Lenin’den: Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine

“… Kendi kaderini tayin özgürlüğü, yani ayrılma özgürlüğü yandaşlarını, ayrılıkçılığı teşvik etmekle suçlamak, boşanma özgürlüğü yandaşlarını, aile birliğini yıkmayı teşvik etmekle suçlamak kadar aptalca ve riyakârcadır. Nasıl burjuva toplumda, burjuva evliliğin üzerinde yükseldiği ayrıcalıkların ve satın alınabilirliğin savunucuları boşanma özgürlüğüne karşı çıkıyorsa, yine o şekilde, kapitalist devlette ulusların kendi kaderini tayin, yani ayrılma özgürlüğünün reddi, sadece, egemen ulusun ayrıcalıklarının ve yönetimde demokratik yöntemlere karşı polis yöntemlerinin savunulması anlamına gelir.

“… Halk kitleleri günlük deneyimleri gereğince coğrafi ve ekonomik bağların önemini; büyük bir pazarın ve büyük bir devletin avantajlarını mükemmel biliyorlar, ve bir ayrılmaya ancak ulusal baskı ve ulusal sürtüşmeler ortak yaşamı tamamen katlanılmaz hale getirir ve tüm ve her türlü ekonomik ilişkileri bozarsa yanaşırlar.

“… Ulusların kendi kaderini siyasî tayin ilkesine karşı liberal düşmanlığın bir tek gerçek sınıf anlamı vardır: ulusal liberalizm, Büyük Rus burjuvazisinin devlet ayrıcalıklarının savunulması.

“İşçi sınıfının ve onun kapitalizme karşı mücadelesinin çıkarları, tüm ulusların işçilerinin tam dayanışmasını ve en sıkı birliğini gerektirir, hangi milliyetten olursa olsun burjuvazinin milliyetçi politikasına karşı direnişi gerektiriyor. Bu yüzden, sosyal-demokratların [marksistlerin] gerek kendi kaderini tayin hakkını, yani ezilen ulusların ayrılma hakkını yadsımaya kalkışmaları, gerekse de ezilen ulusların burjuvazisinin her türlü ulusal talebini desteklemeye geçmeleri, proleter politikanın görevlerinden kaçmak ve işçileri burjuva politikasına tabi kılmak olurdu. Ücretli işçi için, ağırlıklı olarak, sömürülmesinde yabancı kökenliye nazaran daha büyük paya sahip olan Büyük Rus burjuvazisi tarafından mı, yoksa Yahudi burjuvazisine nazaran daha büyük paya sahip olan Leh burjuvazisi tarafından mı vs. sömürüldüğü, hiç farketmez. Sınıf çıkarlarının bilincine varmış ücretli işçi için, Büyük Rus kapitalistlerinin devlet ayrıcalıkları gibi, kendileri devlet ayrıcalıkları kazandıklarında yeryüzünde cennet vaadeden Polonyalı veya Ukraynalı kapitalistlerin vaadleri kadar önemsizdir. Kapitalizmin gelişimi öyle de, böyle de, ister çok renkli yekpare bir devlette olsun, ister ayrı ulusal devletlerde olsun, ilerliyor ve ilerleyecek.

“Her halükârda ücretli işçi bir sömürü objesi olarak kalır ve buna karşı başarılı bir mücadele, proletaryanın milliyetçilikten bağımsızlığını, deyim yerindeyse, çeşitli ulusların burjuvazisinin üstünlük mücadelesinde proleterlerin mutlak tarafsızlığını gerektirir. Herhangi bir ulusun proletaryası tarafından “kendi” ulusal burjuvazisinin ayrıcalıklarının en ufak bir şekilde desteklenmesi, zorunlu olarak, diğer ulusun proletaryasında güvensizlik doğuracak, işçilerin enternasyonal sınıf dayanışmasını zayıflatacak, onları kendi aralarında bölerek burjuvaziyi memnun edecektir. Ancak, kendi kaderini tayin veya ayrılma hakkının yadsınması, pratikte zorunlu olarak, egemen ulusun ayrıcalıklarının desteklenmesi anlamına gelmektedir.

“… Marx’ın [ulusal soruna ilişkin] bütün bu eleştirel notlarından çıkan sonuç açıktır: İşçi sınıfı ulusal sorunu asla bir fetiş haline getirmemelidir, çünkü kapitalizmin gelişimi mutlaka tüm ulusları bağımsız yaşama uyandırmaz. Fakat ulusal kitle hareketleri bir kez ortaya çıkınca, onlara sırt çevirmek, onların içindeki ilerici yanı desteklemeyi reddetmek, gerçekte milliyetçi önyargılara teslimiyet, yani: “kendi” ulusunda “örnek ulusu” (ya da, kendimiz ekleyelim, devlet kurma imtiyazına sahip biricik ulusu) görmek olur.”

(Lenin, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun, İnter Yay., çev.: İ. Yarkın, S. Kaya, içinde s. 230-31-32-46)