Patara’nın kumlarına çarpan dalgalar, yalnızca Akdeniz’in tuzlu soluğunu değil, insanlığın siyasal serüvenine dair çok eski bir yankıyı da taşır. (Patara, bugün Antalya’nın Kaş ilçesi sınırlarında yer almakta; MÖ 8. yüzyıldan MS 13. yüzyıla dek bir liman ve kent devleti olarak yaşamıştır.) Bu kadim kent, bir zamanlar Likya Birliği’nin meclisine ev sahipliği yapmıştı. Dünyanın ilk parlamentolarından biri sayılan o taş yapılar, halkın temsilcilerini, kararların tartışıldığı kürsüleri, farklı seslerin çatışıp uzlaştığı sahneleri görmüştü. Çoğu kişinin duyduğunda şaşırdığı bu gerçek, Anadolu’nun siyasal belleğinin ne kadar derin olduğunu hatırlatır.
Patara’daki o taş odalarda yankılanan sözler, Avrupa’da yüzyıllar sonra doğacak meclislerin, kralların yetkilerini sınırlayan bildirgelerin, burjuvazinin iktidara çıkışının çok öncesine düşer. Modern parlamentoların öyküsü genellikle İngiltere’deki Magna Carta’dan, Fransız Devrimi’nden ya da Amerikan Kongresi’nden başlatılır. Oysa Akdeniz’in doğusunda, Anadolu’nun bu kıyı kentinde insanlar, ortak karar alma iradesini tarihin erken çağlarında deneyimlemişlerdi. Bu deneyim yalnızca bir siyasal düzen değil, aynı zamanda felsefi bir soruydu: Güç kimin elinde olacak değil, nasıl paylaşılacak?
Bugünün Türkiye’sinde parlamento hâlâ demokrasinin temel kurumlarından biri olarak görülür. Ne var ki Patara’nın adı çoğu kez turistik bir not ya da gezi rehberlerinde küçücük bir dip cümle olarak geçer. Oysa Patara, Anadolu’nun siyasal damarında saklı, unutulmuş bir ihtimali işaret eder: temsilin, tartışmanın, çoğulluğun ihtimali. Likya Birliği’nde her kente nüfusuna göre farklı sayıda temsilci verilmesi; güçlü ile zayıfı aynı masaya oturtma çabası, bugünün eşitsizliklerle dolu dünyasında hâlâ yankı uyandıracak kadar günceldir. Çünkü temsiliyet yalnızca sandığa atılan bir oy pusulası değil, aynı zamanda kimin sesi duyulacak, kimin sesi bastırılacak sorusudur.
Medya düzenine, eğitim sistemine bakmak yeterli. Parlamento kürsüsünde söz alan vekillerin sesi, çoğu kez ekranlarda yinelenen birkaç klişeyle ya da ders kitaplarında yeniden üretilen resmi ideolojiyle sarmalanıyor. Sokakta biriken öfke, evlerde sessizce büyüyen yoksulluk, işyerlerinde boğulan itirazlar çoğu zaman görünmez kılınıyor. Patara’nın taş odalarında yankılanan çoğul sesler, bugün televizyon tartışmalarında reklam kuşaklarıyla kesilen sözlerin gölgesinde boğuluyor. Bir zamanlar Likya kentlerinin farklılıklarını aynı mecliste buluşturan öngörü, yerini farklılıkların törpülendiği, çatışmaların görmezden gelindiği bir temsile bırakıyor.
Bunun ardında işleyen daha derin bir gerçek var: iktidar hiçbir zaman soyut bir kavram değil; her zaman ekonomik çıkarların ve sınıfsal dengelerin üzerine oturur. Antik Patara’da temsil, Likya kentlerinin çıkarlarını dengelemeye çalışıyordu. Bugünse parlamentoların biçimi, sermayenin, finans çevrelerinin, büyük şirketlerin çıkarlarını görünmez bir yasaya dönüştürüyor. Eğitim, medya ve siyasal kurumlar, bu çıkarları gündelik hayatın olağan bir parçası gibi yeniden üretiyor. Halkın vekilleri çoğu kez halkın değil, bu düzenin devamını sağlayan güçlerin sözcüsü oluyor.
Tam da bu nedenle Patara’nın adı yeniden bir uyarı işareti gibi beliriyor. O taş duvarlarda toplanan insanlar, tarihin bize unutturmaya çalıştığı bir ihtimali temsil ediyor: iktidarın tepeden değil, yan yana gelerek, konuşarak, tartışarak örgütlenebileceği ihtimali. Anadolu’nun bu kıyısında meclis, yalnızca bir kurum değil; ortak bir sözün imkânıydı.
Bugün Türkiye’nin resmi söyleminde “parlamenter gelenek” çoğu kez Batı’dan alınmış bir miras gibi anlatılır. Oysa Anadolu, parlamentonun anavatanlarından biridir. Bu toprakların belleği yalnızca sarayların, sultanların, padişahların öyküsünden ibaret değildir; halkın sesini taşlara işlemiş bir geleneği de barındırır. Patara, bu anlamda bize unutturulmuş olanı hatırlatır: sözün, temsilin, eşitlik arayışının, yani halkın kendi kaderini belirleme iradesinin çok eski bir hafızasını.
Belki de bu yüzden, Patara’ya bakmak bugünün siyasal tartışmalarına bambaşka bir ışık düşürür. Bugünkü meclislerin gürültüsü, medyanın tek sesliliği, eğitimin ideolojik kuşatması içinde, o taş duvarlardan yankılanan soruyu yeniden duymak gerek: Bir toplum kendi geleceğini gerçekten nasıl belirler? Bu soru, kesin bir yanıt aramaz; tersine, okurun zihninde kendi yanıtını aramaya çağıran bir sessizlik bırakır.
- Patara, Parlamento’nun Anavatanı Olarak Anadolu - 27 Eylül 2025
- Bunlar CEO mu Devlet Başkanları mı? - 27 Eylül 2025
- Çocuk, Suç ve Toplumun Kör Aynası - 19 Ağustos 2025