“Neden, ruhunda böyle müthiş sevinç ve acı değişip duruyor?
Çünkü senin her şeyin var ve hiçbir şeyin yok!”
Friedrich Hölderlin, Hyperion
Kırılgan bir ruhu ancak insanın kendisi paklar ve büyütür.
Papatya yapraklarıyla “seviyor-sevmiyor” değil de “şaşırıyor-şaşırmıyor” oyunu oynadınız mı hiç? Şaşırmayalı uzun zaman olduğunu fark ettiğimde, yapraklarla aramda geçen bir diyalogtur bu.
“Şaşıracağım- Şaşırmayacağım ” şeklinde cereyan ediyor bünyemde. Hâlâ umudun peşinde olduğumu gösteriyor aslında.
Şaşırma duygumu kaybettiğimden beri hayatın nötr tarafındayım. Bir nevi psikiyatri ilaçlarının insanda yarattığı nötr kimyayı bazen yaşadıklarınız da yerine getirebiliyor. İnsanın kimyası bir süs bitkisi değildir. Bilim her ne kadar kimyanızı tedavi etmeye çalışsa da bir noktada süs bitkisi olduğunuz hissiyatına vardırır sizi. Tepkisizlik, hayatın ne harika bir şey olduğunu düşündürmez, sadece bedeni ve beyni uyumlu hale getirmeye çalışır. Var olabilme çabamızı kolaylaştırır ancak varoluş gerçekleşir mi?
Yani şimdi Van Gogh kulağını kesmeseydi daha uyumlu biri olsaydı, o eserler çıkabilir miydi? Van Gogh’u ya da bir diğerini topluma uyumlu hale getirme çabası ne kadar da akla yatkındır?
Derinliğe indikçe duygular o kadar yoğunlaşır ki bir noktadan sonra o yoğunluk da anlamını yitirir. Katmanın en altına ulaştığınızda insanın acıya dair bir eşiği vardır. Fiziksel ağrı veya kalp ağrısı hiç fark etmez. O eşiğe gelinceye kadar o kadar çok acı çekersiniz ki, eşik aşıldıktan sonra daha fazla hiç acı çekemeyeceğinizi hissettiğiniz noktada acı dinmeye başlar.
Birçok açıya şahit olmak, içinde yaşamış olmak, bir noktadan sonra acıdan ve şaşırma duygusundan uzaklaşmanıza sebep oluyor.
Şaşırmamak iyi bir şey midir bu durumda? Karamsarlık kaybolur belki ancak neşeyle karşılaşmak da pek kolay değildir. Şaşırmak, hâlâ umudun eteklerini tutan taraftır, bilinmeyene karşı heyecan uyandırandır. Bilinmeyen karşısında dahi şaşırmayacağına mühür basan insana hayat nasıl motivasyon sağlar? Ne olursa merak uyandırır? İki cümle arasında geçer ömrümüz.
“Hiç şaşırmadım.”
“Çok şaşırdım.”
Şaşırmanın bir ileri safhası alışmaktır. Alışmak, insanın tükendiği yerdir. İnsan alıştıkça kendi ruhundan uzaklaşıyor, alıştıkça her şey normalleşiyor, alıştıkça her şey meşrulaşıyor. İnsan kötü evliliklere alışıyor, kötü ilişkilere alışıyor, bir bedenden bir diğerine geçmeye alışıyor, yalanla yaşamaya alışıyor, bazen birini sadece alıştığı için seviyor. “Alışmıştım ona” diyor. Hatırlamak ise çoğu zaman uzak bir düş gibi sanki. Bir yanıyla “zaman”ın kendisini düşünüyorum. Alışınca unutmak ne kadar da kolay.
“Berlioz’un o harikulâde cümlesi çoğu zaman kulaklarımda gezinir: “Zaman en iyi öğretmendir ve ne yazık ki tüm öğrencilerini öldürür.” Ne alışmak ne de unutmak istiyorum…
Alışmak, hatırlamak, unutmak arasında sürüp giden bir hayat var. “Hayat her koşulda devam ediyor…” diye öğretildi bize. Çünkü hayat ancak alışınca dayanılabilir hale geliyor. İnsan önce uyum gösteriyor, sonra alışkanlık ediniyor.
“Florebo quocumque ferar”
“Taşındığım her yerde çiçek açacağım…”
“Taşınabilir miyim acaba?”
Acıdan ve şaşırmama duygusundan her kurtulmak istediğimde sığındığım en güçlü şey mizah oldu.
Mizah rüzgâra bıraktığın uyarıdır,
tüm hastalıklara karşı en güçlü panzehirdir.
Mizaha sığındığımda derdim soluk alıyor, yükü hafifliyor.
Dilerim hep birlikte sükûnet ve kahkahada buluşuruz.
- Bir Papatyaya Mahkûm Olmak - 24 Temmuz 2024
- Kadınlar çiçek, erkekler de arı değildir - 11 Mart 2024
- Yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha… - 11 Şubat 2023