Felâketlerden romantizm çıkarma riyakârlığı…

”İnsandan daha güçsüz bir yaratık beslemez toprak. Bir felaketle uyanabileceğini hiç geçirmez aklından. Ona acılardan pay verilince de, dayanamaz, nedir der, bu benim başıma gelen.”

-Homeros, Odysseia, 18. 130-135

Toplumun büyük bir kesimi bir felâketin sonrasında bile olup bitenden ders almak, ne olup bittiğini anlamaya çalışmak yerine, gerçekliği olmayan bir romantizm peşinde koşarak kendini var etmeye çalışıyor.

“Anka Kuşu” gibi küllerinden yeniden doğacağı günleri bekliyor.
Her yerde bu cümleye rastlıyorum.
Yahu sen daha kendi hayatında küllerinden yeniden doğmayı becerememişsin, toplum olarak becereceğini düşünme cüreti nereden geliyor…
Hayır, kötü niyetli değilim, ortada büyük bir acı ve yaşananlar varken, bu samimiyetsiz romantizm bence dehşet verici ve gerçeklerden çok uzak.
Her şeyden önce bir yas yaşanırken ondan romantizm çıkarma çabası adapsız bir davranış şeklidir.

Birileri var, gerçekten elini taşın altına koyuyor, çabalıyor, birileri de var ki, kendi bencilliği dışında var olamayıp oturduğu yerden sürekli verip veriştiriyor. Hayat komplo teorileri değildir.

Gerçekten bu yangın felâketini derinden hissettiniz mi samimi olmanızı isterim, o elini taşın altına koyanların ne sosyal medyada yazmaya, ne yangın fotoğrafları paylaşmaya ne de küfretmeye vakti olmadı inanın.

Ben de oturduğum yerden yaptığım 150 tl’lik yardım kampanyasına bağışta bulunmak dışında iyi bir tarafta sayılmam. Yaptığım çok matah bir şey olmasa gerek.

Senin her gün nefret kustuğun, bikinisiyle, terliğiyle, yediği içtiğiyle fotoğraf paylaşanlar var ya; onlar senden çok daha samimi ve gerçek inan.
En azından “ben sadece buyum” diyerek, başka biri olarak kendini gösterme çabası içerisinde değil, olduğu gibi yaşıyor.
Sen ise sadece uğultuyu çoğaltıyorsun.

Ne yapıyorsun eleştirdiklerinden farklı olarak?
Yemeğini yiyor, arkadaşınla buluşuyor, akşam sevgilinle ya da eşinle sevişiyor, film izliyor, bazen rakı sofrasına oturuyor ve hayatına devam ediyorsun tıpkı diğerleri gibi.

Eyleme geçmeyen tüm konuşmalar sadece kendi vicdanını rahatlatmakla ilgilidir.

Çıkan yangınlara hiç katkın yok mu zannediyorsun?
Dünyayı daha yaşanılır kılmak için neler yapıyorsun örneğin?

Her gün en azından yaşadığın kent için bir egzoz borusu eksik soluyabilir, bunu yapıyor musun?
Ben yapmıyorum!

Dünya genelinde evlerde tüketilen enerjinin miktarı giderek artıyor, küçük değişikliklerle hava kirliliğine katkını azaltmayı düşünüyor musun hiç?

Evde kullandığın cihazların bekleme (standby) konumundayken de az da olsa elektrik tükettiğini biliyor musun?
Bu cihazların kullanılmadıkları dönemlerde tamamen kapatılmaması ABD’de bir aileye yılda ortalama 30 dolara mâl oluyor bundan haberdar mısın mesela?
Ya şimdi bunların yangınlarla ne alâkası var diyeceksin değil mi?

Senin o çok düşkün olduğun mangal, egzoz, içtiğin sigara dumanının hiç mi katkısı yok sanıyorsun?
Bu sadece bir iklim krizi ve devletin yangınlarla müdahale edememesinden mi ibarettir?
İklimi bilmem ama bu ciddi bir –
“zihinsel krizdir”
Bunları inatla fark edememek ve uğultu içerisinde yaşamaktan rahatsız olmamak bilmem ki nasıl bir şeydir.

Sen karar ver şimdi hangi gruptansın?

Ormanda mangal yakıp yiyip içtiklerini toplamadan giden kim?
Ağaçları kesip kesip tesis kuran kim?
En yakın mesafedeki markete bile arabayla giden kim?
Düğünlerde havai fişek patlatan kim?
Fabrikaların atıklarını denize atan kim?
Yaşadığın binada geri dönüşüm kutusu olduğu hâlde -cam şişe ve plastikleri- inatla çöp şutundan atmaya devam eden kim?
Silahları ve bombaları üreten kim?
Lüks yatlarda çoğu zaman denizleri kirleten kim?

Doğa için de bir şeyler üretmeyi denedin mi?

Bence yaptıklarını ve yapmadıklarını düşün.
İyi olmayanları azaltmaya çalış.
Benim de iyi olmadığım çok şey var merak etme, pirüpak değilim ve hiç olmadım,
-sen- olduğunu iddia ediyorsun ama olsun.

Şimdi biraz da kötülükten konuşmak istiyorum, içimizdeki kötüden, şu bizim her an soluduğumuz kötülükten işte…

İnsana dair en eski hikâye, Adem ile Havva’nın hikâyesidir.

Tanrı insanı yaratırken, yasak elma ya da buğdayla,
(çok da önemli değil ne olduğu) insanın nefsine karşı durabileceğini düşündü ve yanıldı.
İnsana dair tüm sıkıntı onun saf, temiz, pirüpak olduğuna inanmakla başladı.
Siyasi politikalara, savaşlara kadar uzanmaya hiç gerek yok.

O kumrular gibi görünen çiftler boşanırken mal paylaşımı ve para devreye girdiğinde birbirlerinin gözlerini oyacak hale gelebiliyorlar.
Gelmiyorlar mı?
Bu durum insanın kötü hale gelmesi değilse nedir?

Sitenin bisiklet koyma yerinde bir çocuğun bisikletinin lastiklerini patlatan ve selesini kıran diğer çocuğun yaptığı şey en büyük kötülüklerden biri “faşizm”
değilse nedir?

Birinin başarısını samimiyetsizce suratına karşı kutlarken, arkasından
“Bir halt değildi aslında” şeklinde konuşmak kötülük değilse nedir?

Birinin mutsuzluğu ile mutlu olmak, (özellikle bu toplumun belirgin bir özelliğidir) bundan haz duymak kötülük değilse nedir?

İnsanın gözünün önünde mikro düzeyde ne oluyor ise makro düzeyde de aynı şeyler oluyor.

Her şey bir güç savaşının içerisinde.
Kötülüğü kendinin dışında aradığın sürece bu hep böyle devam edecek.
İyiliği kendinde, kötülüğü kendinin dışında aramak daha da büyük bir trajedi değil midir?
Yani o bombayı atan da sensin yapan da.

Slogan atarak “taraf olmak” ne kadar kolay.
Bu slogonlarla iyi tarafta olduğunu düşünürken, gün içerisinde yaptığın kötülüklerin de çetelesini tutuyor musun acaba?

Kuşkusuz en kötü şey, birinin hayatını ölümle sonlandırmak olurdu.
Ancak; kötülük, az kötü- çok kötü diye tanımlandığı sürece onu çoktan baş tacı etmişiz demektir.

Tüm bunların tersi bir şekilde iyilikleri de sıralayabiliriz arka arkaya elbette.
Ancak ben kötülükleri sıralamak istiyorum, çünkü riya, arsızlık, güç savaşı, “iyiliklerin” daha fazla önünde ilerliyor.

Çok büyük kötülükler var, bu kadar kötü olunamaz dediğimiz, gözyaşlarına boğulduğumuz, ciğerlerimiz sökülürcesine ağladığımız bir dünyanın içerisindeyiz.

Tüm kötülükler küçük hâlleriyle saçılarak, halka halka büyüyor.
Her şey kötülüğün partiküler hâlde uçuşmasıyla yolunu buluyor.
Acımasızlığa, sapıklığa, caniliğe kadar varıyor.

Hepsi insanın eseri, başka hiçbir sorumlu yok.

Elbette ben neyim ki?
Ben de gerçeğin bulunması değil de sadece aranması gerektiğine inanan, iyi ve kötüyü içinde barındıran bir insanım!

“İyi olmak” temenniden öte bir şeydir.
Tanrı’nın kendi varlığının devamı için günahlarımıza mı ihtiyacı var yoksa?

Ne yazık ki insan iyiliğin hayâliyle yaşayıp kötülüğün peşinde koşuyor.

“Dünyayı olduğu gibi göremeyiz, olduğumuz gibi görürüz”
Demiş zamanın birinde o güzel ruh “Anais Nin..”

Neysek o…
Hepsi bu…
Bu kadar…

Arzu BURSA