Zihinsel Obezite

Doktorlar, obeziteyi vücutta aşırı yağ depolanması sonucunda oluşan bir hastalık olarak tanımlıyorlar ve sağlıksız beslenmenin, “fast food” türü yemeklerin, kalıtsal ve psikolojik faktörlerin obeziteye neden olduğunu söylüyorlar… Obezler ise bulundukları durumdan hoşnut olmadıkları halde bir türlü önüne geçemiyorlar şişmanlıklarının; kendi iradeleriyle kilo veremediklerinde de ya boşverip yemeye devam ediyorlar ya da tıbbi yardım alarak zorlu bir mücadeleye giriyorlar.

Örneklerini gözümüzle gördüğümüz için obezitenin insanları ne hale getirdiğini anlayabiliyor ve acıyarak bakıyoruz onlara. Ancak, farkında olmadığımız başka bir tür obezite daha var; üstelik neredeyse hepimiz bu hastalığa yakalanmış durumdayız. Ben bunu “zihinsel obezite” diye adlandırıyor ve zihnin gereğinden fazla uyarıcı faktöre maruz kalmasından dolayı aşırı bilgi depolaması sonucunda oluşan bir nevroz olarak tanımlıyorum; yaşam kalitemizi düşüren, ilişkilerimizi olumsuz yönde etkileyen, içsel huzurumuzu bozan, bizi çıkmazlara sürükleyen, beynimizi çöplüğe döndüren ve hatta bedensel obezitenin de nedeni olan bir nevroz.

Bugünün dünyasında zihin aşırı yük altında; başta gözler ve kulaklar olmak üzere tüm duyular vasıtasıyla alınan o denli fazla girdinin hücumuna uğramış durumda ki, bunları hazmetmesi, özümsemesi mümkün değil. Sürekli olarak yemek yeme ihtiyacı hisseden, bulduğu her türlü abur cuburu midesine indiren obezler gibi, zihin de her an oradan buradan gelen mesajlarla tıka basa doluyor ve sonunda bu ağırlığa dayanamayarak çöküyor. Çevremizde giderek daha çok kişide kendini gösteren kronik mutsuzluklar, depresyon, dikkat eksiklikleri, odaklanma sorunları, agresif ya da pasif davranış biçimleri ve uyumsuzluklar başka nedenlere bağlansa bile bence pek çoğunun altında “zihinsel obezite” gerçeği yatıyor…

Nasıl ki yemek yedikten sonra vücudumuza belli bir sindirim süresi vermek gerekiyorsa, zihnimizin de aldıklarını özümsemesi için bir dinlenme süresine ihtiyacı var. Oysa, günümüzün koşullarında zaman yarışılması gereken bir faktör. Dünya öylesine hızlı bir değişim içinde ki, yenilikleri takip edebilmek ve bu değişime uyum sağlayabilmek için sürekli olarak öğrenmek, bilgilenmek gerekiyor. Yüz yıl önce bir insanın altı haftada aldığı zihinsel uyarıyı bugünün insanı bir günde alıyor, zihin adeta bombardımana tutuluyor… Bir yanda gazeteler, dergiler, televizyon, internet, özellikle de sosyal medya; diğer yanda gerekli gereksiz aramalarla hiç susmayan telefonlar, toplantılar, yapılacak işlerle ilgili edinilmesi gereken bilgiler, rekabet ortamında öne çıkmak için yapılan planlamalar, cevap bekleyen mesajlar ve aile içi sorunlar zihni dumura uğratıyor…

Yaşadığımız dünya artık basitlikten çok uzak; hayatı kolaylaştıracak olan yenilikler bile kafamızı kurcalıyor, düşüncelerimizi bulandırıyor. Her konuda o kadar çok alternatif var ki “Şunu mu alsam bunu mu?”, “Onu mu seçsem öbürünü mü?” diye düşünürken olan yine zihnimize oluyor. Dahası; rahatlamak, dinlenmek için yaptıklarımız bile zihnin yükünü artırıyor. Gerçek rahatlamanın ancak bilgi akışı kesildiğinde yaşanabileceğini çok az kişi biliyor; çoğunluk, sessiz, sakin ve eylemsiz kalmayı “boşa giden vakit” olarak algılıyor; biraz olsun zihni dinlendirmek yerine, o boş vakitlerde de obezlerin kendilerini tutamayıp atıştırdıkları çerezler misali ya telefonu kurcalıyor ya da televizyonun karşısına geçip o kanaldan bu kanala sıçrıyor…

Denge… Evet, pek çok sorunun çaresi olan denge, zihinsel obezitenin de çaresi. Budha’nın “majhim nikaya”, yani “orta yol” diye adlandırdığı bu denge hali sağlıklı bir zihne sahip olmanın tek yolu.

Eylemin ve eylemsizliğin ya da başka bir deyişle yapmanın ve olmanın uyumu içinde yaşayabilen kişiler sahip oldukları pırıltılı zekâyı ve huzur dolu sükuneti bu iki uç nokta arasında dengelenmelerine borçlular. Lakin, eylemin insanoğluna refah ve bolluk getirirken, içsel olarak yoksullaştırdığını; eylemsizliğin ise tam tersi, dünyevi anlamda yoksullaştırırken, iç alemi zenginleştirdiğini ve her ikisinin de sağlıksız olduğunu kavrayıp kendilerini ve yaşam biçimlerini sorgulayarak orta yolu tutturan bu kişiler ne yazık ki azınlıkta.

Dengede olmak kanatlanmak gibidir oysaki… İki zıtlık arasındaki o kritik noktada bulunmayı başaranlar, varlıklarının iki kanadını kullanarak yaşarlar hayatı ve her kanat çırpışlarında biraz daha yükselir; dünyayı, insanları, olayları tepeden izleme, değerlendirme fırsatını bulurlar. Pırıltılı zekâları ve huzur dolu sükunetleriyle onlar, çağın sürekli değişen koşullarına meydan okurlar; ne zihinleri etkilenir süregiden karmaşadan, ne de ruhları…

Çağımızın hastalıklarından biri olan ve süratle yayılan “zihinsel obezite”yi yenebilmek için pek çok konuda olduğu gibi ilkin yine farkındalık gerekiyor; başka bir deyişle, tarafsız bir gözle kendimizi değerlendirip teşhisi koymak ve ardından tedaviye başlamak… Aksi takdirde, yaşadığımız dünyanın giderek daha da kaotik bir hal alması kaçınılmaz; çünkü dış dünya bizlerin iç dünyalarımızın yansımasından başka bir şey değil…

Kiraz GÖKIRMAK
Latest posts by Kiraz GÖKIRMAK (see all)