Bazen bir kitap, diğer okuduğunuz kitapların ötesinde etkiler sizi. Her cümlesinde başka bir yolculuğa çıkarsınız. Bir keman sesi gibi yüreğinizin kıvrımlarında dolaşır sorgulamalar… Kendinize bile açıklayamadığınız duygu ve düşünceler dünyasının okyanusunda kulaç atarken, dev dalgaların sizi boğan sularıyla mücadele edersiniz. Bazı sorgulamalar vardır ki, yaşadığınız olayları, duyguları başka bir gözle algılamanızı sağlar. Bir kitabın satırlarındaki sorgulamalar, sizin yaşama dair sorgulamalarınızla birleşir. Büyük bir girdabın içinde birlikte çıkış arar gibi tutunursunuz o kitabın cümlelerine, yazarın yüreğine… Sımsıkı tutunursunuz… Çaresizlikten değil çıkışı aradığınız için tutunursunuz kelimelerin derinliğine… İçinde bulunduğunuz halden bir başka hale evrilmenin, yeniyi doğurma vaktinin sancısıdır yaşadığınız.
Günlerdir “Bir Başkadır” dizisi üzerine yazılan değerlendirmeleri, eleştirileri okudum. Bu kadar tartışılınca haliyle ben de merak ettim bu diziyi. Sekiz bölümü sabaha kadar oturup bir solukta seyrettim. Sinema eleştirmeni değilim ama film seyretmeyi seven ve çokça film seyreden biri olarak, dizideki oyunculukları beğendim. Aynı zamanda keyifli bir seyirdi. Elbette eksik bulduğum ve eleştirdiğim yanları yok değil. “Bir Başkadır” üzerine çok yazı yazıldı, oyunculuklardan, tek tek karakter analizlerine kadar detaylı yazıldı. Bu diziyi beğenenler kadar beğenmeyenler, eleştirenler de var. Hatta üzerine bu kadar yazı yazılmasından, tartışılmasından rahatsız olanlar var. Lakin hala tartışılmaya ve konuşulmaya devam ediyor. “Bu pilav daha çok su kaldırır” öyle görünüyor.
Peki, neden bu kadar tartışılıyor? Tartışmalarda ortaya çıkan sonuçlar nedir? AKP iktidarının, 18 yıllık serüveninde yaşanan kutuplaşmanın geldiği boyuttan toplum sıkıldı, yoruldu. Öyle ki, AKP seçmeni bile sıkıldı bu kutuplaşma ortamından. Nefret ikliminin yarattığı kötülük herkesi bir şekilde boğdu. Siyasal iklimin yarattığı nefret mevsiminde herkes herkesten nefret eder hale geldi. Alevi- Sünni, Türk- Kürt, laik ve anti-laik çelişkisi (kutuplaşma, ayrımcılık, ötekileştirme -nasıl tanımlarsanız) ve çatışmaları, tarihsel kökenlere sahip iken bu ayrışmalar derinleştiği gibi yenileri listeye eklendi. AKP’li–CHP’li, Osmanlıcı- Cumhuriyetçi, Reis’in adamları (Tayyip Erdoğancılar) ve ötekiler, Geziciler- Çomarlar, Çankaya – Beştepe, Abdülhamitçiler (2. Abdülhamit)- Kemalistler, müminler- laikler, haçlılardan taraf olanlar- hilalden taraf olanlar, rakı içenler – ayran içenler, şortlu kadınlar– tesettürlü kadınlar, bira içen solcular- nargile içen Fatih mahallesi gençleri, seküler- müslüman… Haçlılardan olay tapınak şövalyelerine kadar vardı. Siyasal islamın, Cumhuriyet ile rövanşı pek ılımlı olmadı.Türkiye’de varolan ayrımcılığın ve ötekileştirmenin, (Aleviler, Kürtler ve Müslüman olmayan halklar ayrımcı yaklaşımların müzmin mağdurlarıdır) boyutu öyle bir noktaya vardı ki, bir yemek tartışmasında dahi (menemen tartışmasında) Vedat Milor sosyal medyada linç yemişti. Solcuların, demokratların, sosyalistlerin gün yüzü görmediği güzel ülkemizde modacı Barbaros Şansal bile linçten nasibini aldı, ölümün pençesinden zor kurtuldu.
AKP‘nin, yeni osmanlıcı stratejik derinliği ortadoğunun kaygan zemininde tökezlerken, Türkiye, selefist ideolojinin, cihadistlerin bataklığına sürüklendi. Ilımlı islam politikasıyla iktidara gelen siyasal islam hiç ılımlı değildi. İşler o boyuta vardı ki, bir ara şeriatın ilan edileceği tarih konuşulur oldu, televizyon programlarında dahi şeriat için gün saymaktan çekinmediler. Şimdilerde yemek tarifleri kitabı yazan Emine Erdoğan, iki yıl önce halife ailesi olduklarını falan söylemişti. Tayyip Erdoğan’ın BOP başkanlığı, Halifelik hayallerine dönüşmüştü. Sadece Tayyip Erdoğan değil onu destekleyenler de bu hayale kendilerini fena kaptırmıştı. Altıntan klozeti olan saraylar, o sarayda adını dahi bilmediğimiz meyvelerin suyunu yudumlarken saray ahalisine methiyeler düzen gazeteciler…
Külliye mutfağında badem sütünün revaçta olduğunu bu methiyeler vesilesiyle öğrenmiş olduk. Halk, vanilyalı zencefilin tadını bile bilmezken, Sarayın şaşaalı yaşamı, taht entrikalarıyla birlikte olanca şatafatıyla sürüyor. Gerçi bugünlerde saray ahalisinin pek huzuru kalmadı.
Binbir gece masalları değildi, siyasal islamın iktidarının sarhoşluğuydu yaşanılan. İktidarın gücü sarhoş etmişti onları. Mücahitken mütahit olanlar, islamın yeşilinden doların yeşil sularında yüzmeye başladılar. Yeşil sermaye kendi burjuvazisini oluşturmuştu. İhsan Hoca’nın (İhsan Eliaçık) deyimiyle abdestli kapitalistler. Evet, artık abdestli kapitalistler sahnedeydi. Ve bu abdestli kapitalistler, gösterişe düşkündüler. Bir yanda yaşam tarzı, kültürel çatışma diğer yanda sınıfsal boyutu. Zaten ekonomi uçuşa geçince, siyasal islam iktidarını destekleyen kitle, cebinde tek kuruşun kalmadığını fark etti ve rüyadan uyanmaya başladı. Ekonominin uçuşa geçmesiyle önce Berat Albayrak uçtu. Bakınız burası çok önemli, rüyadan uyanmanın mahmurluğunun yanı sıra gerçeklerin ağırlığı çöktü. Gerçeklerin ağırlığı çökmüş ise omuzlara, o zaman sorgulama mevsimi gelmiş demektir.
Siyasal islam iktidarının nefret mevsiminde kırılmayan dal kalmadı. Ötekileştirmeden nasibini almayan kalmadı. Mağduriyet söylemleriyle iktidara gelenler sadece “kendilerine müslüman” oldu, geride kalan herkesi büyük bir rahatlıkla mağdur ettiler. İnsanların yaşam tarzına müdahale ettiler. Yaşam tarzına yapılan müdahalenin sonuçları çok ağır oldu. Nefret, nefreti doğurdu ve şiddetin kısır döngüsünde herkes bir tarafa savruldu. Hani bazen sosyal medyada espri yapılıyor ya, “bu iktidar toplumu delirtti” diye, hayır, toplum delirmedi. Lakin çok ağır travmalardan geçti. Herkesin canı bir şekilde yandı. Bu kutuplaşmanın sorumlusu kim? Oysa, ne her rakı içen ilericidir ne her başörtülü yobazdır. İlericiliğin ölçütü bu değildir. Toplum bunu unuttu. İnsanlar, türlü nedenlerle birbirlerine düşman olurken insan olduklarını unuttular belki de…
Bir dizi neden bu kadar çok tartışılır? İnsan hayatında bazı anlar vardır, bir olay, bir film yahut bir kitap… Neyin tetiklediğinden ziyade sorgulamanın başlamasıdır asıl önemli olan. Bir şeyler sorgulanmaya başladıysa, tartışılıyorsa sorun, suyun yüzeyine vurmuştur. Farkındalık başlamıştır. Farkındalık başladıysa adım adım çözüm yollarını yaratacaktır. İster insanların kişisel yaşamı olsun ister toplumsal yaşam olsun, farkındalık önemli bir ayrışma noktasıdır. Niceliğin niteliğe, niteliğin niceliğe dönüşme yasası toplumsal yaşamda da usulca işler. Bu sorgulama ve tartışmalar çeşitli evrelerden geçerek yeni olana götürecektir.
Toplum nefret mevsiminden yoruldu. Tahammülü kalmadı. Kötülük, organize kötülük, onu organize edenleri de kötülüğün bataklığına çeker ve boğar. Bu nefret mevsiminde en ağır darbeyi alanlar kadınlardı. Dini, dili, mezhebi, fikirleri ne olursa olsun, en çok kadın kimliği hedef oldu. Höykür höykür erkeklik böğüren diziler, kadın düşmanı söylemler, kadınların bedenine saplanan bıçaktan akan kana karıştı. Kışkırtılan ve yüceltilen erkeklik, kadınların cesetlerinin üzerinde en “görkemli” pozlarını verdi. Bu nefret mevsimi, erkekliğin böğürme mevsimiydi. İslami sosla daha çok kışkırtılan erkeklik, tüm toplumun üstüne kustu. Sadece kadınlar değil erkekler de bu iğrenç kusmuğun kokusunda, pisliğinde boğuldular.
Türkiye’de demokrasi kültürü her zaman sorunlu oldu. Kabul edelim,bizim demokrasi kültürümüz gelişkin değil. Demokrasi kültürümüz olmadığından tartışma kültürümüz de problemli. Bu sol, sosyalist, demokrat mahallelerde bile böyle… Hiçbirimiz bu sorunlu anlayışlardan muaf değiliz. Siyah ile beyazın arasında onlarca renk var ama biz ısrarla görmek istemiyoruz. Ya siyah ya beyaz. Her şeyi tek bir sepete doldur sonra tak sepeti koluna… Birbirimizi anlamaya çalışmak şöyle dursun yargılarımız cebimizde hazır vaziyettedir.
Seküler, laik kesim olarak tanımlanan kesimin hepsi zengin mi? Hayır. İşçi, emekçi, beyaz yakalı, mavi yakalı, memur vs… Yani dizideki gibi yalılarda oturup viski yudumlamıyor bu insanlar. Peki, başörtülü, muhafazakar, dindar insanların hepsi fakir mi? Emekçi mi ? Hayır. Başörtülü muhafazakar kadınların yatlarda parti yapanları da var, havuz eğlenceleri yapanları da… Dini bütün adamların lüks gece yaşamı da var. “Büyük, küçük, ortanca hanımları” da var. Daha fenası bunu kendine hak gören adamlarla bunu kendine reva gören kadınların olması. Neyse… Dini, dili, milliyeti her ne olursa olsun her kadına cins bilinci lazım.
Zengin her yerde zengin, fakir ise her yerde fakir, özetle. Zengin, ister dindar olsun ister laik olsun ya da dinsiz olsun yatlarda eğlencesine bakar. Sermaye, ister islamın yeşili olsun ister haki yeşil olsun doların yeşilinin derin sularına açılır. Asıl mesele emekçiler, ezilenler arasındaki bölünmedir. Nefretin zehirli tohumları tam da buraya atılmıştır.
Bu dizi vesilesiyle insanlar tartışmaya başladı. İnsanlar sevgiye ve birbirini anlamaya ihtiyaç duyuyor belli ki… Nefret bile yorulur kendinden bazen… Lafı daha fazla uzatmadan bitireyim, gerek “Bir Başkadır” dizisinde, gerekse ardından yapılan tartışmalarda benim gördüğüm, nefret mevsiminin yorgun insanları.
- HTŞ’nin Cicim Ayları - 15 Aralık 2024
- Şam Düşerken - 9 Aralık 2024
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024