TÜİK’in açıkladığı yoksulluk verileri, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısındaki derin çöküşün bir yansıması. 2024 yılı itibarıyla, eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 50’sine göre belirlenen yoksulluk sınırında 11 milyon 457 bin kişi bulunuyor. Medyan gelirin yüzde 60’ı temel alındığında ise bu sayı 17 milyon 821 bine çıkıyor. Bu çarpıcı rakamlar, neo-liberal ekonomik politikaların ve otoriter rejimlerin birleşiminin yarattığı sistematik bir krizin açık kanıtıdır.
Türkiye’de Yoksulluğun Temel Sebepleri
Türkiye’de artan yoksulluğun kökeninde, neo-liberal ekonomik modelin toplum üzerindeki yıkıcı etkileri yatmaktadır. Bu model, kamu kaynaklarının özelleştirilmesi, sosyal hakların ticarileştirilmesi ve sermayenin sınırsız şekilde zenginleştirilmesi üzerine kuruludur. Ancak bu politikalar, gelir adaletsizliğini derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Halkın büyük bir kısmı için hayat pahalılığı dayanılmaz hale gelirken, zengin azınlık servetine servet katmaktadır.
Bu ekonomik sistem, otoriter bir yönetim biçimiyle birleştiğinde, gelir dağılımındaki adaletsizlik daha da artar. Türkiye’de tek adam rejimi altında kamu kaynakları belirli bir zümrenin elinde toplanırken, halk giderek daha da yoksullaşmaktadır. Bu durum, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda ahlaki bir sorundur. Tek bir kişinin ve çevresinin zenginleştiği bir sistemde, halkın geniş kesimlerinin barınma, ısınma ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması kabul edilemez.
Sürekli Yoksulluk ve Sosyal Çöküş
Daha da endişe verici olan, yoksulluğun geçici bir durum olmaktan çıkarak kalıcı bir yaşam biçimine dönüşmesidir. TÜİK verilerine göre, sürekli yoksulluk oranı yüzde 13,7’ye yükselmiştir. Bu, insanların sadece bugünlerini değil, geleceklerini de kaybettiklerini gösteriyor. Çocukların yüzde 38,9’unun yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olduğu bir toplumda, nesiller arası eşitsizlik büyüyerek devam etmektedir.