Zamanın tüm despotik rejimlerinde olduğu gibi Abdülhamit de devleti tek başına yönetirken, kendisinin “gözü” ve “kulağı” olacak bir Hafiye Teşkilatı kurdu. 1880’de doğrudan kendisine bağlı olarak kurulan bu teşkilat kanalıyla ülkede gelişen iç ve dış olayları izlemeye ve denetlemeye başladı. Öncelikle Yıldız Sarayı’nın korunmasıyla başlayan Yıldız İstihbarat Teşkilatı faaliyetleri, siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal düzeyde bütün ülkeye yayıldı. Osmanlı tarihinin modern anlamda ilk istihbarat organizasyonu olan bu teşkilat ilk zamanlar “Zabıta-ı Hafiye Teşkilatı” olarak adlandırıldı. Daha sonra Yıldız İstihbarat Teşkilatı olarak anılan ve emsallerinden farklı olarak devlete değil, sadece padişaha bağlı olarak kurulmuştu. Abdülhamit’ten önce İkinci Mahmut döneminde Tanzimat reformları çerçevesinde devletin reorganizasyonuna göre kurulan ve geliştirilen devletin bir istahbarat örgütlenmesi vardı. Abdülhamit bu yapılanmayı bir adım daha ileriye götürerek kendisine bağlı bir ishtihbarat örgütü haline getirdi.
Abdülhamit bu çabasını, “Osmanlı’da töre budur. Padişah, tebaasının ne düşündüğünü, hangi şikayetleri olduğunu, bir yandan kendi valilerinden, kadılarından hükümet yolu ile öğrenir, diğer taraftan ülkenin dört bucağına serpilmiş tekkelerin şeyhlerinden, dervişlerinden haber toplar ve buna göre ülkeyi idare eder. Ceddim Sultan İkinci Mahmud buna gezginci dervişleri de ekleyerek istihbaratı genişletmişti. Ben tahta çıktığım zaman durum buydu ve böylece devam ediyordu” diyerek anlatmıştı. (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s. 67, Ötüken Yayınları-2016)
Bugün olduğu gibi Osmanlı döneminde de tarikatlar, tekkeler, zaviyeler ve cemaatler devlete yardımcı güç olarak çalışır ve bir tür devlet ajanlığı yaparlardı. Bu rollerinden dolayı devlet tarafından maddi ve manevi olarak korunurlardı.
Bizzat Abdulhamit tarafından örgütlenen ve sıkı bir biçimde denetlenen teşkilatın faaliyetleri, serhafiyeler/başhafiye ile sürdürülüyordu. Serhafiyeler şimdiki dedektif sistemine benzer bir şekilde çalışarak istihbarat toplayan ve bunları merkeze sunan kimselerdi. Devlete ve sultana bağlılıklarından şüphe edilmeyen ve liyakatları kanıtlanmış olan serhafiyelerin her birinin sorumlu olduğu alanlar vardı. Serhafiyeler gittikleri bölgelerde halktan veya devlet görevlileri arasından kendilerine bağlı ajanlar tutuyordu. Kendilerine bağlı birimleri ve hafiyeleri olan serhafiyeler onları istediklere bölgelere göndererek bilgi topluyorlar ve bu bilgileri de teşkilatın başında bulunan Said Paşa’ya aktarıyorlardı. Tüfekçi Ahmet Celaleddin Paşa, İsmail Mahir Paşa, Abas Hilmi Paşa, Hasan Fehmi Paşa, Salih Münir Paşa ve Şifre Katibi Kamil Bey, o dönemin bilinen serhafiyeleriydi. (Şükrü Altın, II. Abdülhamid Efsanesi Yıldız İstihbarat Teşkilatı, s. 167, Çelik Yayınevi, ikinci baskı-2017)
İlk hafiye teşkilatı üç yüz kişiden oluşturulmuş ve bunların çoğunluğu jandarma ve zaptiye kuvvetleri arasından seçilmişlerdi. Hafiyeler göreve başlamadan önce Mabeyn Başkatibi Tahsin Paşa tarafından detaylı olarak sorguya çekilir ve sorgulamadan sonra uygun görülenler farklı şehirlerde gövrelendirilirlerdi. Hafiyeler İstanbul’da halk arasında ve kahvehanelerde dolaşarak jurnal toplardı. Ayrıca diğer dairelerin katiplerinden mahalle muhtarları ve imamlara kadar herkes jurnal getirirdi. Hafiye Teşkilatı’nın haber toplama işine “Jurnalcilik”, hafiyelerin raporlarına “Jurnal”, bu işi yapanlara da “Jurnalci” deniliyordu. (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s. 103, Ötüken Yayınları-2016)
Çok önemli bilgiler getiren ajanlar makam ve mevikelarine göre taltif edilirdi. İstanbul’da ajan sayısı 4 bini bulmuş, teşkilatta toplamda görev alanların sayısı ise 30 bin civarındaydı. Yıldız ajanları arasında kumandanlar, valiler, mutasarrıflar, din alimleri, dervişler, seyidler, tarikatlar ve serbest meslek sahipleri de vardı. Yurtdışındaki seferatlerde görevli memurlar içinden özel ajanlar görevlendirilir, bunlara o ülkedeki muhalefler izletilerek resmi raporlar istenirdi. Ayrıca Rumeli, Anadolu, Ortadoğu ve Afrika’da İslam Birliği politikasına bağlı Müslüman olan Arnavut, Tatar, Gürcü, Çerkez, Azeri, Kürt vb. milliyetlerden ajanlar, müslüman olmayan Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani faaliyetleri hakkında bilgiler toplayarak merkeze aktarırlardı. (Şükrü Altın, II. Abdülhamid Efsanesi Yıldız İstihbarat Teşkilatı, s. 175-176, Çelik Yayınevi, ikinci baskı-2017)
Abdülhamit, Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın başına Başkitabet Dairesi Başkanı Said Paşa’yı getirmişti. Başkitabet Dairesi, Padişah ile diğer daireler arasındakı resmi ilişkilerin koordinasyanına sağlıyordu. Tüm resmi makanlardan gelen tezkereler bu dairede kayıt altına alındıktan sonra Abdulhamid’e takdim edilirdi. İstihabarat bilgileri de önce buraya gelir ve burada ayrıştırıldıktan sonra Padişaha sunulurdu. Çoğunluğu Mekteb-Mülkiyeli olan bu dairede çalışanlar bizzat Abdülhamit tarafından seçilirdi. Tahta çıkma töreninde Mabeyn Başkatibi sıfatıyla Abdülhamid’in hizmetine giren Said Paşa, 15 yıl boyunca sarayda hizmetini sürdürerek padişahın büyük takdirini kazandı. Kendisini “Sadık ve samimi bir dost” olarak tanıtan Abdülhamit, Said Paşa’yı Başkitabet Daire’sinden sonra Adliye ve Dahiliye bakanlıklıklarında görevlendirdi. Bu dönemde hiç kimseye verilmeyecek düzeyde Said Paşa’yı yedi kez sadaret makamına getirdi. (Şükrü Altın, II. Abdülhamid Efsanesi Yıldız İstihbarat Teşkilatı, s. 179-181, Çelik Yayınevi, ikinci baskı-2017)
Aldülhamit merak ettiği bazı resmi işler ve kendisini doğrudan ilgilenderen bazı konularda Babiali’yi ve merkezdeki ilgili makamları atlayarak doğrudan doğruya vali, ordu genel komutanı, kumandan ve mutasarıflar gibi taşradaki görevliler ile yurtdışındaki elçi ve konsoloslarla irtibat kurarak talimat verir ve cevap isterdi. Ayrıca uzaktan ve yakından şahsi emniyetiyle veya özel işleriyle ilgili konularla doğrudan ilgilenirdi. Bu işlerle ilgili olarak sarayda Mabeyn Şifre Katipliği adıyla yeni bir memuriyet birimi kurulmuştu. Şifre Katibi, İstanbul dışındaki mülki ve askeri makamların başında bulunanlardan gerekli gördüklerine birer şifre anahtarı vererek ilişkiyi sürdürürdü. Bu şifre ile padişahın emirlerini onlara tebliğ eder ve onlardan gelen telgrafları da Abdulhamit’e arz ederdi. Giderek İstanbul’un dışındaki bazı küçük memurlara ve hatta çeşitli sınıflardan bazı kişilere bile Mabeyn Şifre Katibi ile muhabere etmek üzere şifre anahtarı verilmeye başladı ve taşradan gönderilen telgraflar jurnal halini aldı. (Mehmet Tevfik (Biren), II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, Cilt-1, s. 21, Arma Yayınları, Birinci Baskı-1993)
Tarihçi yazar Enver Ziya Karal’ın deyişiyle Abdülhamit’in istibdat idaresinin ruhu jurnalliğe dayanıyordu. Bu yüzden kendisinin atadığı kişlerden olmasına karşın Babıali’nin sakladığı veya saklayabilceği bütün bilgilere sahip olmak istedi. Bunun için önceleri Babiali’ye gelen bilgilerin bir kopyasının kendisine gönderilmesini sağladı. Ancak zamanla bu da yeterli olmayınca, valiler, elçiler ve diğer yüksek derceli görevlilierden doğrudan raporları istemeye başladı. Sonunda bütün kararların Yıldız Sarayı’ndan çıktığını farkeden yöneticiler bağlı oldukları mercilere fazla itibar etmeyerek daha çok Saray’a çalışmaya başladı. Böylelikle Babiali istibdat rejiminin bir aparatı haline gelirken, basit bir memurdan sadrazama kadar tüm bürokratlar birbirleri hakkında jurnal verme yarışına girişti. (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s.103, Ötüken Yayınları-2016)
- Siyasal Önderlikler ve Sosyalizm Anlayışı – Şaban İba - 14 Haziran 2024
- Eğitimde müfredat sorunu! - 26 Mayıs 2024
- Solun Durumunu Yeniden Düşünmek! - 20 Mayıs 2023