Küçük Yerler

“Bir yeri ‘o yer’ yapan insanlarmış meğer” demişti annem küçük sahil kasabasındaki yazlık evimizi sattığımız gün. Zaten satma kararını da orada yıllarca birlikte yaşadığı ve sonradan teker teker kaybettiği insanların ardından almış, çok sevdiği evine artık ona hüzünden başka bir şey hissettirmediği için veda etmişti.

Giuseppe Tornatore’nin Cinema Paradiso filmini izlediğimde sinemadan çıkarken gözlerim ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Yer ve zaman farklı da olsa o filmde kendimi bulmuş, yıllar sonra çocukluğunun geçtiği kasabaya dönen; geçmişini, yitirdiklerini ve bir daha asla yaşayamayacağı saflıktaki anılarını hatırlayan Toto’nun hüznünü yüreğimde duymuştum.

Küçük yerlerin insanlara çok şey kattığını ya da başka bir deyişle, büyük şehirlerin alıp götürdüklerini yaşattırdığını düşünürüm.  Metropollerin kaotik yalnızlığı ve bencil koşuşturmaları yoktur oralarda. Herkes yine hayat derdindedir, her bir kişinin yine kendine özel sorunları vardır, yine tartışılır, hatta kavgalar edilir, dedikodular yapılır, ancak birinin yaşadığı en ufak bir sıkıntı veya mutluluk hep birlikte paylaşılır ve bu sayede keder azalır, sevinç çoğalır…

Küçük yerlerde insan birine “merhaba” derken bu öylesine söylenmiş bir sözcük değildir. Her merhabanın ardında o kişinin hikâyesini bilmenin yarattığı gerçek bir samimiyet hissedilir. Kimbilir kaç kez gülmüş, ağlamışlardır birlikte, küsmüş ve barışmışlardır… Kimbilir kaç kez aynı doğumları kutlamış, aynı ölümlere üzülmüşlerdir… Kimbilir kaç kez bir masada oturup çay içmiş, kadeh tokuşturmuş, içlerini dökmüşlerdir…

Küçük yerlerde telaşsızlığın sakinliği ifadelere de sinmiştir. Gergin ve asabi yüzlere rastlamak zordur, öfkeler sabun köpüğü gibidir. Zaman, yarışılması gereken bir kavram olmadığından, şehir virüsünü kapmış olanların “tembellik” diye nitelendirdiği bir yavaşlık içinde, günle inatlaşmadan yaşar ve ayrıntılarda yakalanan küçük mutlulukları hisseder insanlar. Aslında yaşam da bu küçük ayrıntılarda gizlidir zaten; güneş doğarken her sabah farklı şekiller alan bulutlarda, yan evin kümesindeki horozun tanıdık ötüşünde, komşunun küçük kızının örgülü saçlarında, bahçede kuruyan çamaşırlardan yayılan sabun kokusunda, incir ağacından düşen bir çocuğun yaralı dizlerinde, ağlarını tamir eden balıkçıların nasırlı ellerinde, martıların çığlıklarında, pazardan dönen kadınların torbalarından sarkan maydanozlarda, camları silen genç kızların söylediği şarkılarda…

Küçük yerlerde herkesin bildiği, başlarını okşadığı, isimleriyle çağırdığı sokak köpekleri vardır. Her eve musallat olan ve ev sakinlerince benimsenmiş kediler vardır. Ötmediklerinde merak edilen kuşlar vardır. Dallarının altındaki gölgelerde oturanların sırlarını saklayan, gövdelerine oralarda yaşanan aşkların kazındığı ağaçlar vardır.

Ne zaman gözlerimi kapatıp geçmişe dalsam, fotoğraf kareleri gibi beliriverir bu tarz  görüntüler. Ihlamur ağacının altındaki çay sohbetlerini, gülleri budayan babamı, hamakta uyuyan dedemi, anneannemin kurabiyelerini, balkonlardan sarkan sardunyaları, annemin şile bezi elbiselerini, açık hava sinemalarını, tahta iskemleli çay bahçelerini, mutfak pencerelerinden yayılan sigara böreği kokularını, yoldan geçen kısık sesli galetacıyı, bakkalda yaldızlı ambalajlarda satılan gofretleri özlerim ve gerçekte özlediğimin o küçük yere özgü duygular olduğunu bilirim.

Cinema Paradiso’da, onca yılı oğlunun hasretiyle geçirmiş olan annesi, Toto’ya şöyle der:

“Seni her aradığımda telefonu farklı bir kadın açıyor, ama şu zamana kadar hiçbirinin sesinde sevgiyi hissetmedim”

Bu sözler üzerine Toto düşüncelere dalar, bakışları duvarda asılı duran çerçevedeki fotoğrafa kayar, o küçük kasabada yaşadığı aşkı hatırlar… Hissettiği duyguların saflığı, gerçekliği ve onca yıla rağmen hala sönmeyen ateşiyle gözleri dolar.

Velhasıl, küçük yerler büyük izler bırakırlar insanın üzerinde. Büyük yerlerde yaşayanların bilmediği, unuttuğu, basit ama derin izler… İnsanı insan yapan izler.

 

Kiraz GÖKIRMAK
Latest posts by Kiraz GÖKIRMAK (see all)