YSK,16 Nisan’da rejim değişikliğine giden yolu mühürsüz zarflarla açmıştı. Hayır’ın sokaktaki ve sandıktaki gücüne set çekmeye kalktılar ancak Hayır diyen milyonları rehin alamadılar. 3 yıldır faşizme giden her aşamada o milyonlar direnmeye ve mücadeleye devam etti.
Sonunda iktidar blokuna en çok güvendiği yerde, sandıkta büyük bir mağlubiyet yaşattı. 31 Mart hiç beklenmedik bir biçimde bu rejimin adını gerçek manada koymanın vesilesi oldu. Ya sandıktan çıkanı kabul edecekler ya da açık faşizme giden yolda son aşamalardan birine geldiklerini herkese göstereceklerdi. İkincisini seçtiler. İktidar kuşatması altındaki YSK ise bu “tercihin” bir aparatı olmanın ötesine geçemedi ve fiilen kendini feshetti. Bugün gelinen noktada YSK içindeki “denge” tartışmaları da geçerliliğini kaybetmiştir.
YSK’nın İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararı, Türkiye Cumhuriyetinin temel direğine karşı gerçekleştirilen örgütlü saldırının ne boyutlara ulaştığını ifşa ediyor. Bu karar yalnızca İmamoğlu’na, CHP’ye ya da muhalefetin herhangi bir bileşenine yönelik değildir, Türkiye’nin tüm demokrasi birikimini ve beraber yaşama iradesini hedef alan bir karardır. Milyonlarca İstanbullunun seçme iradesi doğrudan gasp edilmiştir. Sözünü ettiğimiz gasp aynı zamanda iktidar istediği takdirde Kars’tan Edirne’ye, Hakkari’den İzmir’e bütün vatandaşların asli vatandaşlık haklarının hiçbir meşru gerekçeye ihtiyaç duyulmadan askıya alınabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla sorun 16 milyonun değil 82 milyonun sorunudur. Cevabı da 82 milyon birlikte vermelidir.
İstanbul seçimlerini tanımama tavrının sonucunu 7 Haziran ile bir tutmak tarihi yanılgıdır. 31 Mart İstanbul seçiminin galibi bellidir ve bu gerçek toplumun büyük çoğunluğu tarafından gönül rahatlığıyla kabul edilmiştir. Erdoğan ve Bahçeli’nin dayatmasıyla alınan yok sayma kararı halkla inatlaşmaktır ve bu inat mevcut rejimin yıkılmasına giden yolu hazırlayabilir. İktidarın İstanbul’u kazanmak için attığı her adım şer ittifakının altını biraz daha oyacaktır. Üstelik krizi derinleştiren iktidarın bu suçu başkasına atma, günah keçisi bulma imkânı artık yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına güvenecek hiçbir kurum bırakılmamış olmaması büyük bir siyasi hatadır. Oyunu korumak için haftalarca nöbet tutmuş vatandaşlara “sandıktan çıksanız da yöneten olamazsınız” demek politik intihardır. Bu ülkenin ilerici, cumhuriyetçi, demokrat insanları kendi iradelerini gasp eden bir yönetim biçimine teslim olmayacaktır.
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020