesile olanlara…


Görsel linki: https://ethospsikoloji.com/sanat-terapisi-nedir/

 

A. Semih İŞEVİ